Malum hikayedir;

Can Yücel birine g.t dediği için yargılanırken, kendisini savunma babından bu hikayeyi anlatır.

Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabalı doktora getirir hastayı. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. Köylüler tabi ‘tamam doktor bey’ deyip köye giderler ama köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez.

Bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. Hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir.

Bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. Ne cürettir ki doktoru arayacak bir köylü.

Neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder.

Bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, “biz ne yapacağımızı bilemedik doktor bey” der.

Karşıdan doktor bir şeyler söyler, muhtar arkasına döner ve doktorun dediklerini köylülere söyler: “makattan verin dedi doktor” der.

İyi de makat nedir?
Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar, ama makat ne bilen yoktur yine. Hasta ise gitti gidecek, ateşler içinde kıvranıyordur baya.
İhtiyar meclisi toplanır, son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir.

Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bir yandan söylenmektedir: “çok kızacak doktor çok!” diye.
Sonunda telefonu açar, durumu anlatır, doktor bir şeyler söyler yine.

Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
“çok kızacak demiştim, bak öyle sinirlendi ki g.tüne sokun, g,ötüne dedi” der.

Ve can Yücel savunmasını şu cümleyle bitirir; Bizim köyde g,te, g.t derler hakim bey!

Hikayede bütün sorun o malum organın bilinen ismiyle anılmaması kaynaklıdır. Herkesin çok iyi bildiği bir organın adını nezaketen ile değiştirmeniz durumunda, fitili nereye sokacağını anlaya kadar hastayı kaybetme ihtimaliniz oldukça yüksektir.

Bu girişi yapma sebebim şudur;

Faiz, faizdir. Enflasyon da enflasyon…

Faizin adını değiştirmekle, faizden, enflasyonun adını hayat pahalılığı koymakla enflasyondan kurtulamazsınız.

Faize ‘nas’ dediler malumunuz ve o ‘nas’ gereği faizi düşürdüler.

Ama ekonomi bozulur da faiz ve enflasyon yerinde durur mu?

Durmadı haliyle…

Ama faize ‘nas’ kılıfı örttüler bir kere, artarsa ayıp olur!

Ve ismini getiri, götürü, nema, kazanç vesaire koyup bal gibi faizin üstünü de örttüler.

Enflasyonu da inkar edip adını pahalılık koydular.

Enflasyon malum, iktidar için hem prestij hem de maaş ve ücretlerdeki artışın belirleyeni olduğu için önemli…

Ne kadar artarsa o kadar fark vermek zorundalar.

Bu sebeple bir yandan oldukça düşük gösteriyor ve baş edemeyeceklerini anlayınca da ismini değiştirmeye kalkıyorlar.

Can Yücel’in öyküsünde olduğu gibi, siz o malum organa anüs de deseniz, makat da deseniz sonuç değişmiyor. Olan hastaya oluyor…

Haliyle faize taktığınız “GES” ismi de faizi faiz olmaktan çıkarmayacaktır.

Üretim geliri olmayan bir ülkenin, üreterek para kazanma veya en azından parasının değerini koruma şansı olmayan halkı, parasını değerlendirecek mecra arar.

Üretim sistemi olmayan ve ekonomisi de bozuk o ülkenin insanları, siz ne yaparsanız yapın paralarını dövize, altına veya faize yatırırlar.

Siz de kalkıp ‘nas var, nas, faiz haramdır’ derseniz ve faizi olabildiğince aşağı çekerseniz, bu halk da dövize ve altına yönelir.

Bunu ticaret lisesi seviyesinde ekonomi okuyan herkes bilir.

Bir tek size anlatamadık…

“Faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ inadını sürdürdünüz.

Vatandaş dövize yönelmesin, paralarını bize versin biz döviz cinsinden değerlendirelim, böylece kuru kontrol ederiz diye bir saçmalık icat ettiniz.

Ve o saçmalığın bedelini hayatında 100 doları bir arada görmemiş fakir fukaraya ödettiniz.

Yine duvara tosladınız ve şimdi de vatandaşa “Bana borç verin, sonra geri faiziyle pardon, garantili getirisiyle ödeyeceğiz” diyorsunuz.

Ne kadar da dâhiyane bir çözüm!!!

Eğer kastınız, parayla para kazanan o türedi zenginlerinizse, onları ikna etmek için kur artışına endeksli artı faiz vermekle ikna edersiniz ancak.

Kalan garibanlara gelince, onların parası olsa gider önce kredi kartının tüm borcunu kapatır da faiz sarmalından kurtulur. Evinin kirasını ödemekten ve geçinmekten aciz vatandaş sizin GES’inizle mi uğraşacak?

Bu GES’in ne olduğunu da Nebati’den başka bilen yok.

Ama o da izah edemiyor.

Günlerdir yandaş veya karşıt bir tane ekonomist GES’in ne olduğunu halkın anlayacağı dilden tercüme edemediler.

İçeriğini tam bilmemekle birlikte, eskiden uygulanmış bir sistem.

Yani o “şeyin” benzeri Türkiye’de denenmiş ama tutmamış.

İlkinde “Tasarruf Bonosu” olarak uygulanmış, 1941 yani savaş yıllarında.

Devletten 5 liralık bonoyu 4 lira 75 kuruşa almış vatandaş ve 6 ay sonra bonoyu götürüp 5 TL’sini geri almış.

İkincisi ise 1961 darbe döneminde uygulanmış, halka zorla satılarak…

Ve uzmanların iddiasına göre, Banker Kastelli ve benzerlerinin doğmasına neden olan bir piyasa yaratmaktan başka bir işe yaramamış.

Hasılı faize faiz dememek için icat edilen kur korumalı mevduatın faizi son gelişmelerle beraber yüzde 70’i buldu.

Yani faize faiz dememek için, zenginlerin bankada tuttuğu paraya, fakirlerin vergisinden 602 milyar TL verilecek…

Ve faize faiz dememek için 50 puandan fazla faiz veren tek ekonomi de bizimkisi…

Ama onlar olaya böyle bakmıyor, sizin de böyle bakmamanızı istiyorlar da ‘Dünya bizi izliyor, dünyaya örnek olduk’ diyorlar.

Doğrudur, örnek oldunuz.

‘Bakın böyle yaparsak, Türkiye gibi oluruz’a örnek teşkil ettiniz.

Tebrikler!!!