YANIYORUZ AMA UMURSAMIYORUZ! Evet, yanıyoruz ama bir kısmımızın hiç umurunda değil. Sebep? Sebep aşağıdaki fıkrada gizli, anlayabilene…

Mesleğe yeni başlayan genç doktor ilk kez göreve başlayacağı memleketi Trabzon’a doğru yola çıkmış.

Gelen hastalara doğru teşhisi yapabilecek miyim, doğru ilacı yazabilecek miyim diye heyecandan yerinde duramıyormuş.

Görev yapacağı köyün sağlık ocağına gitmiş yerleşmiş. Ertesi gün hastalarını beklemeye başlamış.

İlk hastası yaşlı Temel gelmiş. Tanıdığı birini görünce mutlu olmuş genç doktor.

Kısa bir sohbetten sonra Temel’i muayene etmiş, şikayetlerini dinlemiş. Temel ishal olduğunu tuvaletten çıkamadığını anlatmış.

Genç doktor ilacı yazacak ama ilk günün heyecanıyla ilacın ismi bir türlü aklına gelmemiş. Yanlışlıkla depresyon tedavisinde kullanılan bir ilaç yazmış.

Bu ilaç kullanan kişinin mutlu olmasını hiçbir şeyi kafasına takmamasını sağlıyormuş.

Aradan bir süre geçtikten sonra Temel’i merak edip köyün kahvesine gitmiş.

Bakmış Temel kahvehanedekileri gülmekten kırıp geçiriyor. Şakalar, fıkralar, komiklikler…

Temelin yanına gidip sormuş;

Temel emice, ishal durumun nasıl?

İshalim eskisi gibi uşağım. Her yerimi b.k götürüyor ama hiiç kafama takmayrum daaa!

Hani bazen, olayları bizim gib takmayanlar için sorarız ya; Bunlar ne içiyor Allah aşkına?

Doğrudur bir kısmı hamaset ile uyuşturuluyor ama bir kısmı da gerçekten kendini uyuşturmak, olaylardan etkilenmemek ve kafaya takmamak için yasal veya değil uyuşturucu hap kullanıyor.

Araştırdım, son yıllarda antideprasan kullanımı adeta patlama yapkmış.

Nisan 2021 rakamlarına göre, 2019 yılında 49 milyon 857 bin kutu antidepresan ilaç satılmış.

Bu sayı 2020'de 54 milyon 625 bine çıkmış.

2021'in ilk üç ayında ise 15 milyon kutu antidepresan ilaç satılmış. Üç ayda 15 milyon, ayda beş, yıllık 60 milyon eder.

s1-1

Bir de üzerine o nisandan bu nisana yaşadıklarımızı ve özellikle ekonomik yıkımı ekleyin, iki üç katına çıkmadıysa şaşarım.

Bu durum dünya istatistiklerine de yansıyor ki, Birleşmiş Milletlerin 149 ülke arasında yaptığı değerlendirmeye de yansıyor.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı, küresel anket verilerinden yararlanarak belirlediği, ‘2022 Dünyanın En Mutlu Ülkeleri’ raporunu göre İskandinav ülkeleri, her yıl olduğu gibi bu sene de en üst sıralarda.

Hatırlarsınız, Sayın Erdoğan’ın “Tutturmuşlar bir EYT, erken emeklilik. İskandinav ülkelerinin hepsi bu sistemle battı” dediği İskandinav ülkeleri bunlar…

Batmak şöyle dursun mutluluktan uçuyorlar oysa…

Rapora göre Türkiye, bir önceki yola göre 8 basamak gerileyerek 112. olmuş.

Dediğim gibi, yanıyoruz ama umursamıyoruz.

Enflasyon resmiyette yüzde 70, gıda enflasyonu ise yüzde 90 ama bunlar resmi rakamlar.

Özellikle gıda enflasyonunun yüzde 90’lara geldiği bu günlerde SGK verileri gösteriyor ki, ücret artışları yüzde 42’lerde kalmış.

Türk-İş nisan ayı açlık sınırını 5.323 TL olarak açıkladı. SGK kayıtlarına göre toplam 16 milyon çalışanın ortalama net ücreti 6.167 TL ediyor. Açlık sınırı dışında kalan para sadece ve sadece 844 lira...

844 lira ile kira mı ödenecek, elektrik, su, doğalgaz faturası mı ödenecek? Yoksa evladınızın okuması için mi çalışacaksınız?

TÜİK, cuma günü verileri açıkladı. Buna göre 2012 yılında %20,90 olan kiracı oranı artık %26,76’ya çıkmış durumda…

82,8 milyon kurumsal nüfusun 22 milyon 158 bini kiracı olarak yaşıyor. Eğer 2012 yılı rakamı korunsaydı kiracı sayısı 17,3 milyon kişi olacaktı. Yani yaklaşık 5 milyon kişi kötü yönetim yüzünden kirada oturmak zorunda kalıyor.

Brüt ücret/brüt konut alım gücü verilerine göre; 2019 yılında aylık ortalama brüt ücret ile 1 metre 44 cm2 konut alınabiliyordu. 2020 yılında ücret/konut oranı aylık 1 metre 38 cm2’ye gelmişti.

Şimdi bu oran ne biliyor musunuz? Şubat ayı maaşınızla sadece ve sadece 88,3 cm2 konut alabiliyorsunuz.

Çalışarak/maaşla konut alım gücümüz 1,40 m2’den 0,90 m2’ye geriledi.

Konut alım gücümüz %35,7 gerilerken gıdaya erişim gücümüz ise %33,8 geriledi.

Geçen yıl BDDK verilerine göre bankaların TL kredilerinden aldıkları toplam faiz/kar payı gelirleri 365 milyar liraydı. Toplam faiz ve kar payı gelirleri ise 532,5 milyar liraydı.

Ortada Nass var; faiz sebep-enflasyon sonuç diyerek bu faiz maliyetini düşürmek isteyen ülke yönetimi buradan 100-150 milyar lira tasarruf etmek istedi. Ama bu olmadığı gibi tam tersine piyasada faizler de fırladı.

Sadece ve sadece dış borçlarda 2,9 trilyon zarar yazdık.
100-150 milyar lira tasarruf hayaliyle 2,9 trilyon zararı kim yapar? Ülkesini düşünen, ülkesinin geleceğini kurtarmak isteyen kim yapar bu büyük yıkımı?

Ya da ülkesini düşünen, ülkesinin geleceğini kurtarmak isteyen kim sınırları yol geçen hanına çevirip yılda 400-500 bin yabancıya çalışma-ikamet izni verir?

SGK verilerine göre; Geçen yıl 252 milyar lira Hazine’den aktarılmış. Buna rağmen ortalama emekli ücreti 3.290 lira.

Bu yılın ilk 2 ayında SGK’ya Hazine’den aktarılan para 65,6 milyar liraya ulaştı. Yıllık açık 350-400 milyar liraya gidiyor. Bu da zamlardan başımızı kaldıramayacağımızı gösteriyor,

Evet, yanıyoruz.

Ama kimimiz ishalken yanlışlıkla, kimimizde bile isteye kullanarak kendimizi uyuşturuyor, kafaya takmıyoruz.

Dediğim gibi, bir kısmımız da iktidarın hamaset nutuklarıyla uyumaya devam ediyor.

s2-1

GEZİCİLER LAYIĞINI BULDU!

“Bir insan acı duyabiliyorsa canlıdır, başkasının acısını duyabiliyorsa insandır” demiş Tolstoy…

Dinimizde ve örfümüzde de bu ve empati konusunda benzer nice sözler var.

Ama biz bir türlü insan olamıyoruz.

Özellikle de söz konusu siyasi bağnazlık olunca…

Bir kısmımız geziciler layığını buldu diye çok sevindi mesela…

Sorsan, içlerinden tek bir tanesi tanımaz. Dosyanın içeriği nedir, hukuk nasıl zorlanmış, mahkeme kimlerden baskı görmüş, kararı veren heyet kimden etkilenmiş, bilmezler.

Ama hüküm vermekte üstlerine yoktur.

Timur soykan yazdı, ben de aktarayım, belki bir nebze insanlığına etki eder;

“Üsküdar’da Validebağ Korusu’nda yürüyorsun. Bahar ile yeşilin her tonu coşmuş, mis gibi bir nefes dolduruyorsun içine. Sevimli bir sincap var ağacın dalında. Kuşların cıvıltısı birbirine karışıyor. Erguvanın dökülmüş çiçekleri boyamış yeri. Bir rüzgârla dalların, yaprakların hışırtısı huzur dolduruyor içine.

İşte bu güzelliği korumak için Validebağ Gönüllüleri ile birlikte yıllardır mücadele edenler dört duvar arasına, betonun içine hapsedildi.

Mesela;

2014’te yürütmeyi durdurma kararına rağmen koruda ağaçlar sökülürken iş makinelerinin karşısına dikilenler arasında Avukat Can Atalay da vardı. Polis tarafından “Kafanı kaldırırsan kafana sıkarım” diye tehdit edildi, gözaltına alındı.

Validebağ Korusu’nda ‘millet bahçesi’, rehabilitasyon adı altında yapılaşmanın önünün açılmasına karşı davalarla mücadele etti.

Mesela;

21 Eylül 2021’de sabaha karşı Üsküdar Belediyesi kamyonlarla kum ve moloz döktüğünde Validebağ Korusu’na koşanlar arasında Yüksek Mimar Mücella Yapıcı vardı. Onlarca kişiyle birlikte kumları poşetlere doldurup korunun dışına taşıyordu.

Mesela;

19 Eylül 2017’de Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı olan Tayfun Kahraman, ‘Validebağ Korusu Nasıl Korunmalıdır Çalıştayı’nda konuşuyordu. Doğal alanların dünyada nasıl korunduğunu anlatıyordu. Validebağ Gönüllüleriyle birlikte betona, ranta doymayanlara karşı yıllarca mücadele etti.

Boğaz’a nazır Üsküdar Kuzguncuk’ta cumbalı evlerin arasında yürüyorsun. Tepelere yükselen yemyeşil alan karşılıyor seni. Verim fışkıran topraktaki fidelerin, çiçeklerin ardında rengârenk, ahşap, tarihi evler görünüyor. Burası; Boğaziçi’nde son kalan bostanlardan. Çocuk oyunlarının cıvıltıları, yükseliyor çimenlikten. Mahalleli bostanda ürettiği taze sebzeleri satıyor.

1990’lardan beri buraya göz koymuştu birileri. Önce hastane sonra okul inşaatı yapmak istediler. Mahalleli ‘Kahraman Bostan Yapılaşmaya Karşı’ sloganıyla direnirken yanlarında Tayfun Kahraman, Can Atalay, Mücella Yapıcı vardı. Onların açtıkları davalar ve Kuzguncukluların direnişiyle burası yeşil kaldı, halkın oldu. 2014’te bostanda kontrolsüz budamayla nar, erguvan ağaçları kesilince testerelerin karşısında onlar durdu.

s3-2

Şimdi burada çimenlere yatıp ağaç dallarının arasından gökyüzünü seyrederken onu korumak için mücadele edenlerin dört duvar arasında, gökyüzünden mahrum haksız hukuksuz hapsedildiğini unutma.

Boğaz’da vapurda martılar peşinde Kadıköy’e giderken eşsiz, tarihi Haydarpaşa Garı’nı görüyorsun. 29 Kasım 2010’da çatısında çıkan yangından beri yaralı, üzerinde bezler sarılı ama halen çok güzel ve iyileşiyor.

Alevler binayı sararken Haydarpaşa Garı’na koşanlar arasında Avukat Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman vardı. Hepimizin içi yandı ama onlar sorumluların cezalandırılması için mücadele etti. Tarihi yapının etrafında akbaba gibi dönüyordu, rantçılar, otelciler, yandaş vakıflar.

Onlar, Haydarpaşa Dayanışması’yla birlikte garın rantçılara peşkeş çekilmemesi için uğraştılar. Can Atalay, Gezi Davası’nda yargılanırken şöyle diyordu:

s4-1

“Eğer bugün Haydarpaşa Garı rantçılara peşkeş çekilemediyse ve orası hala trenlerini bekleyen bir gar ise bu Haydarpaşa Dayanışması’nın mücadelesiyledir.”

Ve Gezi Parkı…

Taksim Meydanı bir beton çölüne dönüştürülmüşken Gezi Parkı’nda bir ağacın gölgesine oturduğunda düşün; burayı korumak için mücadele eden milyonlarca insandan Osman Kavala, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman cezaevinde.

Elbette kadim kentin kahramanları her zaman rantçıları yenemedi.

İstiklal Caddesi’nde yürürken hatırla; Emek Sineması vardı. Koltuğuna oturduğunda zamanda yolculuk yapmış, eski İstanbul’a gelmiş hissederdin. Festivallerde bir başka olurdu havası. Rantçılar milyonlarca dolarlık projeleriyle Emek Sineması’nı kuşattı. Onlar tarihi, kültürü korumak için sinema sanatçılarıyla kol kolaydı. Gaz bombaları, TOMA’lardan sıkılan tazyikli sularla üzerlerine gelindi. Emek Sineması yıkıldı. Yerine yapılan AVM’nin içine kopyası inşa edildi. Artık Emek Sineması rantçıların kafesinde hapis.

Kuzey Ormanları’nda çorak tepeleri, Haliç kıyısındaki tersanede duvar gibi yükselen inşaatı, Ataköy’ü denizden koparan beton kuleleri, tüm kent suçlarını gördüğünde düşün; bunları engellemek için yıllardır mücadele edenler bugün hapsediliyor. Kent suçu işleyenler talana devam edebilsin ve herkes sussun diye…

s5-1

İyiler ve saf kötülük

Avukat Can Atalay’ın tutuklandığı 26 Nisan günü Hendek Davası’nda patron Yaşar Coşkun’un avukatı Abdullah Tekneci Twitter’da “Silivri soğuktur soğuk” yazdı ve yanına gülmekten ağlayan yüz emojisi koydu. Çünkü Can Atalay, Yaşar Coşkun’un 7 işçiyi para hırsıyla nasıl ölüme sürüklediğini kanıtlamıştı. Yaşar Coşkun’un duruşmalarda “Kes sesini”, “Şovmen”, “Provokatör” diye bağırdığı işçi yakınlarını Can Atalay savunmuştu. Abdullah Tekneci ve müvekkili, iş katliamını “Sabotaj” diyerek örtmeye çalışıp avukatlara el hareketleri yaparak hakaretler ediyorlardı.
7 işçinin ailesi adalet beklerken Abdullah Tekneci ve akrabaları Yaşar Coşkun’un perde arkasında olacağı yeni şirket kurmuştu.
Abdullah Tekneci, patlamada ölen genç işçi Halis Yılmaz’ın babası Muammer Yılmaz hakkında suç duyurusunda bulundu. Duruşmada hakaret ettiği iddiasıyla acılı baba geçen hafta karakola giderek ifade verdi.
Ucuz bir roman ya da kötü bir filmdeki kadar belirgin iyi ve kötüler. Grinin tonu bile yok kötülüklerinde, kapkara…”