Eskiden de pek çok şehit verirdik ama o zamane iktidarları, kim bilir belki dini hassasiyetleri olmadığı için(!) şehitliğe kutsiyet izafe ederek sorumluluklarını üzerlerinden atamazlar, tepkiler karşısında süklüm püklüm olurlar, utanırlar ve ellerinden gelse cenaze törenlerine bile katılmazlardı.

Şimdikiler öyle değil…

Tabutun üzerine ellerini koyarak Kuran okuyor, şehitlik üzerine vaaz veriyor, ne mutlu size ki çocuğunuz şehitlik mertebesine ulaştı, diyebiliyorlar.

Yetmiyor, Allah size de o mutluluğu tattırsın babından dua(!) edenleri de bir güzel cezalandırıyorlar.

Konumuzla alakası ne diyeceksiniz…

Meramım şu ki; Bunlar işin kolayını buldular, terör, doğal afetler ve maden kazalarında yaşadığımız can kayıplarına bir ‘şehitlik’ kutsiyeti izafe ederek kurtulmaya çalışıyor ve maalesef de bunu başarıyorlar ki, bu da benim canımı çok yanıyor.

Tamam, doğal afetler bu coğrafyanın kaderi, peki terör ne?

Terör sizin sıfırdan alıp büyüttüğünüz bir canavar değil mi diye sorunca anında kandan beslenmekle ve salt muhaliflik duygusu ile hareket ederek acıyı istismar etmekle suçlanıyoruz.

Doğal afetlere gelince, tamam, en azından sebebi siz değilsiniz, bunu biliyoruz ama neden tedbir almadınız diye sormak suç mu?

Örneğin Soma ile ilgili CHP milletvekillerinin ‘bu ocak derhal kapatılmalı’ uyarılarını kulak ardı etmeniz 301 cana mal oldu diye eleştirdiğimizde neden biz suçlu oluyoruz?

Deprem evet bu coğrafyanın kaderi, de hemen her gün sallanan Japonya’da yıkım ve ölüm olmuyor da, biz neden ölüyoruz diye sormamız suç mu?

İmarda, iskanda, yapılaşmada, kentleşmede neden deprem gerçeğini görmezden geliyorsunuz diye sormayalım mı?

Sormayacaksınız, bu resmen suç…

1999 depreminden sonra toplanan deprem paralarına ne oldu diye sormayın, suç…

İstanbul’da afet toplanma alanlarına ne oldu, neden alayına rezidans yaptırdınız diye sormayın, suç…

Şimdi yardım dilenen Kızılay, toplanan paraları ne yaptı, neden yalı kiraladılar, neden MUSİAD’ın binasında 110 bin lira kirayla oturuyorlar, bu beyzadeler kaç bin lira ballı maaşlar alıyorlar, diye sormayın, büyük suç…

Ve eleştirmeyin çünkü bu insanlık dışı bir davranış(mış)…

İç İşleri Bakanı Soylu dedi ki; “Türkiye’nin deprem konusundaki yeterliliğini tartışmaya açmak, bu saatte yapılabilecek insanlık dışı bir davranıştır.”

Hayda… Yine suçlusu biz olduk iyi mi?

Yahu, yeterliliğinizi tartışmayalım da neyi tartışalım?

Bilim insanları uyarılar yapıyor, raporlar sunuyorlar, dinlemiyorsunuz, tedbir almıyorsunuz ama bunları hatırlatınca biz suçlu oluyoruz, ne güzel memleket!

Prof. Dr. Naci Görür, Elazığ depremini aylar önce katıldığı Hakan Çelik'in programında harita üzerinde göstermişti.

Doğrudan depremin merkez üssü Sivrice'yi adını anarak, söyleyerek "tedbir almalıyız" demişti.

Dinlenilmedi…

Şimdi bunu hatırlatmak ‘insanlık dışı bir davranış’ öyle mi?

Seyrediyorum…

Benim aklım enkaz altındaki insanlarda, yaşadık çünkü…

Ama televizyon kanalları sürekli bakanların peşinde, görüntüde hep onlar var.

Ekranlarda sadece bakanlarla selfi çektirme yarışında olanlar, el etek öpmek için kuyruğa girenlerin görüntüleri…

Ve haber içeriklerine bakar mısınız?

Özellikle yandaş tetikçi medya “Devletimizin olaya anında el koydu, her türlü yardım yapıldı, yapılıyor, hiçbir sorun yaşanmıyor” falan…

Bütün bunlara bakınca iktidar mensuplarının yegane dertlerinin kamuoyunda oluşacak algıyı yönetmek olduğunu anında anlıyorsunuz.

Hala anlamayanlar için de devletin valisi bizzat itiraf ediyor zaten; vali, mikrofonun açık olduğunun farkında değil, İçişleri Bakanı’na “Efendim kamuoyundaki algı çok iyi” diyor.

Demek ki ne olursa olsun, kaç can yanarsa yansın, bunların tek derdinin ‘depremin iktidarlarına zarar vermemesi’ olduğunu, hala anlamayanınız var mı?

Hadi beni geçin, olay anında aynı şeyleri düşündüğümüz Can Ataklı’yı okuyun;

“Bakanların sanki bir savaş yönetiyormuş edasında kameralarla dolu bir salondaki görüntüleri saatlerce yayınlanırken açıkçası canım sıkılıyor ve “Bu kadar şov da olmamalı” diye içimden geçiriyordum ki, zaten bunun planlı olduğu anlaşıldı bu “mikrofon kazası” ile.

Çok belli ki kimi bakanların çok çalışıyor görüntüsü vermesi tamamen kamuoyunda algı yaratmaya yönelik.

Özellikle bakanların neredeyse her cümleye “Cumhurbaşkanımızın bilgi ve talimatları doğrultusunda” diyerek söze başlamaları da bu şovun göstergelerinden biri zaten...

İşte tam bu sırada demesi açık unutulan mikrofondan tüm Türkiye’ye yayılınca “devletin olaya el koyması şovu”nun sihiri de bozuldu elbette.

Buna Kızılay Başkanı’nın da fedakarca yardım için koşması gerekirken “Para yardımlarınızı bekliyoruz” açıklaması yapması milletin tepesini attırıverdi..

Oysa o sırada çok büyük bir çoğunluk depremden zarar görenler için dualar ederken akıllara da ister istemez “Depreme karşı o kadar laf edildi, peki hazırlıklar için gerekenler yapıldı mı, 1999’dan bu yana toplanan deprem vergileri ne oldu?” soruları geliyordu.

Ancak bunlar iktidar için çok korkutucu sorular.

Onların öncelikli derdi kamuoyunun “Her şeyin çok iyi gittiğini sanması” ve bunun aksinin asla söylenmemesi.

Mantık ve uygulama bu olunca, elbette yapılan olumlu işler de bir anda gözlerden silinip gidiyor.”

Bilahare devam edeceğiz…

Ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dileklerimle…

Allah yar ve yardımcımız olsun