Malumunuz Cemaat/Tarikat kumpasına bir gencimizi daha kurban verdik: Enes Kara…

Gençliğinde İslamcı geçinip ülkemize ‘Şeriat’ getirmek için çırpınıp, Hac vesilesiyle Arabistan’a gidip döndükten sonra, uçaktan iner inmez toprağı öpüp, böyle bir ülkede yaşadığı için Allah’a şükür ve böyle bir ülke kurduğu için Atatürk’e teşekkür eden onlarca insan tanıdım.

Davulun sesi uzaktan hoş geliyor, neyin ne olduğunu ancak gidenler, görenler ve yaşayanlar biliyor.

İşte o yaşayanların da kendilerini Laik ve dinsiz Avrupa’ya atabilmek için canlarını ortaya koyma sebeplerinden birisi de budur.

Ömrünün büyük bir kısmını o cephelerde geçiren Atatürk’ün de, bu ülkeyi kurarken o coğrafyada yaşadıklarından ve gördüklerinden etkilendiğini muhakkaktır.

İslam kılıfı altında yapılanları, insanların nasıl sömürüldüğünü, sözde İslami örgütlenmelerin kime ve neye hizmet ettiğini bizzat yaşayarak görmüştür.

Laik bir ülke kurması, “Tekke, Zaviye, Türbelerin Kapatılması” o coğrafyada yaşadıklarını bu ülke insanına yaşatmama arzusundan ibarettir.

“Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir” sözleri boşuna değildir.

Atatürk, tarihten çıkardığı derslerle, modern çağın koşullarını dikkate alarak kurdu.

Laik Cumhuriyeti şekillendiren o devrimlerden birisi, belki de en önemlisi Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılmasıydı.

Gerisini Sinan Meydan’dan aktarayım;

Hz. Muhammet'ten sonra İslam dünyasında aynı anda farklı halifeler ve farklı İslam yorumları ortaya çıktı. Zamanla mezhepler ve tarikatlar doğdu.

Tekke ve zaviyeler, önceleri “kaba softalığa” karşı bir tür sığınma, sohbet, düşünme yeriydi.

Müslüman Türklerin kurduğu tasavvuf tarikatları Orta Asya'dan Anadolu'ya “hoşgörülü” bir İslam anlayışının yayılmasında etkili oldular.

Osmanlı, tarikatları kontrol etmek istedi, resmi dinsel söylemin dışına çıkan ve halkın desteğini alan tarikat şeyhleri ya sürgüne gönderildi ya idam edildi.

Osmanlı'da tarikatlar da devleti kontrol etmek istedi.

Bu bağlamda kıyasıya bir Bektaşi ve Mevlevi rekabeti yaşandı.

17. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahları Konya Mevlevi Çelebi'sinden kılıç kuşanmaya başladılar. Daha sonra Bektaşiler, Yeniçeriler üzerinden devleti kontrol etmek istediler.

II. Mahmut, Bektaşiliği ezmek için Sünni ulema ve Nakşibendi, Kadiri, Halveti, Mevlevi, Sadi gibi öteki tarikatların desteği ile 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdı. Bektaşi tekkeleri, Sünni tarikatlara verildi. Bazı Bektaşi tekkeleri yıktırıldı. Bazıları “kışla” yapıldı.

Yeniçeri Ocağı, Sünni tarikatların desteğiyle kaldırıldığından hükümet aşırı taassup yolunu tuttu. Sağlam dindarlığın yerini riyakâr taassup aldı. Meydan mutaassıplara kaldı.

Her kurum gibi zamanla tekke ve zaviyeler de çürüdü; düzensiz, disiplinsiz, bağnazlık yuvaları haline geldi.

Osmanlı, 1812'de tekke vakıflarını denetim altına aldı. 1826'da Bektaşiliğe darbe vurdu. 1866'da da tekke ve zaviyeleri kontrol etmek için Şeyhülislamlığa bağlı “Meclis-i Meşayıh”ı kurdu.

Tekke ve zaviyelerdeki şeyhleri, dervişleri bu kurum atamaya başladı.

II. Abdülhamit, İslamcılık politikası çerçevesinde tarikatlardan yararlanmak istedi. Abdülhamit döneminde tarikatlar korundu, tekke ve zaviyeler çoğaldı. Hatta dışarıdan ithal tarikatlar getirildi.

1918'de yürürlüğe giren bir tüzükle şeyh ve dervişlerin bozuk davranışları düzeltilmek istendi.

19. yüzyılda Kuşadalı'nın “kapatılmalıdır” dediği tekkeleri, 20. yüzyılın başında Atatürk kapatacaktı.

3 Mart 1924'te Şeriye ve Efkaf Vekâleti'ni kaldıran 429 Sayılı Kanun'un 5. maddesi ile tekke ve zaviyeler Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlandı.

1925 başlarında patlak veren Şeyh Sait İsyanı tekke ve zaviyelerin kapanma sürecini hızlandırdı. İsyan devam ederken Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılıp İstiklal Mahkemeleri kuruldu. 25 Şubat 1925'te Hıyaneti Vataniye Kanunu'nun 1. maddesine “dini siyasete alet edenlerin vatan haini sayılacakları” hükmü eklendi.

Şeyh Sait İsyanı sonrasındaki yargılamalarda, tekkelerin çağdaş Cumhuriyet için büyük tehdit oldukları anlaşıldı.

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Doğu İstiklal Mahkemesi, “tekke ve zaviyelerin birer kötülük ve fesat ocağı oldukları” gerekçesiyle “yargı bölgesindeki tüm tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasına” karar verdi. Ankara İstiklal Mahkemesi de hükümete, tekke ve zaviyelerin ülke genelinde kapatılmasını önerdi.

Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılma Biçimi Cumhuriyet'in Tarihe, Kültüre ve İnsana Saygısı

30 Kasım 1925’te 677 Sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin” kanun çıkarıldı. Bu kanun, 13 Aralık 1925'te yürürlüğe girdi.

677 Sayılı Kanun'a göre “cami ve mescit dışındaki” tekke, zaviye, türbeler kapatıldı. Tarikatlar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması yasaklandı.

677 Sayılı Kanun’a göre kapatılan tekke ve zaviye ve türbeleri açanlar, bu yerlerde ayin yapanlar, geçici de olsa izin verenler, 3 aydan az olmamak üzere hapis ve 50 liradan aşağı olmamak üzere para cezasına çarptırılacaktı.

Ayrıca Türk Ceza Kanunu'nun 131. maddesi “dini görevliler için belirlenen kılık kıyafetin, yetkisiz ve izinsiz giyilemeyeceği” şeklinde değiştirildi.

Bakanlar Kurulu'nun 2 Eylül 1925 tarihli Talimatnamesi ile 773 tekke ve 905 türbe kapatılarak eğitim kurumu olarak kullanılmak amacıyla Millî Eğitim Bakanlığı'na devredildi. (Doğaner, s. 247)

Tekke ve zaviye binalarından uygun olanlar okula dönüştürülürken, uygun olmayanlar ise (çok yıkık, harap olanlar) satılarak elde edilecek parayla köylere okul yapılacaktı.

Talimatnameye göre şeyhler, eğer vakfiyelerinde hüküm varsa, ölünceye kadar tekkelerinde oturabilecekler ve geçim paralarını da almaya devam edeceklerdi.

Ödenekleri kesilen şeyhlerden de ilim ehli olanlara maaş bağlanacaktı.

Türbedarlara da maaşlarının ödenmesine devam edilecek ve bu kişiler camilerde  imam ve müezzin olarak görevlendirilecekti.

Talimatnameye göre tekke ve zaviyelerdeki tarihi eşyalar müzelere taşındı.

Tarihi değerdeki tekke ve zaviyeler ise onarılıp kültür varlığı olarak korundu.

Görüldüğü gibi genç Cumhuriyet tekke, zaviye ve türbeleri kapatırken tarihe, kültüre ve insana saygılı davrandı. Kapatılan kurumlardaki tarihi, kültürel, dinsel eserleri korudu; binaların uygun olanlarını okula veya camiye dönüştürdü. Kapatılan tekke, zaviye ve türbelerdeki şeyhleri ve türbedarları mağdur etmemek için gerekli düzenlemeleri yaptı: Mensupların, ölünceye kadar tekkelerinde kalmalarına izin verdi, onlara maaş ödemeye devam etti ve çoğuna iş buldu.

Atatürk'ün akıl, bilim temelli laik, seküler, uygar Türkiye Cumhuriyeti'nde Ortaçağ bağnazlığının temsilcisi tekke, zaviye, türbelerin yeri yoktu.

30 Ağustos 1925'te Kastamonu Türk Ocağı'nda şunları söyledi: “Ölüleri yardıma çağırmak, uygar bir ulus için yüzkarasıdır… Bugün mevcut tarikatların amacı, kendilerine bağlı olanları, dünya hayatı ile manevi hayatta mutluluğa kavuşturmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, tüm kapsamıyla uygarlığın saçtığı ışık önünde filan ya da falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar topluluğunda varlığını kesinlikle kabul etmiyorum. Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.”

Atatürk, 31 Ağustos 1925'te Çankırı'da da şunları söyledi: “Tekkeler kesinlikle kapatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her alanda doğru yolu gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz, uygarlıktan, bilimden, fenden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız…”

Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması işi, basit bir karar ve kanun işi değildir. Bu karar ve hamle ile Mustafa Kemal, halk hayatına kadar inmiş, kökleri asırların derinliklerinden gelen bütün bu Doğulu sisteme karşı devrimci bir çıkışla açıkça cephe almıştır.

Atatürk, tekke, zaviye, türbeleri kapatarak bu coğrafyadaki en büyük bataklığı kurutmak istedi. Atatürk'ten sonrakiler ise tarikat, cemaat bataklığını yeniden besleyip büyüttüler. Sonuç ortada!

Evet sonuç ortada ve biz bir gencimizi daha kaybettik.

Allah rahmet eylesin!

İnşallah bu son olsun, diyeceğimi ama bütün bu şer yuvalarını kapatmadan olacağını pek sanmıyorum.

Derhal yürürlükteki Anayasa gereği, topu kapatılmalı, toplum ferahlamalı…

CUMA HUTBESİ; ADALET

Bir ülkenin insanları yaşadıkları devletten önce ‘adalet’ ister.

Tabii ki iş, aş, barınma, hürriyet, sağlık, eğitim güvencesi ve geleceklerine ümitle bakmak en temel beklentilerdir ama adalet bütün bunların olmazsa olmazıdır.

Çünkü adaletiniz yoksa sağlığınız güvende değildir, olamaz.

Sağlığınız organ mafyasının elinde tarumar olabilir, ilaç firmalarının reklam malzemesi veya promosyon kurbanı olabilirsiniz.
Eğitim hakkınız her an kısıtlanabilir. Cahillik kaderiniz olabilir.
Mülkiyet hakkınız tesadüflere kalmıştır. Tüm malvarlığınızı Mafya tipi örgütlenmelere veya sistemin içinde konuşlanan çetelere kurban verebilirsiniz.
Adaletiniz yoksa işinizi her an kaybedebilir veya emeğinizin karşılığını alamaz ve sisteme direnen bir anarşist olmaya mahkum edilebilirsiniz.
Adaletiniz yoksa idarecilerinizi bağlayan bir şey yoktur. Ve onlar vazifelerini yapmak mecburiyetinde kendilerini hissetmezler.
Adaletiniz yoksa hürriyetiniz ve geleceğiniz karanlıktır. Bir gün sonrasının garantisi dahi elinizde yoktur. Gördüğünüz haksızlığı görmezden gelmeye mahkum edilirsiniz.
Her an bir çukura düşebilir veya bir trafik kazasına kurban gidebilirsiniz. Çünkü bunlara sebep olanlar o güne kadar herhangi bir müeyyide görmemişlerdir.
Barındığınız yer hırsızlar tarafından her an soyulabilir. Eviniz ve üzeriniz her an aranabilir her an sözlü veya fiili saldırıya maruz kalabilir, sevdiklerinizin önünde utanç duymaya mahkum olabilirsiniz.

Adaletiniz yoksa sizi korumakla görevli kolluk güçleri yozlaşma sonucu çıkar gruplarının kontrolüne girer veya kendileri bir çıkar grubu haline gelerek yaşadığınız ülkeyi bir cehenneme çevirirler.
Adaletiniz yoksa çalışmanın ve dürüstlüğün enayilik, tembelliğin ve kaytarmanın kurnazlık olduğu bir anlayışa kurban gidersiniz.

Adaletiniz yoksa korkak olmaya ve böyle yaşamaya alıştırılır ve hatta mecbur bırakılırsınız.

Çünkü hak aramaya çıktığınız her denemede boynunuzu bükmeye ve güce itaat etmeye mahkum edilirsiniz.

Neticede sistem, kendi kendine yozlaşmaya mahkum olur. Ortada ne devlet kalır ne insan. Adaletin olmadığı bir toprak parçasının sonu budur.
Bu saydıklarımız adaletin ideal olduğu bir memlekette de yaşanabilir.

Ancak hiçbir zaman kural haline gelmez.

Adaletiniz yoksa bu saydıklarımız kural, sizin bu ihtimallere rastlamadan yaşamanız ise bir istisna olur. Veya bu sizin çok şanslı biri olduğunuz anlamına gelir.
Adalet bu kadar önemli olmasına rağmen, insanlar ve elbette mağdurlar, adaleti olması gereken eksene çekmek için neden hiç gayret göstermezler.
Çünkü;

Bir grup; yaşanan çarpık düzenin büyük kurtların kontrolünde olduğu anlayışına sahip olup halkın çabası ile revizyonun mümkün olmayacağı ve direnmenin daha büyük zararla sonuçlanacağı kanaatine sahiptir. Bu yüzden zulmü sineye çekmek bir kaderdir. Onlar için.
Bir grup; bu çarkın zaten kaymağını sömüren tabakasını oluşturduğundan, sistemin düzelmesi kendi emellerini sekteye uğratacağından sürekli sistemin ne kadar adil ve hakkaniyete uygun olduğu propagandasını yapar ve medya gücü ile bunu pekiştirirler.

Bir grup; yapılan bu gri propagandaya inanır. Ve gerçekten yaşadıkları sistemin en adil bir sistem olduğuna kanaat getirir ve ülkelerine anlamsız bir minnettarlıkla minnettar kalırlar.
Bir grup; İki yüzlü idareciler veya siyasetçiler tarafından aldatılmaya mahkum olup her denemelerinde acı reçeteyi yutmaya mecbur edilmişlerdir. Çünkü sistem için idea ve anlayış aynı olup değişen sadece figüranlardır.
Bir grup; hayatın cenderesi altında öyle ezilmişlerdir ki adaletin ne olduğunu sorgulayacak mecalleri kalmamıştır. Adalet onlar için ütopyadır.

Bir grup; ülkenin egemen gücü olmamalarına rağmen, şark kurnazlığı ile veya kurdukları saadet zinciri ile sistemin bütün gediklerini kendi emellerine göre kurguladıklarından, zaten çarpık düzenin devamı onlar için yaşama nedeni haline gelmiştir.
Sonuçta her grup kendi düşünce ve dünyasına göre zulme kayıtsız kalmaya mecbur bırakılmış ve sistem kendi kaderine terk edilmiştir.

Netice;

Adalet herkese lazımdır…

Ve Adalet mülkün temelidir…