Ben baypas sebebiyle korona öncesinden karantina altına alınanlardanım. Benim ki 14 ayı buldu.

Bu durumda kaçınılmaz olarak kısmen bilgisayar ama çoğunlukla televizyon başındayım.

Bu süreçte 56 yıllık ömrümün toplamında seyretmediğim kadar spor, belgesel ve yarışmalar seyrettim.

Sporda favorilerim bisiklet, tenis ve bilardo…

İlk baştan tenis ve bilardoyu severek izler ama o bisiklet yarışmalarına pek anlam veremez, ekran yükü olarak görürdüm. Sonra baktım ki maksat bisiklet falan değilmiş, seyrettirmek istedikleri manzaradan ibaretmiş meğer.

Bisikleti bilmem, kim kazanmış umurumda değil ben sadece o manzaraların tiryakisiyim.

Bu spordan öte, yarışmanın düzenlendiği ülkeler için müthiş bir tanıtım organizasyonu…

Dolayısıyla yarışmayı sunan kişi, bisiklet sporu ve ilgili yarışmadan çok yarışmanın düzenlendiği ülkenin kültürünü, doğal güzelliklerini ve yarış güzergahını yorumluyor.

Bir insanın bütün bunları seyredip de ülkesi ve yaşadığı il adına gıpta etmemesi mümkün mü?

Aylardır bir yandan içim gidiyor öbür yandan geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen yarışmayı iple çekiyordum.

Nihayet oldu. 30 ülkeden 104 sporcu katıldı.  300’ü aşkın televizyon kanalı sayesinde canlı olarak hem de, dünya saatlerce bizi, doğal güzelliklerimizi izledi.

Ne yalan söyleyim çekimler tam istediğim gibi değildi, diğerlerine göre daha amatördü. Görüntü alan arkadaş yanaşıyor yarışmacıya, yakın çekimden dakikalarca sporcuyu, bisikleti, bisikletin ayrıntılarını çekiyor. Haliyle ben de ekran başında ‘lan oğlum bırak bisikletin pedalını çekmeyi, çevreyi göster çevreyi’ diye yırtınıyorum.

Tepeden yapılan çekimler de pek profesyonel değildi doğrusu… Ama olsun, bu kadarına da şükür…

2020 Dünya Dağ Bisikleti Maraton Şampiyonası, Türkiye’de ilk defa yapıldı.

Bu ‘ilk’in Sakarya’da gerçekleşmesi bizim için ayrı bir gurur kaynağı oldu.

Bu köşeden çok yazdım;

Adapazarı Ovası dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen nitelikte verimli topraklardı. Halen ‘adam eksen biter’ şeklinde tarif edilecek kadar verimli…

Ve bu verimli topraklar maalesef sanayileşmeye kurban edildi.

Bilimin milyonlarca yılda meydana geldi dediği o toprakları iş makineleri ile birkaç saat içinde yok edebildik, hiç acımadan…

Peki, doğal güzelliklerimiz?

İlk görenlerin ‘Vallahi siz cennette yaşıyorsunuz’ demelerine şahit olmayanımız yoktur.

Evet cennette yaşıyoruz ama organizasyon bozuk, organizasyon.

Yani bu güzellikleri işleyemedik, geliştiremedik, tanıtamadık, tesisleşip tüm insanlığın hizmetine sunamadık ve bütün bunları yapıp para da kazanamadık.

Böylesine bir potansiyeli hareket geçirmek varken biz İstanbul’un çöplüğü olmaya talip olduk, sanayileştik.

‘Canım ne var bunda, istihdam yarattık, gençlere iş bulduk’ diyen varsa, gitsin en büyük fabrikanın önüne ve saysın; Gelen servislerin kaç tanesi komşu illerden geliyor?

Ve araştırın bakalım, kaç tanesi vergisini ilimize ödüyor?

Havamızı, suyumuzu ve ovamızı kirletmeleri de cabası…

Malumunuz bir de ‘Bacasız Sanayi’ terimi vardır.

İlk akla gelen turizmdir ama bunun yanına tarımı ilave etmezsek olmaz.

Her iki özelliğimizi de heba ettik. Oysa Karadeniz kıyılarımız, orman varlığımız, deniz ve demiryolu ulaşımının sağladığı ciddi avantajlarımız, kültürel, tarihi, turistik değerlerimiz, doğal güzelliklerimiz, plajlarımız, yaylalarımız, her türlü spor etkinliklerine uygun olmamız, turizm potansiyelimiz gibi özelliklerimizi kullanarak ilimizi çok daha geliştirebilirdik. Yapamadık, yapmadılar…

Şu meşhur otomobil fabrikasının temeli atılırken, Merhum Demirel’in tabiriyle “bir tane araba satıp binlerce ton patates alacağız. Onun için bu topraklar sanayiye açılmalı” söylemi geçerliydi.

Demirel bile, yıllar sonra bunun çok büyük bir hata olduğunu söyleyip bu fikrinden döndüyse de biz çıktığımız sanayileşme yolundan dönmedik.

Hatamızda ısrar ettik…

Oysa, geleceğe dair yatırımlar, planlamalar, projeler yapılırken Sakarya’nın coğrafi ve doğal özellikleri, alışkanlıkları, kültürü neyi gerektiriyor ise öyle davranılmalıydı.

Sakarya, İstanbul’un arka bahçesi bir sanayi çöplüğüne değil, tarım, turizm ve hizmet sektörüne talip olmalıydı.

Sakarya, çevre, hava ve su kirliliğine sebep olan, vergisinden bile istifade edemediği sanayi kuruluşlarıyla değil, otelleri, kongre merkezleri, sosyal ve sportif tesisleri, restoranları, piknik ve mesire alanları, patatesi, mısırı ve haliyle fındığı ile gündemde olmalıydı.

Nihayet bir ilki gerçekleştirdik.

Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem Yüce’in deyimiyle “dünyanın en modern ve en fonksiyonel bisiklet parkuru olan Ayçiçeği Vadisi'nde, dünyanın her yerinden sporcuları, takımları, basın mensuplarını, sporseverleri ve bisiklet tutkunlarını ağırladık.”

Dünya bizi konuştu, bizi seyretti, cümle alem doğal güzelliklerimizi belki de ilk kez keşfetti.

Hele bir de, bu organizasyonun da katkılarıyla, dünyada sadece 12 şehirde bulunan “Bisiklet Dostu Şehir” unvanını alabilirsek, değmeyin keyfimize…

Başta Ekrem Yüce Başkanımız olmak üzere, emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler…