Son zamanların en sihirli kelimesi; Beka sorunu…

Bu kelime bugün siyasi omurgasızlığın, kaypaklığın, dönekliğin adeta örtüsü haline geldi.

Yahu sen dün böyle diyordun. Hayırdır?

Mazeret hazır; Beka sorunu…

Ya hani sen bunları asacaktın, yolsuzlukların hesabını soracaktın?

Dur kardeşim, önce beka sorunu…

Şimdi, bu ülke nasıl oldu da bu hallere geldi diye hesap soracak değilim, yahu beka sorunu bizzat failleriyle bir araya gelerek çözülmek zorunda mı diye de sormayacağım.

Faydası olmayacak biliyorum da ondan…

Ama en azından şunu sormazsam olmaz;

Biz en büyük beka sorununu işgal yıllarında yaşadık.

Farklı görüşten, farklı kimlikten, farklı etnik yapıdan kişi ve grupları, vatan ortak paydasında TBMM çatısı altında toplayarak, istişare ederek, birlikte karar vererek bu badireyi atlattık.

Kurtuluş Savaşı’nı başından sonuna kadar bu Meclis yönetti.

Atatürk’ü başkomutan olarak bu Meclis görevlendirdi. Öyle süresiz de değil ha, bu yetki sonsuza kadar verilmedi, Meclis dönem dönem uzattı.

Büyük önder Gazi Mustafa Kemal’e, hop, orada dur bakalım bile dendi.

Biz ne yaptık? Kalktık bütün yetkileri üstelik bütün bu yaşadıklarımızın sebebi olan zatın iki dudağı arasına bıraktık.

Yenikapı önemli bir adımdı, hiç kimse sebep olanı suçlama gereği bile duymadan, bir kısmı taban tepkisini de göğüsleyerek gitti, dimdik durdu, birlik beraberlik mesajları verildi.

Sonra ne oldu? Kim bozdu bu birlik ve beraberlik ruhunu?

Yenikapı paydaşlarını aşağılayarak, hakaret ederek tekrar iç siyasi çekişme zeminine kimin sayesinde döndük?

Ve o referandumda yaşadıklarımız? Hain ilan edilen Hayır kesimine yapılan hakaretler?

Böyle mi çözülecekti beka sorunu…

Bütün yetkileri bana verin, vermezseniz hainsiniz, siz bu işlerden anlamazsınız gibi söylemlerle muhalefeti aşağılayarak mı çözülecekti?

Gelelim MHP’nin beka sorunu gerekçesine…

Bir MHP’li Ülkücü olarak beklerdim ki, arkadaş, biz sana 2002 yılında sıfır terör ve seninde zaman zaman övdüğün ‘hatta işin külfetini onlar çekti kaymağını biz yiyoruz’ diye dalga geçtiğin bir ekonomik istikrar bıraktık.

Sen bu ülkeyi aldın 15 senede beka sorunu yaşayan, bocalayan, önünü göremeyen bir ülke haline getirdin.

Sen kenara çekil bakalım, denilsin.

Kendisi, kesinlikle ‘arkadaş ben yönetemedim, beceremedim, gelin birlikte yönetelim’ diyecek birisi değilse de, MHP kanadından, şu kadar oy almış bir parti taca atılmaz, hiç değilse gel arkadaş birlikte yönetelim, destek olalım, ülkeyi bu uçurumun kenarından döndürelim, babından zorlanmasıydı.

Bir partiye, hele hele yıllarımı verdiğim partiye düşen bu olmalıydı.

Tası tarağı toplayıp Saray’a emir kulu olmak değil…

He gittin mi? Yanaştın mı?

İşte orada ben yokum, olanlara da Allah akıl ve fikir versin…

BEN O BİLGE LİDERİN EMRİNDEYİM

 “Bu yüce makama seçilecek şahsiyetin şaibeden uzak temiz sicile sahip olması şarttır. Türk milleti kral seçmeyecek, sultan atamayacak, emir tayin etmeyecek. Peki, ne yapacak? Cumhuru temsil edecek, milli kimliğe saygı duyup benimseyecek hakkında şaibe olmayan kişiye onay verecektir.

Önce özerkliğe arkasından Kuzey Kürdistan'a açık kapı bırakandan cumhurbaşkanı olmaz, Türkiye'yi birbirine düşürmeye çalışandan cumhurbaşkanı olmaz, bebek katili ile müzakere edenden, teröristlere kucak açandan cumhurbaşkanı olmaz, milleti 36'ya ayırmaya çalışandan, Twitter kapatandan cumhurbaşkanı olmaz, adaletten kaçandan, rüşvetçilere kol kanat gerenden cumhurbaşkanı olmaz, evdeki paralarını sıfırlarken haysiyeti sıfıra düşürenden cumhurbaşkanı olmaz, milliyetçiliği ayaklar altına alandan Türkiye Cumhurbaşkanı olmaz olamayacak.

İki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz, Recep Tayyip Erdoğan'dan da Cumhurbaşkanı olmaz. Siyasi görüşü, fikri aidiyeti meshebi ve yöresi ne olursa olsun, ister AKP'li, ister MHP'li, ister CHP'li olsun, her vatan evladı Cumhurbaşkanı olabilir, ne var ki Erdoğan olamaz, milletin terazisi bu sikleti çekmez.”

Bence de, büyük satranç ustası, bilge lider, bence de…

Ve ben hala bıraktığın yerde, o sözleri söyleyen liderin emrindeyim.

İçine Tayyip(!) kaçmış bir liderin değil…

TEZEKTEN DURUMUN İZAHI

İki arkadaş yıllar sonra karşılaşmış.

Maziyi bir güzel andıktan sonra sıra gelmiş kim ne yapıyor faslına.

Biri demiş ki, senin bir kızın vardı, ne alemde, ne yapıyor?

Öteki başlamış anlatmaya;

Sorma, bizim kız kendini aştı. Çaycı olarak girdiği şirkette kısa zamanda patronun baş tacı oldu. Patron onsuz yemek bile yiyemiyor. Bütün yurt içi/dışı gezilere onsuz gitmiyor. Mesaisine geç kalmasın diye şirketin dibinde ona bir ev tuttu, ne evi bildiğin saray… Araba ve şoför tahsis etti. Yediği önünde yemediği ardında yani… Müthiş para kazanıyor. Çok başarılı oldu bizim kız çok…

Dedikten sonra arkadaşına dönüp sormuş;

Ee, senin de bir kızın vardı yanlış hatırlamıyorsam, o ne yaptı, okudu mu, çalışıyor mu?

Arkadaşı kısa bir sessizlikten sonra, gözleri buğulu bir şekilde cevap vermiş;

Valla ne diyeyim dostum, benim kız da oro.pu oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum!

Şimdi beyler…

Numan Kurtuluş için demediğinizi bırakmadınız, ben de öyle.

Ne satılmışlığı kaldı, ne omurgasızlığı…

Süleyman Soylu için de öyle…

Hele Tuğrul Türkeş için söyledikleriniz ve söylediklerimizi burada poşetlemeden yazmam mümkün değil.

Hepsine gerekeni söyledik mi? Söyledik? Yazdık mı? Yazdık. Tefe tuttuk mu? Tuttuk.

Bugün aynı safta buluştunuz mu? Buluştunuz…

Şimdi tek farkınız, siz içine düştüğünüz tezekten durumu gayet güzel anlatıyorsunuz, onlar anlatamamışlar.

Gerisi hikaye…