Cumhurbaşkanımız, pandemi sebebiyle eleştirilen sağlık sistemine ve şehir hastanelerine kutsiyet atfetmek için olsa gerek ‘bizden önce ambulans yoktu’ dedi.

2018’de seçim öncesi mitinglerde daha da ayrıntılı söylemiş;

Kelimesi kelimesine “Biz gelmeden önce MR mı vardı, tomografi mi vardı? Geldiğimizde birkaç tane kırık dökük ambulans vardı. Eskiden hastalar köpeklerin çektiği ambulans ile götürülürdü. Şimdi paletli ambulanslarla bu işi yapıyoruz” demişti.

Ben de diyorum ki, ‘var’larla ‘yok’ları kıyaslamaya kalkarsak zararlı çıkarsınız.

Hayır, kendilerinden öncekilerin yaptıkları ve sattıkları fabrikalar konusuna girmeyeceğim, sizden önce dış borç da yoktu, en azından bu kadar değildi diye de sormayacağım.

Çünkü benim için, dün olup bugün yerinde yeller estiği için canımı yakan konuların başında ekonomi gelmiyor. Benin önceliğim adalet ve hoşgörü…

Yaşı yetenler bilir, eskiden ‘Devekuşu Kabare’ vardı, Zeki Alasya ve Metin Akpınar, üstelik de 12 Eylül’ün halen etkili olduğu yıllarda muhalif oyunlar oynarlardı.

Eskiden ‘Olacak O Kadar’ vardı. Levent Kırca ve ekibi, dönemin iktidarlarını mizahi üslubu ile yerden yere vurur, hem güldürür hem düşündürürdü.

Mesele Tansu Çiller Başbakan iken izlenme rekorları kıran bir ‘Jetski’ bölümü vardı ki evlere şenlik.

İşte o Levent Kırca anlatıyor;

“Süleyman Demirel Başbakan.

Biz de ‘Gereği Düşünüldü’ isimli bir müzikal oynuyoruz. Yer yerinden oynuyor. İnanılmaz bir ilgi görüyor. Yenikapı'daki Hürriyet çadırında, günde 3.500 kişiye oynuyoruz.

Sert bir kış, çok kar yağdı. Çadırın bir kısmı çöktü. Oyunlar durdu.

Çadırı onarıp yeniden başlamam lazım. Ancak para gerekiyor.

Kredileri de bankalar bu kadar kolay vermiyor. Hatta hiç vermiyor.

Başbakan Süleyman Demirel'den randevu aldım.

Kendisiyle Başbakanlık konutunda buluştuk. Durumu anlattım. ‘Yardımcı olun da bir bankadan kredi çekeyim’ dedim.

Dedi ki, ‘Kredi çekersen ezilirsin, üzülürsün. Müsaade edersen bu parayı sana ben ödeyeyim. Geri vermene de gerek yok.’

Telefonu kaldırdı, Kalem-i Mahsus Müdürü'ne ‘Bana çek defterimi getir’ dedi. Gereksindiğim para da az bir para değil hani…

Bir anda sanatım gereği, Süleyman Bey’e yaptığım (ve sanat anlayışım gereği bundan sonra da yapacağım -yapmak zorunda olduğum-) eleştiriler geldi gözümün önüne.

Birden ayağa kalktım. Dedim ki, ‘Eğer darılmazsanız ben bu parayı sizden alamam.’

“Neden?” dedi.

‘Ben sizinle aynı görüşte değilim. Üstelik böyle bir para, sizi eleştirmeme mani olur.’

Güldü… ‘Bugüne kadar oynadın. Yerin dibine soktun beni, sana mani mi olduk? Al parayı git gene oyna’ dedi.

Nezaketine teşekkür ettim. Parayı almadan Başbakanlık konutunu terk ettim.

Kardeşi Hacı Ali Demirel'i arayıp bu davranışımdan ötürü, bana hayran kaldığını belirtmiş.

Daha sonraki yıllarda, eşi Nazmiye Hanım'la gelip, bizzat onu eleştirdiğim oyunlarımı kahkahalar atarak izledi. Açtığım tiyatroların açılışlarını yapıp, kurdelelerini kesti.

Farklı bir hoşgörüye sahipti.

Birkaç kez hastalanıp hastaneye yattım. Beni ilk arayan o oldu. Oynadıklarım ve ona karşı eleştirilerim nedeniyle ne bana dokundu ne de yasaklama getirdi.”

Peki, şimdi?

Geçtiğimiz Şubat ayı rakamlarından yola çıkarak;

Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’in döneminde açılan dava sayısı 340, Cumhurbaşkanı Turgut Özal dönemi 207, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel dönemi 158, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer dönemi 163…

AKP ile birlikte tırmanışa geçiyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde, bir önceki döneme göre yüzde 420 artış göstererek 848 oluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan itibaren toplam sanık sayısı, Abdullah Gül dönemine göre yaklaşık 20 kat artarak 17 bin 406 oluyor.

Malumunuz, bugünkü Cumhurbaşkanımız diğerleri gibi bağımsız, tarafsız değil, o aynı zamanda bir partinin genel başkanı ama açılan hakaret davaları eski sisteme göre değerlendiriliyor.

Kendisi, kendinden olmayanları bir güzel haşlayabilirken, kendine yönelik eleştiriler “Devlet Kuvvetleri Aleyhinde Cürümler” olarak değerlendirilip cezalar katmerlendiriliyor.

Yani o konuşurken, eleştirirken bir partinin genel başkanı ama başkaları onu eleştirince vay sen misin cumhurbaşkanımıza hakaret eden?...

Dolayısıyla Erdoğan, Kılıçdaroğlu'na “terbiyesiz” derse bir şey yok, aynısını Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a derse Cumhurbaşkanı’na hakaret etmiş oluyor

AKP Genel Başkanı meydanlarda, ekranlarda, saray toplantılarında, “muhalefete, çete, terör ittifakçıları, terbiyesiz, ahlaksız, alçak, şerefsiz, edepsiz, rezil, namussuz, yalancı” diyebiliyor, bütün bunlar eleştiri olarak kabul edilebiliyor ama aynı kelimeleri mesela Kemal Kılıçdaroğlu söylese, anında savcılar harekete geçiyor.

Çünkü bu sözlerin bir cumhurbaşkanına söylenmesi suç ama kendisi parti genel başkanı sıfatıyla başkalarına söylerken suç değil.

İşte Türkiye’nin getirildiği adalet ve hoşgörü ortamı bundan ibaret...

Dolayısıyla alın ambulanslarınızı da, gerekirse o yollarınızı da sökün ama bana adalet ve hoşgörüyü geri getirin!