Sevgili okurlar,
Çarşamba günkü yazımda,”tarım kenti Sakarya’ya” dikkat çektim..
Kısada olsa Türkiye Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bayraktar’ın Sakarya ziyaretleri ve yaptığı konuşmanın bir bölümünü sizlerle paylaştım..
Eğer, Sakarya’nın bir” tarım kenti” olarak adlandırılmasını, bu manada değerlendirilmesini, yeşil dokunun korunmasını, farklı ürün yelpazesi yanında, geleneksel ürünlerimize sahip çıkılmasını, verimli tarım arazilerinin ıslahını ve imara açılmamasını istiyorsak, şu Kırkpınar’daki eylemci insanlarımıza da kulak vermek zorundayız!?
“Zorundayız” diyorum, aslında bu sese kulak verme noktasında herkes üzerine düşeni yapmalıdır..
Niye ki?
İdari erk, bir tasarrufta bulunarak, bir projeyi hayata geçirmek istiyor..
Öyle de, yöre halkına sordunuz mu, tanıştınız mı, onların rızalığını aldınız mı, bir istişarede bulundunuz mu?
Bulunsanız, bu insanlar niye isyan noktasında eyleme kalkışır ki?
Öyle değil mi?
Evet,”teleferik projesinden” söz ediyorum..
Kardeşim, halkın istemediği bir projeyi hayata geçirmenin inadı nedir ki?
“Biz seçildik, her şeyi yaparız” anlayışının tezahürü mü bu?
İlla da ballı kaymak “rant projeleri “ yerine, “halkın uzlaştığı, birliktelik ettiği”, gelecek açısından üzerine titrediği, bölgeye büyük ivme kazandıracak projeler yerine, neden halkı rahatsız eden, yeşil dokuya dokunan, halkın toplama alanını işgal eden bir projede inat edersiniz ki?
Demokrasilerde “inat” etmek, ne demek?
Başınızı kaldırıp, bu yeşil dağlara baktığınızda vicdanınız hiç mi sızlamaz?
Bu güzelim Sapanca Gölü’nün su kaynakları, nasıl oldu da imara açıldı ve bu villalar, apartmanlar, binalar bu yamaçlara nasıl,ne zaman dikildi?
Ey vicdan, ey hizan, ey sorumluluk neredesin?
“Seçildiniz “diye, her şeyi yapma yetisini, kendinizde nasıl görürsünüz?
Sizlere “vekalet” verenlere ihanetiniz, kastınız nedir ki?
Bir yandan “tarım kenti Sakarya” diyeceksiniz, öte yanda “tarımın akciğerlerini” işgal edip, yakıp, yıkacaksınız?
Oldu mu?
Lütfen, halka “uzlaşma elinizi “ uzatınız!
Demokrasilerde “uzlaşma” çok önemli bir kurumdur..
Bakınız, bir zamanlar “koalisyonlardan” korkanlar, şimdilerde nasılda uzlaşarak, iktidar için “birlikteliklere, ortaklıklara” razı oldu?
Lütfen uzlaşınız, orta yolu bulunuz!
Lütfen yarın “pişmanlık yaratacak projelerde inat” etmeyiniz!
Her şeyin bir çözümü mevcuttur..
Yeter ki, birbirimize güvenelim, birbirimizi anlayalım..
“İnat teleferiği” kurmak, kime ne yarar getirir ki?
Kaldı ki, bu projeyi “biraz ötede uygula” deniyorsa, daha ne denecek ki?
***
Atatürk Diyar ki?

ATATÜRK'ÜN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN II. DÖNEM
1.Yasama Yılını Açış Konuşmaları/13 Ağustos 1923
Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 1, Sayfa 36
(Devamla..4.BÖLÜM)
Birbiri ardına, üstün düşmanlara karşı kazanılan Ermenistan zaferi, Birinci İnönü zaferi, İkinci İnönü zaferi ve güney cephesi savaşlarında gösterilen özverili karşı koyma dönemleri, milli ordunun onurlu tarihinde ilk değerli olaylar olarak her zaman parlaklığını koruyacaktır. (Alkışlar)
Efendiler,
Mücadele yılları birbirini izledikçe, genç ordumuz yiğitlik ve cesaret temelleri üzerinde sürekli yükseldi. Milli iradenin verdiği en önemli görevleri kahramanca yerine getirme gücünü ve görkemini gösterdi. Ankara'ya yürüyen gururlu Yunan ordusunu, Sakarya Meydan Savaşında yendi ve geri çekilmesini sağladı. Son olarak bütün Yunan Küçük Asya ordusunu, Afyon Karahisar - Dumlupınar Meydan Savaşında tümüyle yendi ve bütün bölümleri ile Anadolu topraklarına gömdü, yok etti. (Şiddetli alkışlar) Her bölümü vatan için, milli tarihimiz için, çocuklarımız ve gelecek neslimiz için onurlu olaylarla dolu büyük bir kahramanlık öyküsü oluşturan Anadolu savaşlarının heyecan veren ayrıntılarını tarihe bırakıyorum.
Fakat efendiler, ulusumuz; ulusun sanat ruhu, müziği, edebiyatı ve bütün güzel sanatları bu kutsal savaşın tanrısal namelerini güçlenen bir vatan aşkının coşkusu ile her zaman söylemelidir. (Alkışlar)

Efendiler,
Özetlediğim askeri olaylarımızı birçok önemli politik faaliyetlerimiz izlemiştir. Bu arada Ruslarla halen yürürlükte olan bir dostluk antlaşması imzaladık. Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Afganistan ile de aynı nitelikte antlaşmalar imzaladık. Doğu cephesinde kazandığımız zafer sonucunda Ermenilerle barış yapıldı.
O dönemde Batı devletleriyle olan ilişkilerimize gelince, yalnız Fransızlarla pek az konu içeren Ankara anlaşmasını yapabildik. Her büyük savaştan önce veya sonra barışı sağlamak için içten çalışmamıza karşın başvurularımız ya geri çevrildi ya da küçümsenme ile karşılandı.
Efendiler,

Ne yapalım ki, maddi güç ile sağlamlaştırılmayan hakların başarısızlığa uğradığını belirten, başlangıçtan bu yana değişmeyen genel kural, bizim hakkımızda da hoşgörülü bir ayrıcalık tanımadı. Milletin iradesi, fiili ve kesin bir zaferin simgesi olarak ortaya çıkmadıkça, barış perisi huzurlu kollarını bize açmadı.
Efendiler,
İlk Meclisimiz ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak, ulusumuza can verecek bir barış sağlamak amacına doğru yürürken, aynı zamanda yeni Türkiye devletinin yapısını kurmaya ve sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Bu amaç ile kanunlar kabul etti, kararlar aldı, devletin çeşitli kısımlarının ihtiyaç duyduğu birçok sorunu da çözüme ulaştırdı.
Efendiler,
Bundan önceki Meclis, iç durumumuzu ve askeri girişimlerimizi özendirmiş ve birliğimizi bozan belirli kişilerin varlığına karşın, görevlerini hoşgörüyle yapmış ve genel olarak vatan ve millet için kurtuluş ve yaşamının ümidi olmuştur. (Alkışlar)
Sayın efendiler, dört yıllık çalışmadan sonra, son ve kesin zaferimiz üzerine Mudanya askeri anlaşması yapıldı. Ve barış görüşmeleri dönemine geçildi. Bu görüşmelerin yapılışı sırasında karşılaştığımız zorluklar pek çoktur. Fakat ben bunu normal buluyorum. Çünkü bu barış görüşmelerinde düzeltilecek sorun, dört yıllık değil, dört yüz yıllık bir devrin kötü mirası idi. (Doğru sesleri)..”
(Devam edecek)
***
Sevgili okurlar,
Türkiye’de siyaset alanında yaşanan “kısır döngüden”, beklenti içinde olanlar olabilir..
Ama şu geçen 18 Yıl içinde yapılan yanlışlar, kandırılmalar, aldatılmalar, yaşananlar, iktidardan düşmemek adına verilen tavizler, içte ve dışta Türkiye’yi zor duruma düşürmüştür..
Bakınız, gittikçe Batı’dan kopan Türkiye, Cumhuriyet’in 96.Yıldönümü, içte ve dışta büyük coşku ile kutluyor..
Tam bu sırada, yurtdışı temsilciliklere bir emir uçuruluyor..
Resepsiyonlara, “alkol yasağı” getiriliyor!
18 Yıl sonra gelinen noktaya bakınız?!
“Alkollü içecek yok, ayran içiniz “demek, ne demek?
Madem, “alkol yasağınız” var, neden yabancı misyon şeflerini, bu resepsiyonlara çağırırsınız?
O zaman,”resepsiyon” bölümünü iptal ediniz
Peki, Laik, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti, bu kararı, hangi gerekçe ile alıyor ki?
Şehit cenazeleri geliyorsa, Allah aşkına 30, 40 Bin insanını teröre kurban vermiş bir Türkiye’de, bu yasağa getirecekler mi yoktu?
Suudi Kralı için yas ilan edenler, o zaman şehitlerimiz içinde yas ilan etsinler, konu daha iyi anlaşılsın?
Ne oluyor, neler oluyor?
Hani itibardan tasarruf edilmezdi!
Bir ara, bu resepsiyonlara “rakı yasağı da” getirilmişti..
Rakının bu tür resepsiyonlarda, korkudan beyaz peçetelere sarılarak içildiğine de şahitlik etmedik mi?
Gerçekten anlamakta güçlük çekiyoruz!
Türkiye’nin itibarı elbette, rakı, şarap ve diğer içeceklerle kaim değildir..
Ama uygulama, özellikle yabancıları şok etti!
Biri bu yasağın gerekçesini, izah etmeli!?
Bu karar, gerçekten Türkiye’ye yakışmadı!
Kimsenin Laik, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne gölge düşürmeye hakkı yoktur!?
Yakışmadı!?