Önceki gün, İl İstişare Toplantımızı gerçekleştirmek amacıyla ilimizi ziyaret eden DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcılarının basın açıklamasına katıldım.

Sendikal ve siyasi görevlerim gereği ahir ömrüm basının önünde ve sorulara cevap veren konumda geçti malumunuz.

Yani bu tarafın biraz acemisiyim.

Acemiliğim belli olmasın diye de dersime çalıştım elbet.

Sorabileceğim ‘en kazık’ soruları hazırladım.

Etik anlayışım gereği, soracağım soruların cevabını da bilmem gerektiği için soruların cevaplarını da araştırdım.

Sonra, bütün merakı giderilmiş, soracağı soruların cevaplarını almış bir çakma gazeteci olarak geriye sadece resim çekmek kaldı.

Bu benim DEVA Partisi organizasyonuna üçüncü katılışım.

İlki Babacan’ın iftar programıydı, yedik içtik, ayrıldık, pek bir şey anlamadım yani…

İkincisi Mudurnu’da gerçekleştirilen Çevre Eylem Planı’nın açıklandığı organizasyondu. Biraz hatıra binaen biraz da turistik gerekçelerle katıldığım bu organizasyon, ben de öyle bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı yarattı ki, üçüncüsüne katılma sebebim de bu oldu.

Bir fırsat bularak bu şaşkınlığımı ve hayal kırıklığımı Sayın Babacan ve eşine de aktardım.

Tanıştırıldığımız da beni gazeteci sandığı(!) için olsa gerek o mutat soruyu sordu Ali Babacan; Erol Bey nasıl buldunuz?

Dedim müthiş bir hayal kırıklığı, müthiş bir şaşkınlık yaşıyorum şu anda…

Haliyle onlar da şaşırdılar bu tepkime, eşi Zeynep Hanım nasıl yani diye sorunca meramımı aktardım.

Size de aktarayım;

Yıllardır siyasetin içindeyim. İdeolojim gereği gönül verdiğim partimin ve sendikal görevim ve çakma gazeteciliğim gereği onlarca partinin programlarına katıldım.

Yani parti nedir, işleyişi ve özellikleri nasıldır bilirim.

Dolayısıyla burada gördüğüm DEVA Partisi, benim gördüğüm bildiğim anlamda bir parti değil.

Bu bambaşka bir şey…

Burada genel bakana tapınmak yok mesela…

Partililer o kadar rahatlar ki, genel başkan ve yardımcılarıyla ilişkileri adeta kankalık seviyesinde ve yönetim bazında o bildiğimiz hiyerarşi yok.

Mesela Ali Babacan sunum yaparken, yardımcıları arkasında tespih gibi dizilmiyorlar, kimi ön bölümde kimi arka bölümde, bacak bacak üstüne atıp, gayet rahat bir şekilde sunumu izliyorlar.

Genel başkanın arkasında, genel başkanla bir fotoğrafım olsun diye birbirini çekiştiren magandalardan da eser yok.

Yine mesela, bir genel başkan yardımcısı, ki mevzu da onun alanı, sahnede konuşuyor, arkasında o partinin genel başkanı, eğreti bir bankta bir saate yakın oturup konuşmayı dinliyor.

Ba ba ba… Bir partinin genel başkanı, bir başkasının konuşmasına izin verecek, bir de oturup onu dinleyecek, nerde görülmüş?

Ve DEVA Partisi öyle lider sultasıyla hareket eden, herkesin pür dikkat liderin ağzına baktığı bir oluşum da değil.

Öyle kişi ve lider endeksli değil, kurumsal bir yapısı var, ortak akıl sürekli devrede, kararlar istişareyle alınıyor, istişare toplantıları göstermelik ve liderin emirlerini dikte etmek için değil, birbirlerinden istifade etmek için yapılıyor bu istişareler…

Ve ekibin özgeçmişine yani gavurcası CV’sine bakıyorum da herkes alanında uzman. Mesela bir Burak Dalgın var ki, babası olsam ‘ulan bu cv ile senin ne işin var siyasette’ diye odunla kovalarım.

Dolayısıyla yaşadığım şaşkınlık ve hayal kırıklığının sebebini aktarınca, Babacan çifti de derin bir oh çektiler, aman en kötü tarafımız bu olsun dediler.

O kadarıyla bırakmadım elbette, hazır yakalamışım!

Buraya gelmeden önce resimlerinize baktım, çoğu spontane resimler, bırakın halkla ve partilerle ilişkileri bir tarafa, sizin birbirinize bakışınızı keşfettim. Hani bir bakış neler neler anlatır derler ya, ben bu bakışlarınızdan ne kadar insani, ne kadar sevgi dolu olduğunuzu gördüm ve kendi kendime dedim ki Afşar oğlum, bu aileden vatana, millete, kimseye zarar gelmez. Bu memleketin o iğrenç siyasetini ancak bu aile temizler.

Abartmıyorum.

Siz de bakın, araştırın karşılaştırın ama bunu yaparken birkaç dakikalığına hamasi duygularınızı, tarafgirliğinizi bir tarafa bırakın yani birkaç dakika insan olup hayatı ve olayları insan gözüyle değerlendirin, bunu yapabilenler bana hak vereceklerdir.

Aklım almıyor. Tam da hayatlarının baharında, birbirini seven, birbiriyle daha çok vakit geçirmek için de maddi manevi her fırsata sahip bir aile, ahir ömrünü başkalarını düşünerek neden harcar?

Hani bir reklam repliği vardı “Sen mi kurtaracan memleketi Selo?”

Sadece aile yapısıyla sınırlı değil bu şerhim…

Babacan’ın uluslararası itibarı, siyaseti elinin tersiyle itip gelen uluslararası teklifleri neden değerlendirmez bu adam dedirtiyor.

Zorla siyasete itilmeden önce bırakıp geldiği uluslararası firma danışmanlıkları bu ülkede onlarca başbakan ve cumhurbaşkanı maaşı ediyor.

Hadi diyelim ki ihtiraslı, gözü doymuyor, mevki makam hastası, hayır öyle biri de değil. AKP’nin ‘ne istiyorsa verelim’ teklifini değerlendirip bu partiyi kurmayabilirdi.

Ve aslında ekonomik olarak hiç ama hiçbir şeye ihtiyacı olmayan birisi Babacan…

Ankara girişinde koskoca Babacan Holding tabelasını görmüşsünüzdür.

Ben de ilk gördüğümde ‘ey siyaset nelere kadirsin, bak bu da yolunu bulmuş’ demiştim de bir arkadaşın ‘günahına girme, bu holding AKP’den önce de vardı’ uyarısıyla istiğfar getirmek zorunda kalmıştım.

Yine gevezeliğim tuttu, uzattım, asıl konuya yani ziyarete yer kalmadı.

Onu da yarın aktarayım.