Çoğumuz, insani ilişkilerimizde ön yargılı yani peşin hükümlüyüz.

Siyasal, toplumsal ve kurumsal ilişkilerimizde de öyle…

Aradaki fark, kişisel ilişkilerimizde bazen ön yargımızı kendimiz oluştururken, diğer ilişkilerde ise yaratılan algı neticesinde ön yargılı olabiliyoruz.

Kişisel olarak nasıl kendimize toz kondurmuyorsak, siyasal, toplumsal ve kurumsal olarak da, kendi siyasi görüşümüz, kendi grup veya toplumumuz veya ait olduğumuz takım veya kurumumuza toz kondurmuyor, hatayı sürekli karşımızdaki şahıs, parti, grup, kurumda arıyoruz.

Biz nefsimizi hoşnut etmek için kişisel önyargılarımıza sarıldıkça içimizdeki ‘şeytan’ semirirken, siyasal, toplumsal ve kurumsal yapılar ise bizde oluşturdukları önyargılarla beslenip, semirip büyürler.

Hasılı önyargı, insanların gruplara, nesnelere, ideolojik fikirlere ve ‘diğer’ olan her şeye karşı önceden belirlediği veya birilerinin belirlediği düşünce ve basmakalıp tutumdur.

Bu girişten maksat şu ki, benim öncelikli derdim ideolojik önyargıdır.

Olup bitenleri hayra alamet görmüyor, bu gidişle birbirimize girmeyeceğimizin, bir iç savaş ile baş başa kalmayacağımızın garantisini veremiyorum.

Felaket kamplaştık…

İdeolojik, siyasal, mezhepsel, dinsel her anlamda ayrıştırıldık ve neredeyse finale yani tokuşturma noktasına getirildik. Bir kıvılcım bekliyoruz ki bizden olmayanı boğazlayalım…

Oldum olası, bu, önyargıların oluşturduğu kamplaşmada, dindar olduğunu iddia edenlerin başı çekmelerine bir anlam verememişimdir.

Tamam, dünyadaki bütün savaşlar din üzerinden harlandı, tamam hele ki son dönemde bazı gruplar dünyaya kafa kesme metotlarını itina ile gösterebildiler ama biz, Müslüman Türk milleti, böyle değildik. Bizim dini tebliğ metodumuz, emrolunduğu gibi yaşamamız, diğerlerine karşı hoşgörümüz farklıydı, ne oldu bize?

İslam’ı tebliğ ve temsil ettiği iddiasında olanların, şu son zamanlar da yedikleri herzelere bakıyorum da, bunlar hangi dinin dindarı acaba diye sormadan edemiyorum.

Ama asıl derdim, benden olduklarını, benim gibi düşündüklerini sandıklarımın tutum ve davranışları…

Yani kendi önyargılarım beni ne kadar ilgilendiriyorsa, dava arkadaşlarımın, yoldaşlarımın önyargıları, peşin hükümleri, bağnazlıkları ve taassupları da aynı derecede üzüyor, içimi acıtıyor.

Hep bu manada yazmak istedim, bağnazlık sonucu doğru bilinen yanlışları tek tek ele almak istedim ama vakit bulup başlayamadım.

Geçtiğimiz 18 Mayıs, Türkan Saylan’ın ölüm yıldönümüydü. Bu bir başlangıç olsun istedim.

Ama konuya girmeden önce çevremde ulaşabildiklerime Türkan Saylan hakkında ne düşündüklerini sordum.

Sonuç benim açımdan bir facia ve önyargılarımızın müthiş bir zaferi olarak karşıma çıktı maalesef…

Maalesef biz hep insanların kimliklerine bakarak yorum yaparız, kişiliklerine bakarak değil.

Ona verilen nüfus cüzdanında yazan bilgiler, kendi tercihi olmayan ırkı, rengi, cinsi, mesleği, kendi tercihi olan diyeyim ama bence olmayan -ki bu ayrı bir yazı konusu ve dini görüşümüz kendi tercihimizden çok atalarımızdan miras bence- dini, mezhebi tuttuğu takım, beğendiği lider, siyasi görüşü, onun hakkında hüküm vermemize yetip artıyor.

Bir başkasının bizim siyasi görüşümüzden olmasa da iyi bir insan olacağı ihtimalini bile aklımıza getiremiyoruz.

Hele bu önyargıyı dinimiz sebebiyle oluşturuyorsak, bu ayrı bir facia, büyük bir vebal…

Çünkü Müslüman sabit fikirli olamaz.

Müslüman; müsamahakâr (hoşgörülü), tüm görüşlere karşı açık olup tartışabilen, doğruyu yanlışı ayırt etmesini bilen, bir konuyu tüm detayları ile araştırıp okumadan, öğrenmeden körü körüne iddiada bulunmayan, hiçbir fikre, kişiye, topluluğa karşı ön yargıda bulunmayandır.

Her şeyden önce İslam, akıl, mantık ve hoşgörü dinidir.

Biz Müslümanlar olarak ön yargılarımızdan kurtulup daha kendi içimizde bu hoşgörüyü yakalayamıyorsak, sabit fikirle başka görüşlere karşı çıkıyorsak; İslam’ı diğer dinlere mensup olan kişilere nasıl anlatacağız? Nasıl tanıtacağız?

Hoşgörü dini olan İslam’ı böyle mi tebliğ edeceğiz? Bizler değil miyiz, önünden geçen Yahudi cenazesine saygı gösterip ayağa kalkan; hoşgörü ve merhamet sahibi Hz. Muhammed ümmeti?

Ne çabuk unuttuk kimin ümmeti olduğumuzu…

Birkaç vefat ve cenaze haberi örneği vereyim; kapatayım. Ama Türkan Saylan’ı özellikle bir yazı konusu yapacağım, duyurulur…

Gençler, Bilkent Üniversitesi öğrencisiydiler. Yılbaşı gecesi, doğalgaz zehirlenmesinden hayatlarını kaybettiler. Sorumluların yakasına yapışmak yerine, aman belediye zarar görmesin diye “üstleri yarı çıplaktı” dediler. Yandaş medya “kızlı erkekli alkolden öldüler” diye haber yaptı.

Zeki Alasya vefat etti. “Rahmet okunmamalı, cenazesi camiden kaldırılmamalı” dediler.

Levent Kırca vefat etti. “Müslümanlara zehir saçan alkolik tiyatrocu öldü” diye yazdılar.
Tarık Akan vefat etti.  “Cuma bereketiyle geldi, ateşi bol olsun, elhamdülillah bir RTE düşmanı daha gitti, geberdi melun, artık cehennemde rol kesersin” dediler.
Yaşar Nuri Öztürk vefat etti. Yandaş gazetede “bunun cenaze namazı kılınacak mı?” diye sordular.

Kamer Genç vefat etti. Akp belediye başkan yardımcısı “Allah düşmanları bir bir gidiyor” dedi.

Pamir bebek kayboldu. Cansız bedeni komşu villanın yosunla kaplanmış havuzunda cansız bulundu.

 “Annesi Gezi eylemcisiymiş, Annesi Aleviymiş, Annesi DHKP-C'liymiş” dediler.

Ankara Garı'nda bomba patladı. 109 insanımız hayatını kaybetti.

Konya'daki milli maçta güya saygı duruşu yapılırken hayatını kaybeden insanlarımız yuhlandı, ıslıklandı. Sosyal medya hesabında canlı bombaya fatiha okuyanlar oldu.
TRT'de “ölenlerin hepsini aynı kefeye koymayın, oradan geçen masum insanlar da vardı, kurunun yanında yaş da yanmasın” mesajı okundu, spiker “aynen katılıyorum” dedi.

Gördüğünüz gibi önyargılarımız bizi birer şizofrenik birer vaka haline getirdi de sosyal bir faciaya doğru sürüklüyor.

Dikkat…