Sevgili okurlar,
Dün ki yazımın başlığı “ Ders aldık mı “ idi?
Hani o tekerleme vardır ya, “hiç ders alınsaydı, tarih tekerrür eder miydi” diye?
Belçika’da hızlı, stresli, aldatmacalı, kovalamacalı, kıskanç bir ortamda gazetecilik yapıyoruz..
Avrupa Birliği’nin(AB) ve Belçika’nın başkenti Merkez  Brüksel Belediyesi sınırları içinde, Place Schuman yakınlarında “İPC” denilen basın merkezinde her sabah, akşam toplanıyoruz..
İşimiz elbette, gazetelerimizi, televizyonlarımızı, radyolarımızı temsil..
Daha “dijital teknoloji” ile tanışmadığımız günler..
basın merkezinde bizden başka, Yunanlı, İtalyan, İspanyol ve diğer ülkelerden de gazeteciler var..
Bir iki teleksin bulunduğu bir oda..
Sabah gelen, erkenden teleksin başına geçiyor, acil, öncelikli haberlerini geçiyor..
Resimler,ya posta ile gönderiliyor, ya da telefoto veya Belga Haber Ajansı ile diğer haber ajanslarından geçiliyor..
Oralarda da sıra var..
Habercilik gerçekten zor bir meslek!
İstanbul bildiğiniz gibi..
Cağaloğlu, Bab-ı Ali yokuşu yine hareketli günlerini yaşıyor..
O zamanlar, Brüksel’de bir muhabir bulundurmanın derin bir cazibesi var..
Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye oldu, olacak haberleri revaçta..
Bu arada Brüksel’e gidip-gelen siyasiler de birinci derecede haber niteliği taşıyor..
Kim, kiminle görüştü, Brüksel’den ne tür haber ve bilgilerle dönüldü?
Şah şaha, depdepe, tarifeli uçaklardan, özel uçaklara, lüks otel lobilerinde toplanmalar, yemekler, basın toplantıları..
Brüksel’deki Kraliyet nezdinde büyükelçiliğimiz ile NATO Daimi temsilciliğimizin yanına, AB nezdinde Büyükelçiliğin oluşturulması, bina yenilemeleri ve yeni bina satın alınmaları..
Sivil örgütlerin Brüksel’e temsilcilik açmaları, siyasi partilerin Brüksel’de temsil edilmeleri..
Böyle bir süreç içinde “PKK Terör örgütü ile DHKP-C örgütünün Brüksel’de cirit attığı ve faaliyetlerinin can sıktığı” günler..
Türkiye’nin sorunları ile yatıp, kalkan Avrupalı Türkler..
“Mitingler, yürüyüşler, sözde Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili mücadeleler”, ASALA’nın Türk diplomatlarını katletmesi!..
Böyle bir süreçten sonra, dini alanda yapılanmalar, Diyanet’in Avrupa’ya gelişi, ardından tarikatların öbek, öbek insanımızı, “Allah, Peygamber, Kuran” ile kandırdığı günler gelip çatıyor..
Belçika’da insanımızın bin bir emek ile satın aldığı, dişinden tırnağından artırarak, oluşturduğu “işaret taşları camilerin Diyanet’e devredildiği, diğer tarikatların yan çizdiği, ayrılık şarkıları söylediği” yıllar..
Belçika’ya sırf çalışmak, bir ekmek parası ötesinde, köyünde birkaç dönüm tarla satın alıp, üzerine bir ev kondurmak, güzel bir hayat kurmak derdinde olan insanımız, maden ocaklarında ter dökerken, “onların alın terine musallat olan çakma holdinglerin, nema adına işçimizin parasına el uzattığı” günler..
Günler akıp, gidiyor..
Bu defa Türkiye’de değişen siyasi iktidar ile birlikte kendini gösteren bir başka cemaat, toplumda egemen, aktif rol oynamaya başlıyor..
Toplantılar, sohbetler, “abla, ağabey, mürit, şakirt ve diğer  sözde hoca efendiler” işbaşında..
Daha önce dedim ya, “yeni bir altın nesil” için ellere cebe ve fedakarlıklar, Hoca Efendi için değil, güya, bu cemaate hizmet edenler için olacak..
Bu manada, “cenneti bile geride bırakan” vaatler, vaatler, anlatımlar..
Yemekli toplantılar, iftar, sahur buluşmaları..
Sabah namazlarına davetler..
“Maklube” geceleri..
Spor adı altında etkinliklere çağrılar..
Okul projesi için yapılan çalışmalar, adımlar..
Ve nihayet “Türkçe Olimpiyatları” gövde gösterileri, kültür etkinlikleri..
Bu toplantılara davet edilenlere verilen değer ve mikrofon uzatmalar, televizyon ve gazete haberlerine taşınmalar..
Bütün bunlar, güya bir hizmet adı altında sürdürülen,”gizli bir hedefe varmak için güven telakki edilme” süreci..
Süreç bu!
Elbette devam edeceğiz!..
O sıralarda Belçika’da yaşayan Türklerin tavrı, sizce önemli değil mi?
Önemli olmaz mı?
Bunları da yarına bırakalım, ne dersiniz?
Yusuf Cinal yazıyor,  14 Temmuz 2022 Brüksel