Bir eviniz var; bir gün bakıyorsunuz musluk damlatıyor. Bir başka gün duvarlar çatlıyor ve bunu fark ediyorsunuz. Gün geçtikçe çatlağın etrafındaki boyalar dökülüyor, çatlak genişliyor. Ve siz izlemekten başka hiçbir şey yapmıyorsunuz…

Bir işiniz var. Yapmanız gereken sorumluluklarınız… Patronunuz ya da müşterilerinizin sizden beklediği şeyler var. Ama yerinizde oturuyor ve hiçbir şey yapmıyorsunuz…

Çiftçisiniz. Ekecek toprağınız, ekilecek tohumlarınız, bakılacak hayvanlarınız var. Besmeleyi çekiyor; tohumu toprağa ekiyor ama sonra su gerektiğinde sulamıyor, gübreye ihtiyacı olduğunda vermiyorsunuz. Hayvanların yemini veriyor fakat yünleri kesilmesi, sütleri sağılması gerektiğinde hayvanlarınızı görmezden geliyorsunuz.

Bir işe başlıyor ama devamını getirmiyorsunuz getirseniz de etkisi iki gün sürüyor çünkü siz de yaptığınız işe inanmıyorsunuz. Taş ustası misali hiç bir sonuç alamadığı halde yüzlerce belki de binlerce kez vurur aynı yere ama sonunda kırılır o taş. Bu inançtır, inanmadan hiç bir işte başarılı olamazsınız.

Tüm bunları sevdiğiniz insanlara uyarlayın birde; görmezden geldiğinizde, ihtiyaçlarını karşılamadığınızda neler olacağını düşünün.

Nasıl ki çatlayıp boyaları dökülen evinizi tamir etmediğinizde bir gün başınıza yıkılırsa… Nasıl ki işinizdeki sorumlulukları yerine getirmediğinizde karşılığında para kazanamazsanız… Nasıl ki toprağa ektiğimiz tohumun, yetiştirdiğimiz hayvanların ihtiyaçları varsa ilişkilerimizin de vardır.

Bir işe başlarken ne kadar emek harcadığınızı hatırlayın. O evde yaşamak, o işte çalışmak ya da o toprağı tohuma hazırlamak için yaptıklarınızı… Devamını getirmediğinizde nelerin olmayacağını düşünün..

Kendine inancı olmayan hangi işte başarılı olur ki? Önce kendine, sevdiğin kişiye; yaptığın işe güvenmelisin. Önce teslim olmalısın, adamalısın kendini inandığının uğruna.

Emek harcamayı bıraktığınızda, hiçbir şey yerinde aynı güzellikte, iyilikte, verimlilikte durmuyor, değil mi? Tıpkı ilişkilerimiz gibi…

Evi boyar gibi, ilişkilerimizi sevgi ve şefkatle boyadığımızda… İşteki sorumluluklarımıza ayırdığımız zaman gibi, ilişkilerimize kaliteli zaman ayırdığımızda… Tohumun ihtiyaçlarını karşılar gibi, karşımızdakinin neye ihtiyacı varsa onları karşıladığımızda… Ancak o zaman ilişkilerimize gereken zamanı ayırmış, saygıyı göstermiş, karşılığını da hak etmiş olacağız.

Bu dünyada yaşamak için temel tüketimlere ihtiyacımız olduğu gibi; güvene, sevgiye, saygıya, şefkate, varlığımızın görülmesine, önemsenmeye, değerli olduğumuzu hissetmeye de ihtiyacımız var. Tıpkı senin istediğin gibi..

Hayatımın her evresinde birinden veya bir işten birşey beklerken, beklediğim şeyi bir başkasına verip vermediğime, bir işe verdiğim değere baktım. Yaşam kıstasım bu oldu benim.

Vermeden almak nedir ömrüm boyunca bilmedim; zaten bu da bencil insanların işidir.

Hayat telaşı içinde bazen tüm bunları unutsak da, görmezden gelmemiz bunları ortadan kaldırmıyor ne yazık ki. Sevdiğimiz insanlar için orada olduğumuzu, bizimle güvende olduklarını, sevildiklerini, sayıldıklarını ve koşulsuz kabul edildiklerini bilmeye, anlamaya ihtiyaçları var.

İşte tam da bu yüzden sizin için önemli olan insanların gözlerine bir bakın. Evin duvarına, müşterinin yüzüne, toprağın nemine baktığınızdan daha fazla… Bakın ki fark edin, ne eksik, ne fazla…

İşte bu yaşayış felsefesi vücudumdadır; ruhumda taşıdığım gibi bedenimde de dövmesi vardır. Şans yalnızca cesurlara güler, cesur değilseniz kaybetmeye mahkumsunuz demektir.

Yaşadığınız olumlu veya olumsuz gelişmeleri kendi gelişiminiz için tecrübe olarak kullanmalı ve bir daha ki benzer olayda kaybeden değil; kazanan olmalısınız.

Bu hayatın tüm domino taşları avucunuzun içerisindeyken; almış olduğumuz kararlarla yarının temellerini attığımızı unutmamak gerek.

Tayfun Topaloğlu’nun çok sevdiğim bir sözüyle yazımı sonlandırmak istiyorum; “Dünyada hiç kimse, seyirci koltuğunda oturan cesur insanları alkışlamaz. Alkışlar, hep sahneye çıkanlar içindir.”

İnsanoğlunun yarattığı bütün sanatlar hep yürekli insanları konu almış, onları övmüş, yüceltmiştir. Onlar fedai kahramanlardır. Kahramanı kahraman yapan yüksek düzeyde adanmışlık niteliğidir; adanmaksa yürek işidir.

Dilerim ki sizde sahneye çıkanlardan olun.

Sevgilerimle, hoşçakalın.