23 Nisan’ın iki ayağı vardır…

Birisi milli egemenlik diğeri çocuklara armağan edilen bir bayram oluşu…

Şimdi bakalım hala bu ayaklar üzerinde durabiliyor mu?

‘Mustafa Kemal Atatürk bu bayramı siz çocuklara armağan etti…’ şeklinde uzayıp giden nutuklarla büyüdük hemen hepimiz.

Ama hiç aklımıza gelmedi bunun nedenini sorgulamak, öğreten anlatan da olmadı.

Belki görmezden gelindi, belki gizlendi.

Bir grup arkadaş ‘Kınalı Kuzuları’ izlerken takıldık bu soruya, tartıştık.

Nihayetinde şu sebeplere dayandırdık ki birincisi; Atatürk gibi bir dahinin, Çanakkale’de ana kucağından vatan kucağına atılan 14-15 yaşlarındaki silah arkadaşlarını da İstiklal Harbi’nde, bir yanda silah tutan öbür yanda mermi ve mühimmat imal edip canlarını otaya koyup cephelere taşıyan ve aynı zamanda istihbarat gibi önemli ve tehlikeli bir görevi yerine getiren çocukları unutması mümkün değildi.

Savaş bittikten sonra, madalya için değil, ülkeleri için savaşan o çocukları, herkes unutabilirdi ama Mustafa Kemal asla…

Yine üzerinde yoğunlaştığımız ikinci sebep de şu oldu;

Mustafa Kemal Atatürk, yaptığı bazı konuşmalarda çocuk kavramından ne anladığını ifade ederken; Saf, duyarlı, yalansız, ikiyüzlü olmayan, dürüst, olumlu anlamda çıkarını kollayan, duyarlı, acıma duygusu olduğu kadar hakkını korumak için acımasız da olabilen, düşüncesini açıkça ifade edip savunan bir çocuk portresi çizer.

Atatürk’ün, meclisin görev ve yetkilerini ele aldığı konuşmalarda da çocukların özellikleriyle milli bir meclisin taşıması gereken karakter birbiriyle örtüşmektedir.

Bu konuda uzman görüşleri de özetle şöyle; “Çağdaş psikolojinin çocuk kimliğini tanımlarken kullandığı anahtar kavramlar, herhangi bir ulusal meclisin de taşıması gereken kimlik ve karakteri tanımlıyor. Diğer yandan, aydınlanma felsefesinin cevap aradığı temel sorunlardan biri olan egemenlik kavramının anahtarının da meclis iradesi olduğu düşünülünce, Atatürk’ün, çocuk ve ulusal egemenlik gibi iki kavramı yan yana koyarak, TBMM ve Türkiye için bir model ve amaç belirlediği söylenebilir. Cumhuriyet, onu kuran kadrolar gibi bir kul, bir tebaa üyesi olarak değil; bir yurttaş olarak doğmuş olanların elinde yükselebilir ancak.”

Demek ki Atatürk’ün 23 Nisan’ı çocuklara, 19 Mayıs’ı gençlere ithaf etmesi boşa değilmiş.

Bu şartlarda bize düşen de; “ Çocuklarımız milletimizin geleceğidir. Bu geleceği planlarken hepimizin üzerine düşen görev şanlı geçmişimizi onlara iyi anlatmak ve olabildiğince yaşatmaktır.”

Anlattık mı? Hayır…

Yaşattık mı? Hayır…

Peki, 23 Nisan’ın ‘milli egemenlik’ ayağına bakalım, o ne alemde?

Atatürk’ün şu tanımından yola çıkıp soralım…

“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

Evet, bu tanıma uygun bir egemenlik görebiliyor musunuz bugün ülkenizde?

Maalesef hayır. Meclis’i baypas ettik, egemenliği tek adamın omuzlarına yükledik.

Yine “Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir” diyor Mustafa Kemal Atatürk…

Bunu derken iki önemli unsuru göz önüne çıkarıp olmazsa olmazlar arasına koyuyor; biri milli güçlerin etkin olması diğeri milli idarenin hakim olması…

Evet, bugün itibariyle devlet teşkilatınızda milli güçler etkin mi?

Ve ülkenizde milli irade hakim mi?

O kadar da uyarmıştı halbuki;

“Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik...

Kendilerine bir milletin talihi bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar.

Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zabt ve işgal etmek o memleketin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir.

Bir milletin ruhu zabt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur.

Halbuki asırların getirdiği bir millî ruha, hiçbir kuvvet mukavemet edemez.

Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur.

Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir.”

100 yıl geriye giden, 100 yıl eskisine dönen bir toplum için 23 Nisan çok şey ifade eder ama anlayana…