Sevgili okurlar,
Öncelikle çağın veba salgını olarak tanımlanan “Corona virüs”  hayatımızı etkilemeye devam ediyor..
Dünyanın neresinde olursak, olalım, kaçış yok!
Elbette, korku ve paniği yenip, karşı tedbirlere başvurmamız gerekiyor..
Henüz bu illet salgının aşısı bulunmadı, tedavi şekli de pek anlatıldığı gibi değil, işte Çin, işte İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen haberler ortada!..
Öyleyse, siyaseten ülkeyi yönetenlere, sağlıkçılara ve din adamlarına güvenmemiz gerekiyor..
Siyaseten, her ülkenin aldığı önemli kararları kast ediyorum..
Yani sokağa çıkmamak, hijyenik kurallara uymak, korku ve panik yapmamak, hastanelere hücum etmemek, yiyecek stoku yapmamak, hile hurdaya başvurmamak, fırsatçılık yapmamak, toplu alanlardan uzak durmak..
Sağlık açısından ise, yaşamamız ile ilgili olan tüm istenilenleri yerine getirmek ve başkalarının sağlığını risk altına atmamak, hastalığın belirtilerini iyi takip etmek ve yetkilileri haberdar etmek, karantina kurallarına uymak..

Ya dini açıdan, neler yapmamız gerek?
Şüphesiz din adamlarının da inanç bağlamında, moral değerler bağlamında vereceği bilgileri dikkate almamız gerek..İşte dini otorite, “toplu namazları erteleyin” diyor..İnat edip, “bize bir şey olmaz” edasıyla, cami kapısına dayanmak,içeri girmek, “biz bu namazı kılacağız” anlayışı ile cami imamını tehdit etmek, onu aşağılamak, dinlememek neyin nesi?
Maalesef bu durumun yaşandığı yerler, üzüntü kaynağımızı teşkil etti..
İnsan bu kadar vurdumduymaz mı olur?
İnsan bu kadar da mı kendini düşünür?
İnsan bu kadarda mı, başkalarının yaşam hakkını hiçe sayar?
Allah akıl, fikir versin!
Neymiş namaz kılacakmış?
Evinde su mu çıktı efendi?
Vay be Türkiye!
Yadırgamadım da, “Bengaldeş’te insanlar topluca corona virüs duasını” çıkmış!
Vah ki, ne vah!
Cahillik bu ya, para ile satın alınmıyor!

***
Sevgili okurlar,
Belçika’dan birkaç corona virüs haberi ile sizleri bilgilendirmek isterim..
Ülkede azınlık hükümeti işbaşında..Kral Philippe’nin ricası ile Reform Hareketi(MR) milletvekili Sophie Wilmes, istifa etmiş bir hükümetin yapacak hiçbir şeyi olmadığını bildiği için, bu kriz döneminde, üç aylık azınlık hükümetine yetki verilmesini istedi. Kral Philippe’nin önerisi ile üç aylık azınlık hükümeti için acil eylem planı uygulandı ve Sophie Wilmes hükümetine 9 parti güven oyu verdi..Üç parti ise güven oyu vermedi..
Şimdi Belçika’da “Federal Azınlık Hükümetini” bekleyen bir yığın sorun var..
”Üç ayda bir azınlık hükümeti ne yapar demeyiniz?..”
İş başa düştüğü zaman bu üç ayda çok şey yapılır.. Bir kere,” kararlı olmak, inanmak, elbirliği yapmak” gerek..İşte Belçika ,”bu uzlaşmayı üç muhalefet partisine” rağmen başardı..
Öncelikle,” insanı yaşatmak” odaklı eylem planı, yürürlüğe kondu..
Kapatılan işyerlerinin soluklanması ise yapılacak yardımların miktarları,siyasi bölgelere göre açıklanıyor..Vatandaşın elektrik, doğal gaz,su faturaları iki ay ötelendi.. İşsizlere işsizlik fonundan yardım kapıda..Çalışanların maaşları kesintisiz ödenecek..Birçok vergi ve diğer ödemeler donduruldu..
Dahası da tedbirler var..
Tüm bunları duyduktan sonra, Türkiye’nin aldığı ekonomik tedbirler, beni kaygılandırmadı değil..
Burada ” insan “ odaklı bir eylem yok!
Varsa, yoksa “tüccar zihniyetine” hizmet eden, bir durum söz konusu!
Hani hepimiz o şarkıyı biliriz ya, “ayılana gazoz, bayılana gazoz” diye!
Türkiye’de de,” insanı yaşatmak” için çare bulunmuş?
Maske ve kolonyağı!
Hepimize yeter de, artar bile!
İşte bize verilen değer bu?
“Çok veren maldan, az veren candan” öyle mi ?
Ülkenin tüm birikimleri hortumlanınca, işte böyle küçük avuntu hediyelere kalırız!
Nerede kefen parası?
Nerede işsizlik sigortası paraları?
Hani o bol keseden atanlar?
***
Sevgili okurlar,
Türkiye’de,” gazetecilerin tutuklanması, gözaltına alınması, mahpus damlarına gönderilmesi ve kelepçelenmesi” kabul edilir, bir durum değildir!..
Kocaeli gazeteciliğinin okullarından olan, merhum gazeteci büyüğümüz Dündar Çiğit’in oğlu İsmet Çiğit’in bir haberden ötürü kelepçelenmesi, evinden alıkonması kadar, yerine bir başka çalışanın(Güngör Arslan) aynı muameleye maruz kalması hoş şey değildir..
“Seversiniz, sevmezsiniz”, gazeteciler,” toplumun gözü, kulağı sesi ve kamu adına” görev yaparlar..
Hedef gazetecileri susturmak mı?
Yandaş olmalarını sağlamak mı?
Korkutmak, sindirmek mi?
Vay be, nereden, nereye geldik?
Alın size “başkanlık sistemi!”
Eğer bir halk, “egemenliğini, yönetimini, geleceğini, bir kişinin iradesine bırakırsa” olacağı bu!
İnşallah, daha kötü uygulamalar ile karşılaşmayız!
Geçmiş olsun kardeşim, geçmiş olsun!
Ayrıca, hiçbir dayanağı olmadan mahpus damlarına atılan gazeteci meslektaşlarımızı da burada anmadan edemeyeceğim..
“Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç,  Murat Ağırel ve diğerleri”, bizzat kamu ile paylaşılan haberleri yaptılar..Bunları “devlet sırrı” diyerek, gözaltına almak, tutuklamak, hapse atmak uygar bir devlete yakıştırılamaz..
“Bahane bul,at hapse, sustur” öyle mi?
Zor yıllar vesselam!
Ben de, Sakarya Gazetesi  Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak, hem de Özal döneminde kelepçelendim!..
Ta, Alaağaç yolundaki karakoldan, otobüs durağına kadar kelepçeli yürütüldüm..Bir gece nezarethanede tutuldum.. Sivrisineklerle arkadaşlık yaptım!..
Ama adalet yerini buldu, serbest kaldım..Bu konuda basın savcılarına, diğer yetkililere büyük görevler düşüyor..
Lütfen gazetecilere kıymayınız! Sisteme yaranmak için, incelemeden, soruşturmadan, insanların dünyalarını yıkmayınız!
Bakınız corona zaten insanların, tüm dünyalarını alt-üst etti!..
Lütfen sizler o rollere bürünmeyiniz!
Bugünün yarını var, unutmayınız!
Ya ilahi adalet!
Ondan kaçmak mümkün mü?
Sağlıklı, özgür, huzurlu, kendimiz ve toplumla barışık günler özlemi ile güzellikler dilerim..