Bugün Cuma yazısı yok, konumuz Suriye bataklığı…

Dün Bilal’e anlatır gibi anlattık ama gelen yorumlara bakılırsa Bilaller yine anlamamışlar.

Israrla sormaya devam edeceğiz; bizim Suriye bataklığında ne işimiz var?

Bugüne kadar, o davul zurna çalarak ‘bir gece ansızın gelebilir’ şarkıları eşliğinde yaptığımız operasyon ve harekâtlar ile ne kazandık?

Hiçbir şey… Asker, mühimmat, itibar ve komşuluk ilişkileri kaybımız da cabası…

Öncelikli iç işlerine karıştık.

Yangına körükle gitme pahasına, Suriye rejiminin kendince haklı olarak işgalci, terörist, bölücü yaftası vurduğu örgütlere silah, eğitim ve para vererek, komşuda yaşanan iç savaşın tarafı olduk.

Başkalarının teröristlerine ‘kahraman, özgürlük savaşçısı, milli ordu’ muamelesi yaparken, yarın bizim ülkemizde de benzeri heves taşıyanların hareketlenmesi ve bizim de karşılık vermemiz durumunda, uluslararası kamuoyunun bize de bir ‘Eset’ damgası vuracağını dahi hesap edemedik.

İlk sıcak temas gerekçemiz sınır yerleşim alanlarımıza atılan mermi ve bombalardı.

Biz adamlara ne attık da onlardan gül atmalarını bekledik ki?

Bu sınır aşımı bombalarla ölen yaralananlar ilk bahanemiz oldu, bir gece ansızın gelebiliriz türküleri söylemeye başladık.

Kimin toprağına, ne için soruları şu kadar insan öldü/yaralandı ya bahaneleriyle geçiştirildi.

Peki, başkalarının egemenliğinde olan bu topraklara girmeden bu sorun çözülemez miydi? Bölgenin en güçlü silahlı kuvvetleri bu sorunu olduğu yerden çözemez miydi?

Derken, sonra ki gerekçemiz, lahmacun ısmarlayarak sınırımızdan geçirdiğimiz grupların devlet kurma arzusuna karşılık ‘komşuda bir Kürt devletine asla izin vermeyiz, bunun için orada olmalıyız’ oldu.

Her biri hamasetle beslenen toplum için yeterli mazeretlerdi.

Bu gazla Suriye’ye girdik.

Sonuç aldık mı? Maalesef o tehdit potansiyel olarak orada durmaya devam ediyor.

Atılan her yanlış adımın karşılığında şehitler verdik ve her şehit sonraki yanlış adımların gerekçesi oldu.

Anlı şanlı isimlerle bize sunulan harekâtlara, mazeret şehitler olunca çoğumuz sesimizi de çıkaramadık Çıkaranlar da hainlik ve gayri milli olmakla suçlandı.

Buna rağmen uyardık, eleştirdik, haklı bile çıktık ama kimin umurunda?

Ne kazandığımızı bir türlü bilemediğimiz bu harekâtlardan sonra İdlib’de gözlem noktaları oluşturacağız diye tutturdular.

İşin uzmanları, biran önce Suriye bataklığından kurtulmak yerine İdlib’de yeni bir maceraya atılmanın doğru bir dış politik manevra olmadığını,  bunun doğru bir askeri strateji olmadığını söyledilerse de takan olmadı.

İdlib’de askeri gözlem noktaları kurulmasına itiraz edenlerin önemli bir gerekçesi şuydu;

“Türk askerinin terör grupları ile Suriye rejim ve Rus güçleri arasında kalıp sıkışacağı ve ileride çok ağır kayıplar verilebileceği…”

Türk askerini yem etmeyin” dediler ve haklı çıktılar ki yine şehitlerimizin acısı ile kıvranıyoruz. Yine, gariplerin ocağına kor ateş düştü.

Türk Askeri orada nasıl sıkışmış bir örnekle izah edelim;

Ahmet Takan yazmıştı; “Bundan 4 ay kadar önceydi; İdlib’de görev yapan rütbeli bir subayımızın babası vefat etti. Acı haber İdlib’e ulaşınca subayımızın babasının cenazesine yetişmesi için hummalı bir çalışma başlatıldı. Türk subayının görev yaptığı yer çok tehlikeli ve terör gruplarının çevrelediği bir bölgeydi. Askeri bir araca atlayıp Türkiye’ye gelmesi yol güzergâhının içerdiği tehlikeler yüzünden çok riskliydi. El altından ‘Heyet Tahrir El Şam’ diye bilinen terör örgütünün bazı yöneticileri ve bazı aşiret mensupları ile yapılan görüşmeler sonucunda subayımız görev yerinden çıkarılıp babasının Türkiye’deki cenazesine yetiştirildi.”

Şimdi Ahmet Takan haklı olarak soruyor;

“İdlib’de oluşturulan gözlem noktalarının tamamı tam manasıyla kıskaç içindeydi. Etrafları El Kaide’den bozma terör örgütlerince sarılıydı. Bütün dünyanın “terör örgütü” diye bazılarının ise “muhalif gruplar” diye adlandırdığı çeteler!..

Türk askeri oralara neden gönderilmişti?

Bu terör örgütleri silahsızlandırılacak ve -o ne demek ise- normale döndürülecekti.

Başarılabildi mi? Fotoğraf kabak gibi ortada! Sözcüklerle anlatmaya da gerek olmadığı biçimde!

Başımıza bela olan bu gözlem noktaları İdlib’de terör örgütlerinin cirit attığı yerlerden ise Türkiye’nin güvenliği açısından daha stratejik yerlere kurulabilirdi.

Mesela, İdlib’in güneyine inmeden Hatay’dan Suriye içlerine doğru 4-5 ve buna ilaveten Reyhanlı’dan aşağıya hilal biçiminde gözlem noktaları kurulabilirdi. Böylece İdlib’den gelebilecek büyük göç dalgalarının önlenmesi ve önlem alınması için stratejik adımlar atılmış olurdu. Bunlar vakti ile ilgili yetkililere de anlatılıp önerildi!”

Ha, bu arada Türkiye İdlib’e yerleşen teröristleri silahsızlandırma ve ülkelerine dağıtma taahhüdünü de yerine getiremedi.

Şimdi, sevgili Bilal...

ABD ve Rusya’dan izinsiz nefes bile alamadığımız, ancak ABD ve Rus askerleri eşliğinde devriye atabildiğimiz, izinsiz uçak bile uçuramadığımız, nitekim İdlib’deki şehitlerimizi ve yaralılarımızı alıp Türkiye’ye getirebilmek için bile müsaade istemek zorunda kaldığımız, bunun için bile ancak silahsız, ambulans haline getirilen helikopterlerimizin hava sahasını kullanmasına izin verildiği topraklarda bizim ne işimiz var kardeşim?

Amiyane tabiri ile ABD ve Rusya’nın izni olmadan tuvalete bile gidemediğimiz bölgede ülkemiz yararına ne yapabiliriz?

Bölgenin ağababaları, ABD bile Eset gitsin tezinden belli ki başaramadığı için vazgeçmişken, diğeri Rusya sonuna kadar Eset ile birlikte olacağını belli ederken, sen ABD ile takış, Rusya ile kapış, Suriye zaten neredeyse kan davalınken ne kazanabilirsin?

Sözün özü; Türkiye bir an önce Suriye’nin birliğini, bütünlüğünü, rejimini tanımak zorunda…

Türkiye, terör örgütleriyle bağlantısını kesip Esat ile masaya oturmak zorunda…

Türkiye’yi yönetenler, bir an önce bu İhvanseverliği bir yana atıp, mezhep farklılığından kaynaklanan çatışmalara alet olmaktan kurtulmalılar ki Türkiye kurtulsun.

Biz, BOP Eşbaşkanı gibi davranan bir Erdoğan değil, Gaziantep mitinginde “Türkiye sanal korkularla gereksiz endişelere maruz bırakıldı. İçeride sanal tehditler, dışarıda düşmanlar üretildi.

Biz geldik bu anlayışı yıktık. Biz geldik Esat kardeşimle oturduk. İki ülke arasındaki meseleleri konuştuk, istişare ettik.

Ve Türkiye ile Suriye'yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan istiyoruz.