ÜLKEMİZDE bir yıl önce “Asrın Felaketi” dediğimiz bir deprem yaşadık… Daha önce de yaşamıştık… 1999 Marmara Depremi, Düzce Depremi, Van Depremi, Denizli ve Erzincan Depremi gibi…

Aralarda iri ufaklı ve ölümlü depremler de var…

Lakin 6 Şubat 2023’te yaşanan ve 11 şehrimizde büyük can ve mal kayıplarına sebep olan bir depremi ne duydum ne de yaşadım bu topraklarda…

Resmi kayıtlara göre 53 bin 537 vatandaşımız hayatını kaybetti. Fakat kayıplara girmeyen daha binlerce ölüm var ne yazık ki!

Japonya’da geçen ay aynı şiddette deprem oldu. Ölü sayısı 100’ün biraz üzerinde…

Sormak lazım;

“Japonya’da olunca böyle de bizde olunca niçin ölü sayısı 50 bini geçiyor?”

Bu soruyu, aslında cumhuriyetimizin kuruluş yıllarından beri tüm hükümetlere soruyorum. Bu ülkeyi daha iyi durumlara taşıyacağına, geçmişte yaşanan sorunları ortadan kaldıracağına söz vererek yönetime gelen siyasiler neden bu duruma bir çare bulmuyor?

SUÇLU SADECE İNŞAAT SAHİBİ DEĞİL!

Olaya sağlıklı çözüm üretme yerine sadece binayı yapan inşaat sahibini suçlu gösterirsek, “sittin sene” sağlıklı çözüme ulaşamayız. Bir binanın ta temel açma aşamasından, kullanılan demire, betona ve yapı malzemelerine kadar bir denetleme mekanizması var.

O binaya ruhsat veren var…

O bina oraya dikilir mi, zemin ve toprak etüdü yapıldı mı?

Kanunda belirtilen inşaat mevzuatına uyuldu mu?

İnşaatın alanında kaç katlı bina yapılabilir?

İnşaata soyunan müteahhidin, bu konuda yeterli diploması ve ehliyeti var mı?

Çalışan işçilerin deneyimleri ne durumda?

Bina fay hattı üzerinde mi, yoksa dere yatağına yakın bir konumda mı?

İşte bir çırpıda birçok soru çıkıyor ortaya… Tüm bu sorunlar çözüldükten sonra binayı yapmak için kazma vurulur toprağa… Ve sağlıklı bir yapı bu şekilde çıkar ortaya…

Belediyelerimizde tüm bunları denetleyen ilgili birimler var. Yetkililer ve sorumlular var…

Depremde, yağmurda, karda, kışta böylesine önemli kayıplar verebiliyorsak, demek ki, tarihten ders çıkarmıyoruz… Demek ki, görevimizi gerektiği gibi yapmıyoruz… Demek ki, işin içinde başka “çetrefilli” işler dönüyor…

İki kere iki; eşittir: dört… Var mı ötesi?

YA TRAFİKTEKİ ÖLÜMLERİMİZ?

Özellikle kış aylarında ve bayram tatillerinde olmak üzere her yıl ortalama 6-7 bin vatandaşımızı trafik kazalarında kaybediyoruz!

Şu rakama bakar mısınız… 6 bin, 7 bin ne demek… söylemesi kolay ama, bu insanları yan yana dizerseniz 10-15 kilometre ediyor!

Yazık değil mi?

Ya yüzlerce madem ölümleri, tren kazaları…

Bir türlü sonuçlanmayan mahkemeler…

Bunlara kim “dur!” diyecek, bu olayları kim ve hangi merciler önleyecek?

Neden bizim ülkemiz böylesine ucuz ölümler ülkesi konumunda?

Neden yaşam kalitesinde, huzurda, mutlulukta ve böylesine ucuz ölümlerde geri kalmış ülkelerle yarışıyoruz?

ALMANYA BİZİ KISKANIYOR HA?

Bakın değerli okuyucularım… Bizi kıskandıklarını sandığımız Avrupa’da verilen işsizlik parası, bizim şu anki Asgari Ücretin üzerinde!

Orada işsiz olana devlet elini uzatıyor. Çeşitli şehirlerde ve mesleklerde iş alanları sunuyor… İş bulana kadar da rahatça geçinebileceğin kadar ücret ödüyor…

Seni mağdur etmiyor. Her alanda ve bir insana yakışır tarzda yaşamana, hayatını sürdürmene olanak sağlıyor!

Bırakın Almanya’yı, komşumuz Yunanistan’a bir bakalım…

BİR ÜLKENİN REFAHI NE İLE ÖLÇÜLÜR?

Malum, Yunanistan’ın nüfusu 10 milyonun biraz üzerinde… Bizim İstanbul’da bile günlük 20 milyon insan yaşıyor!

Yunanistan’da doğan her 1000 çocuktan sadece 5 ya da 6’sı çeşitli hastalıklardan dolayı 5 yaşına kadar ölüyor!

Bizde 1000 çocuktan ortalama kaçı ölüyor biliyor musunuz? Ben söyleyeyim; ortalama 61 çocuğu 5 yaşına gelene kadar kaybediyoruz…

Bakın bizde tam 55 çocuk fazladan ölüyor!

Bu çocukların ölümünden, başta yöneticiler olmak üzere hepimiz sorumluyuz!

Çocuğunu iyi okutamayan aile sorumlu…

Onlara iyi bir eğitim vermeyen Devlet sorumlu…

Binayı iyi yapmayan mühendis sorumlu…

İçkili araç kullanan servis şoförü sorumlu…

Çocuklarımızı geleceğe daha aydın ve şuurlu birer vatandaş olarak yetiştiremeyen öğretmenler sorumlu…

İNSANI YAŞAT Kİ, DEVLET YAŞAYASIN!

Oysa ki, Devlet mekanizmasında en büyük ve en muteber olan şey, insanlarını mutlu, müreffeh ve güvenli ortamlar içinde yaşatmaktır…

Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında kuruldu bilirsiniz… Kurucusu Osman Bey’in kayınpederi ise Şeyh Edebali idi. İşte o asırda, bir kutlu devlet kuran damadı Osman Bey’e şöyle bir nasihatte bulunmuştu Edebali:

 "Ey oğul, artık Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize hoş görmek sana, anlaşmazlıklar bize, adalet sana, haksızlık bize, bağışlamak sana. Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma! İNSANI YAŞAT Kİ, DEVLET YAŞASIN. Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun."

Şeyh Edebali’nin son derece manalı sözünün üzerine daha bir söz söylenir mi?

“Hüküm sürdüğüm topraklarda bir keçi kaybolursa sorumlusu benim” diyen Hazreti Ömer’den, damadı Osman Gazi’ye nasihat eden Şeyh Edebali’ye kadar değerli insanları örnek alarak geldik bu günlere…

Geliştik…

Çoğaldık…

86 milyonluk dev bir Türkiye olduk…

Fakat bu gidiş iyi bir gidiş değildir; bilesiniz!

Dost her zaman acı ama doğruyu söyler…

Bu güzel ülkede ölümler, kayıplar bu kadar ucuz olmamalı… Bunu sorgulamak, eskiyi hatırlatmak, ülkeyi yönetenlere, sorumluluk alan herkese hatırlatmak da bizim görevimizdir…

ANLAMLI SÖZ

“İki parmağının ucunu gözüne koy… Bir şey görebiliyor musun? Sen göremiyorsun diye, bu alem yok değildir…”

Hazreti Mevlâna