Bu gece milli maç var…

Gece diyorum çünkü maç saati 22.45… Yani 11’e çeyrek kala…

Çoğumuzun uyku saati…

Sebep? Saatlerimizi Avrupa’ya göre değil, Arap/Ortadoğu ülkelerine göre ayarladığımız için…

Avrupa yaz/kış saati uygularken biz inatla sürekli yaz saatinde takılıp kaldığımız için…

Yıllardır elektrikte kayıp-kaçak bedeli üzerinden göz göre göre nasıl kazıklandığımızı yazıyoruz.

Yıllardır yandaş işadamlarına ait 18 özel şirketin elektrik dağıtım hatlarında kaybı önleyecek yatırımları yapmamasının ve hırsızları yakalayamayıp kaçağı bitirememesinin bedelini dürüst, namuslu vatandaşlar ödüyor” diye feryat ediyoruz.

İş bununla da kalmıyor. Halkı değil şirketleri kayırmamızın göstergesi sadece kayıp-kaçak kısmıyla sınırlı değil.

Sabit saat uygulamasıyla da çoğunluğu yandaş olan şirketler daha fazla  rant elde etsin diye adeta çırpınıyoruz.

Öyle ya, elektrik çok kullanılsın, varsın vatandaşın cebinden daha çok para çıksın, varsın ülke ekonomisi batsın ama yeter ki o yandaş şirketler sürümden kazansın anlayışı ile yapılan bir uygulama bu…

Hükümet bu icraatını ‘enerji tasarrufu sağlamak’ şeklinde savunuyor ama işin uzmanları aynı fikirde değil.

Nitekim resmi veriler de, bu işten tasarrufun sağlanmadığını, aksine zarar edildiğini ama üretim ve dağıtım şirketlerinin büyük kâr elde ettiği ortaya koyuyor.

Kalıcı yaz saati uygulamasının devreye girdiğinden bu yana her yıl ortalama yüzde 12 elektrik israfıyla milyar liralık zarara uğruyoruz.

Elektrik Mühendisleri Odası resmi verilerinde, ortaya çıkan fazla tüketim nedeniyle elektrik üretim şirketleri daha fazla elektrik üretmiş, dağıtım şirketleri de daha fazla elektrik satmış neticede üreticiler ve dağıtım şirketleri kâr etmiş.

Ülke zarar etmiş mi etmiş ama kimin umurunda…

TÜİK’e göre yaz saatinin süreklilik kazanmasından bu yana, elektrik yüzde 122, evet yüzde yüz yirmi iki oranında zamlanmış üstelik…

Ve zaten G-20 ülkeleri içinde, satın alma gücüne göre, elektriğin en pahalı olduğu ülke de Türkiye…

Duyarlı vatandaşlar kayıp-kaçak bedelinin halka fatura edilmesi olayındaki gibi bu konuda da yargıya gitti. Danıştay vatandaşı haklı buldu ve uygulamanın iptali yönünde karar verdi.

Ama burası yeni Türkiye olduğu için Danıştay kararı havada kaldı, uygulanmadı.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 14 Eylül 2017’de ikiye karşı on bir oyla yürütmeyi durdurma kararı verdi, dönemin bakanı Berat Albayrak “Danıştay kararının bizim uygulamamızın esasıyla ilgisi yok. Enerji tasarrufu sağlıyoruz, aynı istikamette devam edeceğiz” diyor ve iktidar Danıştay kararını “yok hükmünde” sayarak yoluna devam ediyor.

Bir yandan ülke olarak zarar ediyor öbür yandan çocuklarımızı zifiri karanlıkta okula gönderiyoruz. Ve bütün bunlar alım garantili santralleri işleten patronlar daha fazla kazansın diye yapılırken, biz ayakta uyumaya devam ediyoruz.

Biz bunu hak ediyoruz sizin anlayacağınız…

Hak ettiğimiz iddiasını haklı çıkaran bir Yılmaz Özdil alıntısı yapalım.

Cuk diye oturan bir ampul fıkrası;

İki kafadar iddiaya girer. Biri der ki; “Şu ampulü ağzıma sokarım.” Öbürü itiraz eder, “Mümkün değil, sokamazsın.” Sığardı, sığmazdı derken, şak diye sokar. Çenesini olabildiğince açar, duya takılan metal bölümünden tutar, armut şeklindeki cam bölümünü ağzına gayet güzel oturtur.

Ama küçük bir pürüz vardır, geri çıkaramaz!

Öbürü şaşar bu işe… “Nasıl çıkaramaz yahu?” diye düşünür. Başka bir ampul bulur ve kendi ağzına sokar. O da çıkaramaz.

Az daha zorlasalar, ampul ağızlarında patlayacak ne dil kalacak, ne damak, paramparça olacaklar.

Ne yapsınlar? Biri kağıt kalem bulur. “Hastaneye gidelim” yazar.

Çıkarlar sokağa, ilk buldukları taksiye atlarlar. Taksici gördüklerine inanamaz, iki kişi, ağızlarında ampul! “Hayrola?” der. Konuşamazlar, dertlerini yazarak anlatırlar.

Taksici gülmekten kırılır tabii. “Yahu arkadaşlar” der, “çocuk musunuz siz Allah aşkına, insan böyle bir şeyi dener mi hiç!”

Neyse, gelirler hastaneye, taksici bırakır bunları acil servisin kapısına, derhal ameliyathaneye.

Aradan üç dakika ya geçer ya geçmez, tam acil müdahale başlayacakken, bunları getiren taksici acil servise geri döner. Ağzında ampul! Bulaşıcıdır çünkü…

İki kafadarı görünce gülmekten karnına ağrılar giren taksici, “acaba hakikaten çıkmaz mı?” diye merak edip, ilk bakkala yanaşmış ve denemiştir.

Deneriz, olmazsa çıkarırız dersiniz ama girerse çıkmaz. Ampul’u denemeyin diye yıllarca yalvardık size! Dinlemediniz. Elektrik zammı, kayıp kaçak-bedelinin vatandaşa ödetilmesi, kalıcı yaz saati uygulaması da işte böyle bir şeydir. Kader değildir. Bizzat vatandaşın kendi tercihidir.” Biz bu ampulü hak ediyoruz yani…


Her alanda olduğu gibi, yaz saatini sürdürmekte de, vazgeçilmez bir “inat” yine kendini gösteriyor,

Tasarruf yerine, daha çok tüketim olduğu halde, insanların ruh sağlığını etkilediği halde, çocuklar okula, insanlar işe gidiş saatlerinde kör karanlığa çıktıkları halde ve yargı kararını hiçe saymaya rağmen, inatla yaz saatine devam ediyoruz.

ELEKTRİKTE TRT PAYININ KALDIRILMASI YETMEZ!

Fatih Altaylı yazdı;

TRT’nin bizim elektrik faturalarından aldığı para 2005 yılında 250,5 milyon TL idi.

2021 yılında ise 1,215 milyar TL olmuştu. Elektrik payı kalktı ama bandrol gelirleri duruyor.

TRT’nin kullandığımız her türlü radyo ve TV alıcısına ödediğimiz paradan elde ettiği gelir ise 2019 yılında 1,8 milyar TL oldu.

2020’deki miktarı bilmiyorum ama enflasyon oranında arttırsak bile en az 2 milyar TL olmuştur.

Dünyanın başka ülkelerinde de kamu yayıncıları halktan para alır ama TRT gibisi görülmemiştir.

Hem halktan para alır, hem de özel sektörle rekabet ederek reklam alır.

Bunu da halkı bilgilendirecek bilinçlendirecek kaliteli yayıncılık yaparak değil, süper pahalı diziler çekerek özel sektörle haksız rekabet yaratarak yapar.

Bu payın kalkması, bizim için çok büyük bir fark yaratmayacak ama en azından TRT’nin el kesesinden cömertçe dağıttığı paralara bir çekidüzen verecek.

Büyük fark yaratmayacak dememin sebebi ise şu.

Bundan böyle yapılmayacağı açıklanan kesintinin faturalarımızda sağlayacağı indirim oranı yüzde 1,35 olacak.

Ayda 200 TL elektrik faturası ödüyorsanız, bu indirim sayesinde 197 TL 30 kuruş ödeyeceksiniz.

Yani koparılan gürültü kadar büyük bir fark olmayacak.

Oysa asıl olan elektrikteki KDV oranı.

Türk vatandaşları elektriğe yüzde 18 KDV ödüyor.

Lüks tüketim ürünlerindeki KDV kadar.

Yani Hermes’ten aldığınız 20 bin dolarlık çantanın KDV’si de yüzde 18, bebeğinizin mamasını ısıtmak için kullandığınız elektriğin KDV’si de yüzde 18.

Dövizdeki artış ve enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle elektrik fiyatları katlanarak artarken cebimizden çıkan KDV de aynı oranda katlanarak artıyor.

Bir anlamda enerji fiyatlarındaki artış, devletin neredeyse hoşuna gidiyor.

Durduk yere cebimizden daha yüksek vergi alıyor.

Geçen yıl 100 TL’lik elektrik faturamdan 15,3 TL KDV alan devlet, bu yıl enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle 200 TL’ye ulaşan faturamdan 30,6 TL alıyor.

Enflasyon sözde yüzde 20 artarken, vergim yüzde 100 artıyor.

Hadi kabul edelim ki, enerji fiyat artışı Türkiye’den kaynaklanmıyor ama o artış oranında vergi artışı neyin nesi!

Yazık değil mi hem evinde elektrik kullanan vatandaşa hem sanayiciye.

O yüzden bırakın bu yüzde 1,35’lik indirimle böbürlenmeyi.

Gelin şu elektrikteki KDV işini konuşalım bir.

Var mısınız orada indirime!

Var mısınız elektriği lüks tüketimden çıkarmaya?

TARİH ŞERİDİ

TARİHTE BUGÜN; 17 Kasım 1977 / Dr. Cahit Karakaş TBMM'nin 13. Başkanı oldu.

Öyle kolay olmadı ama…

Haziran seçimlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı seçimi için arka arkaya turlar yapılıyor ama bir sonuç alınamıyordu. Demirel CHP’den bir başkan seçilmesini kabullenemiyor, kendi partisinden birinin başkan olmasını istiyor ama koalisyon ortaklarından Erbakan da buna razı olmuyor, karşılığında büyük tavizler istiyordu.

Kendi başkanını seçemeyen bir meclisin itibarı, partilerin ve liderlerin düştüğü durum ortadaydı.
Buna daha fazla tahammül edemeyen MHP Lideri Türkeş devreye girdi.

CHP’den bir aday listesi isteyerek, içlerinden birini tercih edip destekleyeceklerini belirtti.

Konu ve CHP’den gelen liste, MHP başkanlık divanı ve daha sonra genel idare kurulunda tartışıldı.

Cahit karakaş üzerinde uzlaşıldı,

O günün siyasi havası içinde, CHP’nin bir adayının desteklenmesinin düşünülmesi bile zordu.

Ecevit’e duyulan alerjiye rağmen, dar, politik hesapların üstüne çıkılarak bu krizin aşılması gerektiği bunun için de MHP’nin bu olgunluğu göstermesi gerektiği kararına vardılar.

Türkiye’yi aylardan beri geren, demokrasi, meclis ve siyasi partiler hakkındaki güven duygusunu çürüten bir kördüğüm çözüldü ve ülke ferahladı.

Cahit Karakaş’ın TMBB Başkanlığı 12 Eylül 1980 darbesine kadar devam etti.

ATATÜRK KÖŞESİ

Gazeteciler, Fidel Castro’ya sorarlar; Siz bu ülkenin kurucu liderisiniz. Normal olarak sokaklarda sizin heykellerinizin olması beklenir. Üstelik bunca ünlü sosyalist önderler dururken siz sadece Mustafa Kemal’in heykeline izin verdiniz, neden?

Cevap şudur;

“Bizler daha çok devlet adamıyız... O ise bir kahraman!

Sokaklara devleti yönetenler değil, kahramanlar yakışır,

Biz bağımsızlık ve devrim ruhunu O’ndan öğrendik...

Evet biz de savaştık. Ancak bir devlete karşı savaştık. O ise dünyanın en güçlü ordularının hepsini birden yendi. Hiç yenilgi almamış tek askerdir O.

Üstelik sadece cephede değil, her alanda savaşmış ve başarılı olmuş müthiş bir insan...”

Yıllar sonra Castro Türkiye’ye gelince benzer bir soru sorulur.

Der ki;

“Ben de çok zorlu bir savaşın içinden çıktım. Onca kitaplar okudum. Ancak savaş meydanlarında kitap okuma rekorları kıran başka bir asker görmedim, duymadım.

Her şeyi anladım da bunca güçlüğü ve değişimi nasıl başardı hafızam almıyor.”

Evet…

Dünyada, kendi topraklarını işgal ederken canlarını vermiş düşman askerlerinin analarına,

"Ey evlatlarını bu topraklarda kaybetmiş analar; Silin gözyaşlarınızı, onlar artık bizim de evlatlarımızdır. Bırakın Mehmetçiklerle koyun koyuna uyusunlar” diyebilecek bir ruha sahip bir tek devlet adamı ve asker gösteremezsiniz...

Yine;

Dünya tarihinde “vatan savunması için yapılmayan her savaş bir cinayettir” diyen bir asker ve devlet adamı da…