Hazal Ocak’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum." sözünden ilham alarak yazdığı “İhanet” adlı kitabı bizzat elden veya sanal alemden okumanızı isterim.

Okuyun ki, bir zamanlar ‘taşı toprağı altın’ denilen İstanbul, taşı toprağı borçlu İstanbul haline nasıl getirilmiş, nasıl yağmalanmış, nasıl tüketilmiş görün.

Küçük özetler ve önemli notlarını aktarayım;

Belediye 2018 yılını o günün parasıyla 22 milyar lira borçla kapattı.

Her yıl bütçede verilen açık, 2018 yılına gelindiğinde 3 milyar 700 milyon liraya ulaşmıştı. Zira o yıl belediyenin geliri 18 milyar 400 milyon, gideri 22 milyar 100 milyon liraydı.

“22 milyar liralık borç, 25 yılda yavaş yavaş birikmiştir” demeyin…

Çünkü 2014 yılında 6 milyardı. Sadece 4 senede neredeyse 4 katına fırladı.

Üstelik, Ekrem İmamoğlu belediyenin başına geçtiği güne kadar, yani 2019 yılının ilk 6 ayında 22 milyardan 27 milyar liraya çıktı.

Hani “faiz” diye nutuklar atıyorlar ya, faizi hamuduyla götürüyorlar ki belediye, İstanbullunun parasının 1 milyar liradan fazlasını yıllık faize ödemek zorunda kalıyor.

Peki, bu borç kimi zengin ediyor?

Tabii mesele tahmin ettiğiniz gibi. Devletin malı deniz olunca, yiyen de tabii ki tanıdık müteahhitler ya da yandaş vakıflar oluyor.

2016’da belediyenin müteahhitlere borcu 1 milyar 892 milyon iken, 2018 yılı sonunda 4 milyar 338 milyon lira oldu.

2018 yılı sonunda belediyenin kasasında 102 milyon lira varken, piyasaya verdiği çeklerin ve ödeme emirlerinin toplamı 508 milyon liraydı.

İstanbul bir şehirden fazla, neredeyse bir ülke…

Düşünün İstanbul’un ekonomisi 130 ülkeden büyük. Peki, onu yönetenlerin kafası bu vizyonda mıydı?

Şöyle anlatalım…

2017 yılında, yani sadece 3 yıl önce, dolar bir anda 3 lirayı aşmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan yine “dolar bozdurma kampanyası” başlatmıştı. İBB de bu kampanyaya katıldı. Kasasındaki 41 milyon doları bozdurdu.

Ama şöyle bir sorun vardı. İBB’nin borcunun 6 milyar 400 milyon lirası o an itibarıyla döviz üzerinden dış borçtu. Bu kez yeniden dolar almaya başlayan İBB, aradaki kur farkı nedeniyle 18 milyon lira zarar etti.

Lütfen bir kez daha okuyun, hükümetin dolar bozdurma kampanyası çerçevesinde dolar bozdurarak ettiği zarar 18 milyon lira…

Kamu kaynaklarını har vurup harman savurma o halde ki, 2019 yılına gelindiğinde belediyede çalışan sayısı 13 bin 655 kişi, kiralanan araba sayısı ise 1717. Yani her 8 çalışana bir araba düşüyor. Belediyede 8 genel sekreter ve yardımcısı, 28 daire başkanı, 100 müdür, 29 müdür yardımcısı ve 478 şef bulunuyor. Toplandığında 643 “yönetici” sıfatlı insan ediyor.

Bütün yöneticilere birer kiralık araç dahi verilse geriye binin üzerinde araba kalıyor.

Belediye, hem bol bol araç kiralama ile yandaş sermayeyi zengin etti, hem de fazla arabaları protokol imzaladığı yandaş vakıflara, projelere göndererek milletin malını onlar için kullandı.

Seçim sonrasında Yenikapı’da sergilenen araçlarla başlayan tartışma, kamu kaynaklarının nasıl heba edildiğinin resmiydi.

Bu araç saltanatının yıllık masrafı; kira gideri 35 milyon 750 bin lira, yakıt gideri ise 13 milyon 750 bin lira.

Araçların 104 tanesi lüks kategorisindeydi. 31 tane Opel Insignia, 15 tane Skoda SüperB, 37 tane Volkswagen Passat ve 18 tane de Caravelle, listede sıralanıyordu. Arabaların modelleri 2015 ile 2018 yılı arasında değişiyordu. Listede lüks araçların dışında 175 tane Renault Clio Sport, 57 tane de Renault Megane vardı.”

Düşünün, belediye kaldırımları parsellemiş, araçları kiralayan İSPARK diye bir şirket kurmuş. Nasıl olmuş ise bu da zarar etmiş. Yani sokaklara araçlar bedavaya park etse kamu bütçesi daha rahatlayacak. Bu kadar akıldışına çıkmış bir sistemden söz ediyoruz.

Barış Terkoğlu’nun kitaba dair düştüğü notla bitirelim;

“Söylemek istediğim açık...

Türk ekonomisi masalları bir yana, 25 yıl aynı zihniyetin yönettiği İstanbul’un ekonomisinin nasıl batırıldığını hiç anlatmıyoruz. Oysa İstanbul’un hikâyesi, Türkiye’nin hikâyesi. Dürüst olsak, devlet mallarını sattık, kamu mülkiyetini yandaşlarımıza yağmalattık, millete ait varlığı kendimiz için kullandık, üretime dayanmayan bir ekonomiyle sürekli tükettik diyeceğiz. Ama “ah şu dış güçler” ya da “bize operasyon yapıyorlar” diye anlatmak işimize geliyor.

Dikkat edin, Külkedisi’ni uçuran sihirli ayakkabıyı çalan dış güçler masalını ya da Pamuk Prenses’i zehirleyen kötü kalpli lobiler masalını dinlerken uyumayın. Çünkü uyursanız, daha da yoksullaşırsınız.”