Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen İYİ Parti Sakarya 2. Olağan Kongresinde tekrar seçilen İl Başkanı Selçuk Kılıçarslan ile de görüşme ve görüşlerini alma fırsatı bulduk.

Ağırlıklı gündemimiz işsizlik ve özellikle genç işsizlik oldu.

Faciayı rakamlarla gizlemeye çalışan ve algı operasyonlarıyla bunu da başaran iktidarın, adeta dalga geçercesine verdiği rakamları sordum.

Sevgili hocam, Genel başkanımızın da belirttiği gibi “Ölçemediğin bir şeyi yönetemezsin.”

Yanlış verilerle atılan adımların sonuçları da yanlış olduğu için açıkça görüyoruz ki yönetemiyorlar.

Yalan yanlış veriler üzerinden, siyasal kampanya yaparak kriz yönetilmez.

Hele hele temenniyle hiç yönetilmez.

Akrabayla, eşle, dostla, yandaşla doldurdukları TÜİK, ne derse desin, genç işsizlik Türkiye’nin en önemli sosyoekonomik problemidir.

Türkiye, OECD ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında, en yüksek genç işsizliğine sahiptir.

Sizce işsizlik oranı kaç?

Gerçek ölçümlerin bize verdiği orana göre ülkemizde genç işsizlik oranı yüzde 25’in üzerinde…

Daha vahim olan da üniversite mezunu gençlerimizin işsizlik oranında ortaya çıkıyor. 15-24 yaş aralığındaki gençlerimizin, 1,2 milyonu üniversite mezunu.

.Hocam siz de bilirsiniz, ataması yapılmayan öğretmen sayısı yarım milyona dayandı ki gerisini siz hesap edin.

Yani 15-24 yaş arasındaki gençlerimizin yarıdan fazlası işsiz.

Sayın Erdoğan “her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” demişti, o günlere geldik galiba?

Evet, o günleri yaşıyoruz. İşsizlik üniversitelere yığıldı. Üniversite mezunu işsizlerin sayısının artması, ne eğitimde ne de istihdamda olan, boşlukta bir nüfus yarattı. Üniversiteden mezun ettiğimiz gençlerimiz, her sene daha fazla işsizliğe mahkûm edildi. Hâli hazırda, 15-29 yaş aralığında, ne işte, ne de okulda olmayan çocuklarımızın sayısı 5 milyonu aştı.

Bu rakam, işçisi, memuru, sözleşmelisi, kadrolusu, ülkemizin tüm kamu istihdamından daha fazla.

Aileler, önce okul maliyetlerinden, sonra çocuklarına iş aramaktan yorgun. Gençlerimiz ailelerine destek olamadıkları gibi, hala harçlık alıp onlara yük olmaktan dolayı üzgün.

Dünkü yazımda Lütfü Türkan’ın görüşlerine yer vermiştim. Türkiye’yi uçuracak dedikleri Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, bu sorunları çözemedi mi?

Genel Başkanımız Meral Akşener, grup toplantısında anlatmıştı.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildiğinde, 1 Temmuz 2018’de, Bu sayı 5,6 Milyon kişiydi.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin ilk 20 ayının sonunda, 7,9 Milyon kişiye ulaştı.

Artış oranı yüzde 40! Plansız, programsız, ortak akıldan yoksun bir yönetim anlayışının, yarattığı savrulmanın sonucu işte budur.

İyi de hükümet hiç böyle söylemiyor?

Doğruları söylemiyorlar. Gerçekleri gizliyorlar. Milletimiz fakru zaruret içinde, harap ve bitap düşmüşken, üstüne bir de vatandaşa yalan söylüyorlar.

Bakın yandaş kurum haline getirilen TÜİK’in dokunuşlarına rağmen, İşsizlikte, son 60 yılın en kötü 10 yılını yaşıyoruz.

Son 60 yılın en kötü 5 yılı bu hükümete ait. Tüm zamanların en kötü 3 yılı ise Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin, Cumhur Koalisyonunun yani bu hükümetin eseri.

Genel Başkan sayın Meral Akşener’in bir cümlesini hatırlıyorum; “Aziz milletim! Hem sofradan aç kalkıyorsunuz, hem de o hesabı siz ödüyorsunuz” demişti. Nasıl oluyor bu?

Öyle bir düzende yaşıyoruz ki, örneğin bütün Türkiye hep birlikte yemeğe gidiyoruz.

Çoğunuzun cebinde para yok, o yüzden en fazla bir çay söyleyebiliyorsunuz.

Ama aynı masada oturan bazıları, sipariş verdikçe veriyor.

Bir insanın yiyemeyeceği kadar çok yemek söylüyorlar. Siz yutkunurken, onlar yiyip, içip, eğleniyorlar. Ama hesap geldiğinde ortadan yok olup, tüm hesabı size bırakıyorlar.

Hem sofradan aç kalkıyorsunuz, hem de o hesabı siz ödüyorsunuz.

İşte bu kadar adaletsiz bir sistemde yaşıyorsunuz.

Ak Parti ve İYİ Parti iktidarı arasındaki en büyük fark; bu sofrada yemeği kimin yiyeceği, hesabı kimin ödeyeceğiyle ilgilidir.

Peki çözüm?

Biz milletimize söz verdik; iktidara geldiğimizde, kimse size yemediğiniz yemeğin hesabını ödetemeyecek, dedik.

Peki nasıl olacak?

Bunu kuvvetler ayrılığı ile başarabiliriz. Bunu demokrasi ile başarabiliriz.

Bağımsız yargı ile, bağımsız medya ile, bağımsız denetleme kurumları ile başarabiliriz.

İktidarı denetleyen kurumlar güçlü ve bağımsız olursa, ülkenin kaynakları da o kadar adaletli dağılır.

Yani, iktidar istediğine ihale dağıtamaz.

Yani, ülkenin tüm kaynakları, birkaç müteahhite peşkeş çekilemez.

Yani, devletin her kurumu, her çalışanı denetlenir ve yolsuzluk yapılamaz.

Hedefimiz iktidara kim gelirse gelsin doğru işleyecek bir sistem inşa etmek.

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem dediğimiz işte budur.

Ve kimsenin şüphesi olmasın, başaracağız.

Adalet ve demokrasi olursa güven olur. Güven olursa yatırım olur. Yatırım olursa iş bulunur.

İş bulunursa, çarklar döner, tencere kaynar, yüzler güler. Yüzler gülerse, gençlerimiz yeniden hayal kurar. Gençler hayal kurarsa, Türkiye hak ettiği geleceğe ulaşır.

Ve son sözü;

Formül basit.

Bütün mesele “önce millet, yalnız millet.” diyebilmek.

“Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” diyebilmek.