AKP 2019 seçim şarkılarından biriydi. ‘Artık eski Türkiye yok, başımız dimdik’ diye başlar, ‘neredeeeeen nereyeeeee’ nakaratıyla biterdi. Mitinglerde çalınır, Sayın Erdoğan da eşlik ederdi.

Şarkıydı o, propagandaydı ama hakkını yemeyelim güzel bir algı çalışmasıydı.

Bugün aşı tartışmaları yaşanırken aklıma geldi. Bakalım neredeeeeeeeeen nereyeeeeee gelmişiz, görelim, gösterelim istedim.

Bilenler bilir, Atatürk ilk Cumhurbaşkanı seçildiğinin ertesi günü yani 30 Ekim 1923 tarihinde İsmet İnönü’ye bir mektup yazıp, onu göreve davet etmişti.

Mektup, o günlerin Türkiye’sinin adeta bir özeti ve durum tespitiydi. Ben sadece sağlık alanıyla ilgili olan kısmını bir hatırlatayım önce;

“Bizi yine büyük bir savaş bekliyor.
Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.
Yoksul bir köylü devletiyiz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.
Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor.”

Evet, böyle bir Türkiye devralmışlardı.

Hatırlarsınız, Atatürk henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce, TBMM kurulur kurulmaz ekonomi, eğitim ve sağlık alanında kongreler toplamış, çalışmaları başlatmıştı.

İlk yerli aşı üretimi yapan Sivas Aşı Kurumu 1920’de kurulmuştu mesela…

Kuduz Tedavi Merkezleri, Karantina merkezi, Bakteriyoloji Laboratuvarları açıldığında henüz milli mücadele kazanılmamış, düşman yurttan atılmamıştı.

Cumhuriyetin ilanının ardından Ankara, İstanbul, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır'da 5 “Numune Hastanesi” kuruldu. Elazığ ve Manisa'da 2 “Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi” açıldı. Ankara, Konya, Balıkesir, Adana, Çorum, Malatya, Erzurum ve Kars'ta 8 “Doğum ve Çocuk Bakımevi” açıldı. 1926'da il merkezlerinde acil müdahale için 5 yataklı “Cankurtaranalar” hizmete girdi.

Tıbbiye Mektebi, “Tıp Fakültesi”ne dönüştürüldü. Dr. Refik Saydam, İÜ Tıp Fakültesi, Haydarpaşa Askeri Hastanesi, İstanbul Yüksek Dişçilik ve Eczacılık Mektebi'ndeki tıp öğrenimini yeniden yapılandırdı. İÜ Tıp Fakültesi'nin birçok enstitüsünde Hitler baskısından kaçan Alman ve Avusturyalı 76 sürgün bilim insanına görev verildi.

1928'de “Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi” yani “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” kuruldu. Burada 1931'e kadar kimya ve bakteriyoloji, 1931'de de serum bölümü faaliyete geçti. Buradaki “Aşı ve Serum Üretim Birimi”nde birçok hastalığa karşı aşı ve serum üretildi. Öyle ki 1938'de Çin'de başlayan kolera salgınına karşı Çin'e aşı gönderildi.

Bir dakika, neymiş? 1938 yılında Çin’e aşı göndermişiz, kolera aşısı…

Evet, evet aynı Çin… Dün koleradan kurtardığımız ama bugün aşısına muhtaç olduğumuz Çin…

Şimdi söyleyin bana, ‘neredeeeen nereyeeeee’ şarkıları söylemesi gereken kim burada? Türkiye mi? Çin mi? Hangisi?

Evet, gerek Çin gerekse biz ‘nereden nereye’ gelmişiz ama yönlerimiz farklı çünkü birimiz ileriye giderken diğerimiz geriye gitmiş.

Peki bu başarımızı neye borçluyuz!!!

Biz, bırak bizi Çin’i dahi kurtaran Hıfzıssıhha Kurumunu 2011 yılında kapattık. Ne gerek var dedik, dediler…

Hıfzıssıhha örnek alan Çin ise, yaptığı yatırımlarla aşı endüstrisini geliştirdi ve böylece dünya bizim için tersine döndü.

Bugün hangi ülkenin aşısını alsak olayını tartışıyoruz da, yahu biz neden elin aşısına muhtaç olduk ki sorusunu sormak hiç aklımıza gelmiyor.

Hıfzıssıhha önemliydi, Türkiye'nin en köklü sağlık kuruluşlarından biriydi.

Verem, ağız yoluyla alınan BCG, tetanos, difteri, kuduz, tifüs, inflüenza, kuru BCG gibi aşıları üretti. Dünyanın sayılı aşı laboratuvarları arasına girmeyi başardı.

Biz ne yaptık, kapattık…

Sadece o mu? İktidar bunun gibi onlarca Cumhuriyetimizin bıraktığı paha biçilmez mirası çarçur etti.

Kimini sattı, kimini kapattı.

Mesela, 1881'den beri bugün övündükleri sağlık sisteminin temellerinden biri olan Ankara Numune Hastanesi…

1925'ten beri faaliyette olan, Türkiye'nin ilk tüp bebek merkezlerinden Zekai Tahir Burak Kadın ve Çocuk (doğum) Hastanesi…

1963'te kurulan Türkiye'nin ilk pediatrik rehabilitasyon merkezi de olan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi…

Organ nakillerinde uzmanlaşmış, uzmanlık gerektiren hastalıkların tedavisinde çığır açmış 54 yıllık Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi…

Heybeliada Sanatoryumu ki kapatılıp Diyanet’e verildi.

Ve GATA, hani sadece ismi değil kadrosu da değişen entarili meczupların başhekim yardımcısı olabildikleri GATA…

Neyse, bu kadarlık hayal kırıklığı yeter, daha fazla üzmeyeyim sizi…

Siz iyisi mi yandaş kanallar izleyerek ‘sahte cennet’inizde yaşamayı devam edin.

Ama şu şarkıyı söylemeyi de ihmal etmeyin;

“Neredeeeeeeen Nereyeeeeeeeeee”