“Bizden önce doğru dürüst ambulans bile yoktu” diyerek algı operasyonu yapanların devri iktidarında ekonomi, eğitim ve sağlıkta çöküş devri başladı.

Malumunuzdur, Atatürk savaş meydanlarında bir yandan düşmanı nasıl yeneriz planları yaparken öbür yandan da bu ülkeyi nasıl ayakta tutarız diye kafa yoruyordu.

Bunun en önemli delilleri henüz savaş bitmemiş, düşman yurttan atılmamışken maarif yani eğitim ve cumhuriyet ilan edilmemişken iktisat yani ekonomi kongrelerini toplamış olmasıdır.

Atatürk’ün çok önem addettiği konuların başında da sağlık gelmiştir.

Atatürk, iç ve dış hainlerle boğuşurken dahi kafayı halk sağlığına, sağlık ve sosyal yardımlaşmaya takmıştır ki bunun da delili ‘Ulusumuzun sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölüm oranının azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal ve bulaşıcı hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya yetenekli bir halde sağlığına kavuşturulması gerekir’ sözünü söylediğinde yıl henüz 1922 olup daha cumhuriyet de ilan edilmemiştir.

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın kurulduğu 2 Mayıs 1920’de, henüz düzenli ordu bile kurulmamıştı.

Yani Atatürk, bütün bunları söylemekle kalmamış, yapmıştı…

Yeni Türkiye Cumhuriyeti kısa bir zaman içerisinde eğitim sorununu çözmüş, bir yandan Osmanlı borçlarını öderken öbür yanda güçlü bir ekonomi oluşturulmuştu.

O yokluğa rağmen sağlık devrimleri de ihmal edilmemiş, Milli Mücadele günlerinde tifo, tifüs, kolera, trahom, verem, sıtma, çiçek, frengi gibi salgınlarla mücadele edilmeye başlanmıştı.

1921’de kurulan Sivas Aşı Kurumu'nda 1922’de 5 milyon kişilik çiçek aşısı, 537 kilogram kolera aşısı, 477 kilogram tifo aşısı üretilip halka uygulandı.

Bakteriyoloji, kimya laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden oluşan hıfzıssıhha kurumları kuruldu.

Sıtmanın en etkili ilacı olan kinin İstanbul Kimyahanesinde üretilip Ziraat Bankası eliyle bütün bölgelere dağıtıldı.

Milli Mücadele yıllarında kuduz tedavi merkezi ve karantina merkezi, aşıhane ve bakteriyoloji laboratuvarları, tıbbi malzeme merkezleri açıldı.

18 Mart 1924’te kabul edilen Köy Kanunu ile köylerde “Köy Sağlık Korucusu” bulundurma ve köylere “Seyyar Tabiplik” uygulaması başladı. Yolu izi olmayan köylere at, eşek, katır sırtında seyyar tabipler gönderildi. Köylerde yapılan muayeneler ve hastalara verilen ilaçlar ücretsizdi.

1928’de “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” kuruldu. Hani bu iktidarın lüzumsuz diye kapattığı enstitü… Burada birçok hastalığa karşı aşı ve serum üretildi. Öyle ki 1938'de Çin'de başlayan kolera salgınına karşı Çin'e aşı gönderildi.

24 Nisan 1930'da “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” çıkarıldı. Sağlığın anayasası durumundaki bu kanunla halk sağlığı devlet güvencesi altına alındı.

1936’da “Hıfzıssıhha Okulu” kuruldu.

Gelelim devri iktidarınıza… Sağlığın çöküşüne verilebilecek örneklerden bir tanesi;

İYİ Parti Konya Milletvekili Fahrettin Yokuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılan Konya Şehir Hastanesi’ne ilişkin çarpıcı iddialarda bulundu.

“Yüklenici firma dünyalarca eksiğe ve usulsüzlüğe rağmen açtırdığı Şehir Hastanesi’nde sözleşmeye rağmen sağlık personelinin hasta teşhis ve tedavisinde kullandığı tüm sarf malzemesini satın almayıp, Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin malzemelerini bedelsiz alarak, kamyonlarla Şehir Hastanesine taşıdı.

Parası devletin kasasından çıkan Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Şehir Hastanesi’ne o kadar çok malzeme taşındı ki şu an hastanede yatan hastaya takılacak serum dahi kalmamış.

Hastasına kullanması gereken serum vb. malzemeyi bulamayan hemşireler durumu ağlayarak Başhemşireye bildirmiş, ancak ‘Yapacak bir şey yok, bir daha alım yapılarak bu malzemeleri temin edeceğiz. Hepsi Şehir Hastanesine gitti' denilmiştir.

Yani devletin parası ile alınan malzeme Şehir Hastanesi’ne peşkeş çekilmiştir. 850 yataklı hastaneyi zamansız açarken gerekli personel alımı da yapılmadığı için günde 6000 hastanın başvurduğu Acil Serviste 4 hemşire ile vatandaş mağdur edilmektedir.

Tıkır tıkır çalışan koskoca bir Eğitim Araştırma Hastanesini darmaduman ederek malzemesi ve personelini sırf yüklenici firma bir an önce para kazansın ve AKP de siyasi amaçları için kullansın diye devlet göz göre göre zarara uğratılmaktadır.

Sağlık çalışanları zaten yorgun ve bitkin iken iş yükleri daha da artmış, üstelik eğer hastane taahhüt edilen miktarı karşılarsa döner sermayeden pay alacakları için de endişelidirler. Çünkü önce yüklenici firma hasta garantisi karşılığı parasını alacak sonra sağlıkçıların maaşının parçası olan döner sermaye ödenecektir.”

Şehir Hastaneleri algı yönetimi ve propaganda bakımından önemli ki devletin hastanesinin malzemeleri oraya aktarılıyor.

Buraya iliştirmem gereken bir örnek de ABD Büyükelçisinin, Türkiye’nin ilaç borçlarını ödemesini istemesi ve yandaş şirketlere şehir hastaneleri bahanesiyle milyonlarca dolar aktarılırken, yerli tıbbi cihaz üreticilerinin yaklaşık 20 milyar liralık alacaklarının ödenememesi…

Lakin yer kalmadı, onu bilahare paylaşalım.