İnsan hep kıyaslanır; bebeksindir, gelişimin kıyaslanır, okula başlarsın, notların kıyaslanır, sınava girersin, komşu çocuğu ile kıyaslanırsın, evlenirsin, hayatın kıyaslanır, doğurursun, çocuğa nasıl baktığın kıyaslanır, hasta olursun, hastalığın kıyaslanır.

Ölürsün, cenazenin kalabalığı bile kıyaslanır. İnsanoğlu hep kıyaslanır, kıyaslar.

Hep bir kıyaslama halindeyiz, ne yazık ki buna alıştık, alıştırıldık. Örf ve adetlerimizin bastırılmış duyguları arasında kalakaldık. Kuşakların nesillerce kültürel ve gelişimsel olarak katline fermanları gördük, yaşadık.

Sürekli birilerini kıyaslamak ve ya kıyaslanmaya maruz kalmak depresyona giriş biletidir, insanoğlu tektir, her bir insan kendi başına bir birey olmakla beraber, özeldir.

Kıyaslamak; yapılana haksızlıktır, yapan kişiyi de yorar. Boş yere hayal kırıklığı yaşar durursun. herkesin ayrı bir kimliği, dolayısıyla olaylar karşısında farklı duruşları olur.. ama bunun farkında olmak bu çirkinliği üzerinizden atmanıza yeter mi, bilmem..

Bu durum insanı mutsuz eden dipsiz bir kuyudur; sonu hiçbir zaman gelmez. kıskanmak ile iç içedir, bir sürü örselenmiş duygu barındırır. Hani biz uzmanlar deriz ya; ‘çocukluğa inmek gerek’ diye…

Bende bu durumu yaşamadım değil, okul yıllarında ailelerimiz tarafından bilinçsizce kıyaslanır dururuz, bak o böyle, şu şöyle diye. Hâlbuki her insan farklıdır.

Benim ideallerim ve hayata olan bakış açım bir diğerinden farklıdır, bir diğerininki de benden elbet.

İnsan, meçhul bir el tarafından sonsuzluğa fırlatılmış kum tanesi, uçurumun kıyısında, düşmemek için bulduğu her dala tutunmaya çalışan, namustan, aşktan, bencillikten, hırstan medet uman, daha sıkı tutunmak için bunlar gibi nicesini erdemden sayan, son çareyi Tanrı’ya sarılmakta bulan fakat azar azar güçten düşen ve an gelip dermansız kaldığında ellerini bırakan ve düştükçe düşen zavallı, çelimsiz böcek.” diye tanımlamış insanı; Gustave Flaubert bir delinin anılarında…

Öyle değil miyiz gerçekten? Kendimizi bulmaya çalışırken yıpranıp, yıpratıyoruz. Hoyratça tüketiyoruz değerlerimizi, duygularımızı.

İnsanları pek anlamıyorum diye başlar cümleler… Aslında orada anlamak istediği başkaları değil insanın ta kendisidir. Bu bir başkaldırıştır, başkaldırışların en kolayıdır aslında.

Hep bir başkası üzerinden yürür gider hayatlarımız, sığınır, sıvışırız. Aciz bir kum tanesi kadar nereye rüzgar esse orada biter yüreklerimiz.

Kaf dağını ben yarattım imajı verenleri de var elbet. Bu da egonun ve kibrin beden bulmuş halidir.

İnsan, sevmelidir, sevdikçe yücelir. Anlaşılmalı..

Âlemin mihrakı insandır. Ham gerçeğe katılmış her ne varsa insanın eseridir, onun içindir. insan ise her şeyden önce ve en mühim vasfıyla ahlaki varlıktır. Ahlaki varlık demek ferdin fiilleriyle kamulaşması; parçanın kişilik halinde bütüne açılması demektir.

Açılan her bütünün gizli öznesi sevgidir, yüreklerde sevgi olmadıkça insanoğlu kıyaslanır, kıyaslar.

Öz’ü sevmek deriz hep.. Öz’ü sev. O öz insanın ta kendisidir, kendisini sevmeyen kimseyi sevmez, sonrası hep hayal kırıklığı, hep hüsran.

İnsanoğlu kendini tanıdığında güzelleşecek bu dünya…

Sevgilerimle, hoşçakalın.