AYDINLANMININ BEŞİĞİ KÖY ENSTİTÜLERİ

Bir köy enstitüsü artığı öğretmen okulu girişli ama neticede öğretmen lisesi mezunu olarak Köy Enstitüleri’nin 82. kuruluş yıl dönümüne dair bir şeyler yazmazsak olmaz.

Cumhuriyet ilan edildiğinde, erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur yazar erkeklerin ezici çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi.

Okul yaşı gelen her dört çocuğumuzdan üçü okula gitmiyordu.

Toplam 4 bin 894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı. Başkent Ankara'da mesela, sadece iki lise vardı. Türkiye'nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin öğretmenlik eğitimi yoktu.

Atatürk’ün, İnönü’ye Başbakanlık teklif ettiği mektubunu, dönemin bir fotoğrafı gibiydi;

“Sevgili Paşam!..  Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.
Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.”

Atatürk’ün gözünde ülke iki temel sacayağı üzerinde oturmalıydı. Eğitim ve ekonomi…

Nitekim Maarif Kongresini topladığında henüz kurtuluş savaşı bitmemişti.

İktisat Kongresini topladığında henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti.

O derece ileri görüşlüydü yani…

Atatürk’ün, Cumhuriyetin temel eğitim politikasını gerçekleştirmek için önündeki tüm engelleri kaldırması gerekiyordu. Öyle de yaptı; Hilafeti, şeriye ve evkaf vekaletini kaldırdı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu yani Öğretim Birliği Yasasını çıkarttı.

Halifeliğin kaldırılması, devletin yapısındaki laikleşmenin en önemli başlangıcıdır.

Şeriye vekaletinin kaldırılışı şeriata dayalı hukuk sisteminin yıkılışıdır.

Bunların ardından şeraite dayalı yasalar yürürlükten kaldırılmış, yurttaşlık yasası, borçlar yasası, ticaret yasası ve usul yasaları kabul edilmiştir. Böylece çağdaş hukuk ilkeleri benimsenmiş hukukun laikleşmesi sağlanmıştır.

Bunlarla eşzamanlı olarak türbe, tekke, zaviyeler ve tarikatlar kaldırılmış, harf devriminin kabul edilişi ile kültür alanın laikleşmesi sağlanmıştır. Öğretimin birleştirilmesi yasasıyla mahalle mektepleri-sübyan mektepleri, azınlıklara ait okullar ve medreseler kaldırılmıştır.

Eğitim ve öğretim dinsel etkilerden uzak, bilimsel bir bütünlük içinde verilmeye başlanmıştır.

Ders programları, ders ve yardımcı kitapları pozitif bir anlayışla, bilimsel olarak hazırlanmış ve okutulmuştur.

Yeni kurulan ulus devletin, eğitime büyük önem vermesi ve eğitimin kitleselleşmesi çabası sonraki yıllarda Millet Mektepleri, Halkevleri, Köy Eğitmenleri Kursları ve Köy Enstitüleri’nin açılmasına kaynaklık etmiştir.

Köy Enstitüleri, sadece yeni bir eğitim modeli değil, bir toplumun “üreten-paylaşan uygarlık” yoluna girişinin anahtarıydı.

Atatürk’ün kalkınmanın köyden başlaması düşüncesiyle başlayan “köy eğitmenleri” projesi, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde “Köy Enstitüsü” olarak 17 Nisan 1940’ta hayata geçirildi.

“Yaparak yaşayarak eğitim” ilkesine dayalı bir programla kızlı erkekli köy çocukları dünya kültürüyle köyü buluşturan bir çalışmayı gerçekleştirdiler.

Bir yandan dünya kültürüyle buluşurken aynı zamanda toprağı eken, biçen, hayvan yetiştiren, arıcılık yapan, marangozluk, demircilik öğrenen bu öncüler köylerin eğitmenleri olacaklardı.

Öyle de oldu. Ülkenin çeşitli yerlerinde açılan 21 enstitü, toplumu geliştirme yolunda ilerlerken elbette toprak ağalarının da hedefi olacaktı.

Sonradan bir köy ağası, “Köy Enstitülerinden yetişenler bizim ağalığımızı ortadan kaldıracaklardı. Buna izin veremezdik” diye karşı çıkışı itiraf etmişti.

Yılmaz Özdil’in “Orda bir köy var uzakta…” başlıklı yazısında belirttiği gibi;

“Tarih derslerini Ordinaryüs Profesör Enver Ziya Karal veriyordu. Zooteknik derslerini Profesör Selahattin Batu, ekonomiyi Profesör Muhlis Ete, edebiyatı Sabahattin Eyüboğlu, ziraatı Profesör Kazım Köylü, coğrafyayı Profesör Ferruh Sanır anlatıyordu.

Ankara Konservatuarı'nın saygın ustaları klasik müzik öğretiyordu. Mesela, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün enstrüman demirbaşı şöyleydi: 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, sekiz akordeon, üç piyano, üç davul, bir metronom, bir pikap.

Halk müziği derslerini Aşık Veysel ve Ruhi Su veriyordu, saz çalmasını öğretiyordu. Harika çocuklar Suna Kan ve İdil Biret misafir olarak getiriliyor, köy çocuklarını teşvik etmek için, yaşıtlarına keman ve piyano dinletiliyordu.

Türkçe, matematik, fizik, kimya, resim, müzik, tarih, coğrafya, psikoloji, sosyoloji, pedagoji, spor derslerinin yanısıra, sağlık, makine, motor, fotoğrafçılık, kooperatif, ziraat, bağcılık, seracılık, ağaççılık, sütçülük, konservecilik, hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk, balıkçılık, ipekböcekçiliği, inşaat, demircilik, marangozluk, dokumacılık, biçki dikiş, ev idaresi, yemek dersleri vardı. Bu dersler uygulamalıydı.

Kazmayı küreği alıyor, tarlaya çıkıyor, alternatif tarım teknikleri üzerine çalışıyorlardı. Fırına giriyor, ekmek pişiriyorlardı. Laboratuvarları vardı, fizik kimya deneyi yapıyorlardı. Bisiklet, motosiklet, motorlu balıkçı teknesi kullanmasını öğreniyorlardı.

Arkeolojiyle tanışıyorlardı, Efes'e Perge'ye incelemeye gidiyorlardı.

Her cumartesi günü, öğrenciler, öğretmenler, müdürler aynı salonda buluşur, geride kalan haftayı değerlendirirdi. Ancak… Bu değerlendirme, öğretmen gözüyle değil, öğrenci gözüyle yapılırdı. Öğrenciler açık yüreklilikle, çekinmeden, öğretmenlerini eleştirir, rahatsız oldukları konuları dile getirirdi. Öğretmenler kendilerini savunmaz, eleştirilen konuları bir daha yapmamak için not alırdı.

Öğrencilere asla “çocuklar” diye hitap edilmez, isimleriyle hitap edilirdi. Eğitimde korku değil, sevgi, hoşgörü esastı. Köy enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç'un bizzat kaleme aldığı genelgede şöyle deniyordu: “Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, dayak atamaz, kötü söz söyleyemez, eğer bu dediklerimi yaparsa, öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmek hakkıdır.”

Resim yapıyorlardı. Voleybol oynuyorlardı. Tenis kortu vardı, tenis oynuyorlardı. Futbol sahası vardı. Orkestraları vardı. Sinema salonu vardı. Tiyatro salonu vardı. Bedri Rahmi Eyüboğlu bir hatırasını Cumhuriyet gazetesinde yazmıştı: “Okulun hayvanlarını barındıran ahırında bir çocuk gördüm, gece nöbeti ona düşmüştü, elinde kitap vardı, dalmıştı, Shakespeare okuyordu, okuduğunu nasıl kavradığını, ertesi gün oynadıkları harika piyeste gördük.”

Mozart, Vivaldi, Beethoven dinliyorlar, Gorki, Tolstoy, Zola okuyorlardı. “Her mezunumuz en az 150 klasik okumuş halde diploma almalı” diye gelenek vardı. Moliere'in Kibarlık Budalası'nı, Sofokles'in Kral Oedipus'unu, Gogol'un Müfettiş'ini sahneliyorlardı.

Bahçeleri heykellerle donatılmıştı.

Kız erkek beraberdi.
Karma eğitim yapılırdı.

O senelerden bir mezuniyet töreni programı, sırasıyla şöyleydi: İstiklal Marşı, bağlama konseri, türküler, mandolin konseri, şiirler, keman konseri, piyano konseri, koro, Anton Çehov'un Bir Evlenme Teklifi, diploma takdimi, hep beraber zeybek.

Bilgi meşalesi yurdu aydınlatıyordu.”

Sendikacılık yaptığım dönemden biliyorum; Biz bu günlere Köy Enstitüsü, Köy Öğretmen Okulları, Öğretmen Okulları sayesinde geldik. Onların ışığından istifade ettik, onların mirasını yedik.

O miras artık tükendi ki Allah sonumuzu hayreyleye…

EĞİTİM-SEN ES GEÇMEDİ!

Sakarya Eğitim-Sen hafta sonu Köy Enstitüleri’nin 82. kuruluş yıl dönümünü kutladı.

Sakarya Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Sabahat Şahin'in söyleşi konuğu olarak katıldığı, emekli öğretmenleri forum bölümünde deneyimlerini paylaştığı ve müzisyen öğretmenlerin dinletileri ile Köy Enstitüleri’ni andılar.

Eğitim-Sen Sakarya Şube Başkanı Yücel Kaçar, günün anlam ve önemine dair şunları aktırdı;

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişiminde belirleyici roller oynayan ve 17 Nisan 1940 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulan Köy Enstitüleri’nin 82. kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz…

Türkiye nüfusunun yüzde 80’inden fazlasının köyde yaşadığı, ülke nüfusunun büyük bölümünün okuma yazma bilmediği bir dönemde, ‘Eğitim üretim içindedir’ şiarını ilke edinerek kurulan Köy Enstitüleri, üretime ve kalkınmaya yönelik öğrenimi temel alan önemli ve tarihsel bir deneyim olarak Türkiye’nin tarihinde önemli bir yer edinmiştir.

Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli insan gücünü yetiştirmek için kurulan temel eğitim kurumları olmuştur. Köy Enstitüleri deneyiminin ülkenin öğretmen yetiştirme sistemine yaptığı somut katkılar, aradan geçen zamana rağmen günümüzde de hatırlanmaktadır.

Bugünün siyasi iktidarı tarafından hedef haline getirilen ve eğitim biliminin temeli olan laik ve karma eğitim sistemine dayanan Köy Enstitüleri’nde okutulan derslerin yüzde 50’si kültür, yüzde 25’i tarım ve yüzde 25’i de teknik derslerden oluşmuştur. Her mezunun öğretmenlik diplomasında bir ‘iş’ ve bir de ‘tarım’ faaliyeti ek branş olarak belirtilmiştir. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmamış, aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularında uygulamalı olarak öğrendiklerini öğrencilerine aktarma olanağı bulmuştur.

Köy Enstitüleri sayesinde 1940 ve 1946 yılları arası 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve bu tarlalarda üretime başlanmıştır. Aynı dönemde 750 bin fidan dikilmiş, 1200 dönüm bağ oluşturulmuş, 150 büyük çaplı inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 100 km yol, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 20 uygulama okulu ve 12 elektrik santrali yapılmıştır.

Toplumcu bir anlayışla kurulan Köy Enstitüleri aynı zamanda tarım işlikleri ve sağlık ocakları olarak toplumsal işlevler görmüş, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri bu okullarda yapılmıştır. Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısının oluşumuna çok değerli katkıları olan Köy Enstitüleri pratiğinin eksikliği, eğitim sisteminin büyük bir çöküşün eşiğinde olduğu günümüzde çok daha yakından hissedilmektedir.

Köy Enstitüleri’nin zengin ders içeriği, benimsediği öğretmen yetiştirme ve eğitim modelinin ne kadar önemli ve değerli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Günümüzde ise laik ve bilimsel eğitime yönelik tehditler artarken, okullarımız dini vakıf ve derneklerin kuşatması altına alınmış, öğrencilerimiz bizzat Milli Eğitim Bakanlığı eliyle cemaat ve tarikatların kucağına itilmiştir. Eğitim emekçileri sağlıklı koşullarda çalışamamakta, esnek, güvencesiz ve angarya çalışma kıskacına alınmaktadır.

Köy Enstitüleri’nin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı eleştirmeyen, sorgulamayan, ezbere dayalı ve sınav merkezli eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmayı hedeflemiş olmasıdır. Eleştiren, sorgulayan bireyler yetiştirmeyi hedefleyen Köy Enstitüleri’nde ezberci değil, analitik düşünen, bilimsel, demokratik ve laik eğitim anlayışı benimsenmiştir. Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun üzerinden 82 yıl geçmiş olmasına rağmen, dönemin zor koşullarındaki eğitimin niteliği ile günümüz Türkiye’si arasında olumsuz anlamda çok büyük farklar olması düşündürücüdür.

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin etkisi sonucunda Köy Enstitüleri soğuk savaş politikalarına kurban edilip kısa süre içinde kapatılmıştır. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasını takip eden süreçte, özellikle 1950’li yıllarda bu önemli eğitim deneyimi önce yatılı öğretmen okullarına, ardından yatılı okullara, sonra da normal lise eğitimine yayılarak zaman içinde işlevsiz hale getirilmiş ve hızla etkisizleştirilmiştir.

Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Türkiye’nin çağdaş, laik ve bilimsel değerlerle buluşması ve aydınlanma sürecinin ciddi anlamda kesintiye uğramasına neden olmuştur. Geçmişte Köy Enstitüleri’ni kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, karma eğitim karşıtı uygulamalara göz yumarak eğitim sistemini iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.

Eğitim Sen olarak, 82. yılını kutladığımız Köy Enstitüleri’nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine sahip çıktığımızı bir kez daha ifade ediyor, Köy Enstitüleri tarafından hayata geçirilmeye çalışılan toplumcu ve aydınlanmacı eğitim felsefesinin tüm eğitim kurumlarında uygulanması için mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.”