TAVŞANA KAÇ TAZIYA TUT POLİTİKASI         

Koskoca bir Bakan diyemiyorum çünkü günümüz bakanları o eski devlet adamları gibi değil ama yine de atanmış bir bürokrata da bir okul müdürüne kameralar önünde fırça atmak hiç de hoş bir davranış değildi.

“Ne istediniz de vermedik, o kadar ödenek çıkardık” sözünü değerlendirmeden önce bir hatırlatma yapayım.

Yapayım çünkü bu aziz toplum ne yasal ne de Anayasal haklarından haberdar…

1739 sayılı milli eğitim temel kanununa göre;

Temel Eğitim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır.

Eğitimde kadın erkek herkese fırsat ve imkân eşitliği sağlanır.

İlköğretim 6-14 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimini kapsar. İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır

222 sayılı ilköğretim ve eğitim kanununa göre;

İlköğretim; öğrenim çağında bulunan çocuklar için zorunlu ve devlet okullarında parasızdır.

Mecburi öğrenim çağı 6-14 yaş grubunu kapsar.

Özetle; yasalarımıza göre ilköğretim zorunlu ve parasızdır.

Ülkemizde, bu yasal emrin zorunlu kısmı konusunda taviz yok.

Hele çocuklarınızı göndermeyin; kolluk kuvvetleri devreye girer, yaka paça alınır hâkim karşısına çıkarılır, ilkinde para cezası tekrarı halinde hapis cezasına bile çarptırılırsınız.

Vermiyorum kardeşim, göndermiyorum deme şansınız yok, göndereceksiniz.

Veremiyorum kardeşim, gönderemiyorum, param yok bahanesine de sığınamazsınız.

Yasaya karşı gelemezsiniz.

Mademki vatandaşsınız, çocuğunuzu kuzu kuzu gönderip yasanın sizi ilgilendiren kısmının amir hükmünü yerine getireceksiniz.

Peki, yasanın ikinci amir hükmü yani ‘parasızdır’ kısmı yerine getiriliyor mu?

İşte sorgulamamız gereken bu…

Ama bunun muhatabı kesinlikle okul ve okul idaresi değildir.

Yasama ve yürütme görevini ihmal edenlerin yakasına yapışacaksınız.

‘Bedava kitap dağıtıyoruz ya’ bahanesine sığınıp ki onu da yandaşlarına para kazandırmak için yapanlara, o zaten sizin göreviniz peki nerede bu okulun tahtası, tebeşiri, boyası-badanası, ders araç ve gereçleri, personeli-görevlisi diyeceksiniz.

Onların tuzu kuru…

İkili oynuyorlar, kamu görevlisi ile vatandaşı birbirine düşürüyorlar.

Bir yandan beyanat veriyorlar; katkı payı, kayıt parası vermeyin diye…

Öbür yandan el altından genelge gönderiyorlar; alın ama acıtmadan diye…

Siz de yanlış muhatap seçmekle onlara yardımcı oluyorsunuz.

Bile bile yapıyorlar…

Bu şartlarda eğitim-öğretim organizasyonunun yürümeyeceğini hükümet ve milli eğitim bakanlığı da gayet iyi biliyor.

Tek güvenceleri ebeveynlerin çocuklarına olan düşkünlüğü ve merhameti, bunu biliyor ve istismar ediyorlar.

Tavşana Kaç Tazıya Tut Politikası Uyguluyorlar.

Yap bir okul, ata bir müdür, eline tutuştur bir mühür, hiçbir ihtiyacını karşılama sonra da de ki bağış alırsanız ananızı ağlatırım!!!

Niye?

Bakan efendiler halka şirin gözüksün diye…

Yani tavşana kaç, tazıya tut politikası…

Ki hatırlarsınız ‘bağış alanın kafasını kırarım’ deyip el altından ‘acıtmadan alın’ diyen Bakan da gördük biz.

Acıtmadan alın, yani gürültüsüz, bize bir zararı dokunmadan alın…

Kimi Bakan, Bağış Tespit Timi kuracak kadar ileri gitti, tribünlere oynadı.

Sanki okulların bütün ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış da beceriksiz idareciler kaynakları doğru kullanmayıp faturayı velilere kesiyor demeye getirdiler.

Oysa veliler, çocuklarının ellerine tutuşturulan pusuladan bilirler. Bunun böyle olmadığını…

Benden para almadılar diyen tek bir veli çıkmaz, çıkamaz…

En önemli talep temizlik parasıdır, mesela….

Elektrik, su, ısınma tesisatı, bakım, onarım giderleri, elektronik malzemelerin bakım, onarım, yazılım güncelleme giderleri, kırtasiye giderleri, sınav kâğıdı çıktısı ve fotokopi hizmetleri, dosyalama giderleri, eğitim öğretim hizmetlerini yürütmek için kullanılan; projeksiyon, akıllı tahta, bilgisayar, yazıcı, tarayıcı, kağıt... vb. sarf malzemeleri, dersliklerin eğitim öğretime hazırlanması için boya-badana bakım giderleri, öğrenci sıralarının yıllık bakımları, sınıf dolabı, her nevi eğitim-öğretim materyallerinin tedariki, öğrenci ve velilere yönelik iletişim (cep telefonu, sabit telefon) her nevi iletişim giderleri ve bunun gibi uzun bir liste…

Bunlar ihtiyaçtır, birçoğu bir okulun olmazsa olmazıdır.

Tüm bu hizmetler Bakanlık para göndermediğinden dolayı okul aile birliklerinin velilerden aldıkları bağışlarla yerine getiriliyor.

Ne yapsın idareciler

Bu ihtiyaçları okullar nasıl, nereden karşılayacak?

Bakanın müdürüne fırça attığı okulu görüntülerden izledik.

Eksiklerini gördük.

Hiç birisi okul müdürünün görevi değil her şeyden önce…

Ha, siz yaptınız da okul müdürü potaları falan söküp sattıysa bilemem!

En iyi okulunuz bu mu da beni getirdiniz? En iyisi buysa diğerleri kim bilir nasıl, diyor Bakan hazretleri…

Bence de en iyi okul orasıdır. Hiçbir bürokrat koskoca Bakanı alıp döküntü bir okula götürecek kadar ahmak olamaz.

E en iyi okul da orası olduğuna ve döküldüğüne göre, sorumluluk Bakanlığındır.

Hoş, Bakan da o suçunu örtmek için böyle davranmıştır.

Lakin yakışmamıştır!

EĞİTİMİN KENDİSİ HİMMETE MUHTAÇ!

“Kendisi himmete muhtaç bir dede, mümkün mü başkasına himmet ede” atasözünü bilirsiniz.

İşte eğitim sistemimiz artık bu halde. Kendisine faydası yok ki millete olsun.

Bu ülkede eğitimin niteliğinden ve kalitesinden söz etmek mümkün değil artık.

Oysa kaliteli eğitimle yetişen nitelikli insan gücü, ülkelerin kıyasıya bir rekabete girdiği günümüzde milletlere stratejik üstünlük kazandıran en önemli avantaj…

Haliyle iktidarların en önemli görevi, ekonomiyi büyütmek, üretimi ve istihdamı artırmak, ülkeyi kalkındırmak ve refah seviyesini yükseltmek ve tabii ama bu hedefe ulaşmanın en önemli yolu olan nitelikli eğitimin ülke çocuklarına en iyi şekilde, fırsat eşitliği ve adalet içinde ulaştırabilmek ve beşeri sermayeyi en iyi şekilde yetiştirmek olmalı.

Yanlış eğitim politikalarının bedeli yoksulluk, işsizlik ve dışa bağımlılıktır.

Atatürk’ün dediği gibi; “Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk hâlinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.”

Bizim bütün icraatımız esaret ve sefalete yönelik gibi geliyor bana.

Alanım olduğu için demiyorum işin gerçeği bu; iktidarın en başarısız olduğu alanların başında eğitim geliyor. Belki de bile isteye böyle, bilemem!

Bu ülkede 19 senede 8 milli eğitim bakanı değişti. Hatırlarsınız her gelen bir önceki sistemi kötüleyip yeni sistem sözü verdi. Aynı iktidar, aynı parti ama 8 birbirinden ayrı bakan gördük.

Her biri, ülkenin gerçekleriyle örtüşmeyen, günü kurtarmaya yönelik sözde çözümler, vizyon belgeleri de dahil olmak üzere eğitim adına vaat edilen, uygulanmayan projeler ve bunlara ödenen milyonlarca para demekti bu ülke için…

Bir eğitim felsefeleri, bir politikaları olmadı.

Bilimsellikten uzak, rövanşist, çarpık, zihinsel düşüncelerini uyguladılar ve çekip gittiler.

Biz bu iktidarla ‘nasıl bir insan yetiştirmeliyiz’ konusunda anlaşamadık her şeyden önce…

Onlar ideolojileri ve arka planları gereği, sorgulamayan, araştırmayan, eleştirel düşünmeyen, biatçı, dindar ve kindar bir nesil arzuladılar, kendi ifadeleriyle söylüyorum.

21’inci yüzyıl becerilerine sahip, evrensel ve millî kültürü sentezleyen, üreten iyi insan, iyi vatandaşlar değil, kendilerine hizmet eden tipler arayışına girip, okullarımızı bile ‘arka bahçe’ haline getirdiler.

Her şeye rağmen başardılar diyemem.

Sizler de görüyorsunuz, bu ülkenin çocuklarının genetik kodları, iktidarın anlamsız, çağ dışı ve takiyeci anlayışını geri püskürtüyor.

“Z Kuşağı” mesela…

İktidar, fikrî iktidarlarını gerçekleştirmek adına, insanları yoksulluğa, yokluğa terk etse de, fırsat eşitsizliğini derinleştirse de, okulları nitelikli ve niteliksiz olarak ayırıp her ikisini kalitesiz hâle getirse de, pek arzu ettikleri seviyeyi yakalayamadıklarını bizzat kendileri itiraf ediyorlar.

Ama yine de eğitim ve insan üzerindeki tahribatlarını görmezden gelmemiz de mümkün değil.

Bir milletvekili soruyordu Bütçe görüşmelerinde;

“Bu yılın verilerine göre 676 bin öğrenci okula gitmiyor. Zorunlu olmasına rağmen sadece ilkokulda 143 bin öğrenci okula ulaşmamış, gitmiyor. Nerede bu çocuklar Sayın Bakan?”

Nerede olduklarını biliyoruz aslında…

Bu çocukların bir kısmı yokluktan ve yoksulluktan dolayı çocuk işçi oldular, kızlarımızın bir kısmı da çoktan kocaya vardılar maalesef…

Bir kısmı da ‘Beton Kemal’in okullarında mı okutalım anlayışı ile tarikat, cemaat okul ve kurslarındalar…

Şöyle ya da öyle okullu olanların hatırı sayılır bir kısmı da, ulusal ve uluslararası göstergelere göre, temel bilgi, beceri ve yeterlilikler açısından yoksun yani bir anlamda kayıplar.

Dünya Bankasının verilerine göre, Türkiye’de 10 ve 14 yaş aralığındaki her 5 çocuktan 1’i öğrenme yoksulu. Bu ne demektir? 5 çocuktan 1’i önündeki metni ya okuyamıyor ya da okuduğunu anlayamıyor.

Bir kısım çocuklarımız da okulların ve öğretmenlerin değersiz hale getirilmesi sarmalında kaldı, okuyorlar ama sözde…

Onar da elemeye dayalı, sınav odaklı eğitimle yarış atı haline geldiler, çocukluktan ve hatta insanlıktan çıkarıldılar.

Okullar sadece diploma veren bir kurum haline dönüştü.

Çoğu baktılar ki okulların bir anlamı yok, çocuklarını açık öğretim, ortaokul ve liselerine aldırdılar.

Resmi verilere göre 1,5 milyon öğrenci açık öğretimi tercih etti.

Nasılsa o da diploma öbürü de…

Ya öğretmenlerin durumu?

Öğretmenler, bir ülkede belirlenen eğitim politikalarını uygulayan ve anlamlı kılan temel taşlar. Onların da motivasyonu bozuldu.

Sürekli mobbing uygulayan, siyasallaşmış, yandaş, liyakatsiz yöneticiler bir yandan, yoksulluk sınırının epey altında olan maaşlar yüzünden geçim derdi bir yandan ve devamlı değişen eğitim sistemleri bir başka yerden, öğretmenleri çaresiz bıraktı.

Yani eğitim, kendisi himmete muhtaç bir dede artık…

ADAM HAKLI

Nicelik mi? -yoksa- Nitelik mi?

Sayı ile ifade edildiğinde 2011 yılından Kasım 2021’e kadar eğitime 1 trilyon 183 milyar lira para harcamışız. Eğitime harcanan bu paranın şimdiki değeri 2 trilyon 30 milyar…

Her yıl eğitime ayrılan bütçe ile övünüyoruz ama maalesef ülkemizde bir teknoloji-bilgi düzeyi yükselişi yaşanmıyor.

Hatta daha ama çok daha acı gerçeği söyleyelim: Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yeni ekonomi modelinin ana dengesini IRGATLIK üzerine kurmuştur.

TL, ne 94 krizinde, ne de 2001 krizinde bu kadar değersiz olmamıştı. Merkez Bankası verileri TL’nin tarihi bir değersizlik yaşadığını gözler önüne seriyor.

Aslında paranın değeri, ülkenin de değerini gösterir.

Bu kadar değersiz TL aynı zamanda değersiz mal üretimine bel bağlamış bir yönetimi de gösteriyor.

Model ucuzluğa dayalı.

Model ucuz ürüne ve ucuz insana dayalı.

Model talan edilen ülke varlıklarına dayalı.

Ve biz bunu değerli gösterebiliyoruz. Ama bilelim ki, bu modelde teknolojinin, bilimin, kalkınmanın hükmü yok.

Bu model bitişi gösteren son imdat çığlığıdır.

Acı gerçeği kabul edelim: Ülkemizde bir nesil kayboldu. Bu neslin geleceği epey karanlık.

Geçerliliği olmayan, karşılığı bulunmayan bir mesleksizlik yaşıyoruz.

Pozitif bilimlerden kopmuş, hurafe ve efsanelere dayalı bir dengesizlik eğitiminden geçiyoruz.

Bu eğitim düzeni bir gelecek kazandırmıyor;

Tersine

Bu eğitim düzeni bir gelecek kaybı yaşatıyor.

Harcanan her kuruş, harcanan he an, harcanan her emek, ziyan olarak, eksi hanemizi büyütüyor.

Rahmetli Özal’ın Orta-Sınıf hayalini AK Parti Taban-Sınıfa indirdi.

Emekli maaşını asgari düzeyde birleştiriyoruz. Çalışma ücretini de asgari ücrette birleştiriyoruz.

Herkese eşit ücret, herkese eşit düzey... Ama vasatlıkta.

Bu sistemde okumanın değeri de olmuyor.

Okuyup çalışmak, katma değer sağlamak artık değersiz.

Üniversitelere bakın değeri görürsünüz zaten!

İbrahim Kahveci/Karar Gazetesi