Bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelerek okul açmaya karar verdiler.

Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve yılanbalığı yönetim kurulunu oluşturdu.

Tavşan, şart koştu; müfredatta koşma dersi olacak…

Kuş, uçmayı dâhil etti, balık yüzmeyi, haliyle sincap ağaca tırmanmayı…

Ve öyle seçmeli falan da değil, bütün bunlar zorunlu ders olacaktı.

Müfredat programı yapıldı, bütün hayvanların bu dersleri görmeye başladı.

Tavşan, koşu dersinde 10 alıyor olmasına rağmen, ağaç tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu.

Sürekli kafa üstü düşüyordu.

Bir süre sonra beyni hasar gördü ve artık eskisi gibi koşamadı.

Artık koşuda 10 yerine 5 almaya başladı.

Ve tabii, ağaç tırmanma notu 1’de kaldı.

Kuş, uçmada çok başarılıydı, ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o kadar başarılı değildi. Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu.

Bir süre sonra, toprak kazma notu 1, uçma notu 7’ ye düşmüştü.

O da ağaca tırmanmakta çok zorlanıyordu.

Sonuçta, sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekâlı yılan balığı oldu.

Ancak eğitimciler çok mutluydu çünkü herkes bütün dersleri görüyordu.

Ve buna “geniş tabanlı eğitim sistemi” dediler.

(Osho’nun Hayvan Okulu adlı hikâyesinden)...

Bu eğitim ve sınav sistemini inatla uygulayan ender ülkelerden birisiyiz.

Komünist artığı da değiliz ama sırf komünist düzene insan yetiştirmesi amacıyla icat edilen bu sistemi inat ve ısrarla uyguladık.

Hem de zorunlu ve kesintisiz 8 yıl olarak…

Bunun içindir ki ortalık ne iş olsa yaparım abi diyen ama hiç bir işi tam olarak yapamayan diplomalı cahil ve diplomalı işsizler ordusu ile doludur.

Bir de bunu marifetmiş gibi söyleriz…

Oysa ne iş yaparsın sorusuna ne iş olsa yaparım cevabını verenler, genellikle yeterli ve kişiye yönelik ve de beceri ve yatkınlıklarına uygun eğitimi almamış, alamamış sıradan insan yani ortalama insan verir.

Dünyanın hiç gelişmiş ülkesinde ne iş olsa yaparım abi diyen, aferin bak çocuğun on parmağında on marifet var, denilerek gaza getirilmez.

Sözün Özü;

28 Şubat dayatması kesintisiz ve zorunlu eğitime kafa tutmak, istememek, beğenmemek ve değiştirmek doğru bir davranış olarak değerlendirilebilirdi ancak alternatife bakmak gerekirdi.

Yani yıkmak her şey değildir, yerine ne konulacak kısmı en az yıkmak kadar önemliydi.

Yıktılar…

Ama yerine, mucidinin bile savunamadığı, her kafadan bir sesin çıktığı, Bakan’ın, bilmediği için olsa gerek aynı soruya üç farklı televizyon kanalında üç farklı cevap verdiği, komisyon başkanının siyah dediğine az sonra bizzat Başbakan’ın hayır beyaz dediği bir ucubeyi getirdiler.

Süre ve rakamlarla oynadılar boş yere, çok büyük bir reform havasına sokmak için beklide…

Oysa okullarımız, okullaşma oranımız, dersliklerimiz, kitaplarımız, öğretmen dağılımımız eski sisteme yani 5 artı 3 toplam 8 yıl eğitime uygundu…

Biz anlayamadık amaçlarını ama aynı dili konuşan Eğitim Bir Sen anlamış ve iman etmiş ki 4+4+4 sistemin kanunlaştırılmasından dolayı, devasa pankartlarla teşekkür ediyorlardı.

Süre ve içerik tartışması hiç bitmedi…

Bir de sınav sistemi…

Ha bire değişti ama değişen sistem değil yapılan sınavın adıydı sadece.

Ve yine sınav sistemine taktılar, adeta bir reform havasında sundukları her bir eskisi gibi, bir öncekini de kendilerinin getirdiğini unutarak eskiyi tu kaka yeniyi bulunmaz Hint kumaşı yaptılar.

Konuya ayrıntılı bir şekilde gireceğiz ama önümüzdeki günlerde inşallah