Bir zamanlar iktidar partisi tabanına yönelik yaptığın eleştirilerin çoğunu, bugün bizzat kendi partinde yaşıyorsan eğer, başkalarının ne diyeceğini beklemeden, senin başkaları için dediklerini alt alta koyup üzerinde nasıl durduğuna bakacak, ya ‘hayır, ben böyle olamam’ diye gereğini yapacak veya diğerlerinden helallik isteyip, yokmuş aslında birbirimizden farkımız diyeceksin kardeşim!

Ha, bunu yapamıyor ve itiraf da edemiyorsan eğer, o zaman hiç değilse sürüye dahil olmayanları hainlikle suçlama ve aslında böyle davranmakla başkalarına kiraladığın aklını ve vicdanını rahatlamaya matuf hareketlere de girmeyeceksin ki günahın/vebalin katlanmasın kardeşim!

Maalesef ki, reis/lider konumundakilere olmadık vasıflar yükleyerek onları eleştirilemez, sorgulanamaz, tartışılamaz ve ölmedikleri müddetçe değiştirilemez mertebesine koymak sadece milliyetçi ve muhafazakar toplumlara has bir davranış bozukluğudur…

Bunun yegane sebeplerinden bir tanesi de biat ve itaat kültürünün, bir şekilde İslam’la ve Türklükle özdeşleştirilmesi ve öyle sunulmasıdır.

Oysa ne alakası vardır bu davranış bozukluğunun İslam ve Türklük ile?

Muktedirlerin, uydurma bir fıkıh anlayışı ile milleti köle, lideri ise Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak algılatması, mesela Osmanlı Padişahlarının tebaasına ‘kullarım’ şeklinde hitap etmesi şekli, her şeyden önce Allah’a şirk koymak değil de nedir?

Böyle bir biat, itaat anlayışının ne Kuran’la ne sünnetle ne de İslam’la bir alakası vardır.

Aksine Kuran bu anlayışı yıkmış, insanları özgürlüğe davet ederek akıllarını kullanmalarını emretmiştir.

Vahiy dışında alınacak kararların istişare edilmesi, Sahabenin peygamber efendimize ‘bu vahiy ise amenna ama senin fikrinse tartışacağız ey Allah’ın Resulü’ diyebilmeleri, ardından 4 halife döneminde halifelerin dahi sorgulanabilir olmaları, İslam dininin, insan irade ve aklına ve bireysel özgürlüklere verdiği değerin ifadesidir.

İslam dininin bizlere bahşettiği eşitlik, paylaşım, istişare, seçim sistemi, aklı kullanma, hür irade, özgürlük, vicdan ve adalet gibi güzelliklerin kıymetini bileceksin kardeşim!

Senin dinin sana ve insanlığa adaletli olmayı, istişare etmeyi, emaneti ehline vermeyi, eşit paylaşmayı, kardeş olmayı emrederken, senin için ne dini ne milli bir anlam ifade etmediği gibi milli ve manevi değerlerinle de bağdaşmayan biat ve itaat uydurmacasına kapılıp, her şeyi liderden beklemeyi yeğlemen aynı zamanda kendi köleliğini kabullenmektir kardeşim!

Allah’ın sana verdiği eşitlik nimetini elinin tersiyle iterek ‘ yok ben köle olmaktan memnunun diyorsan’ o başka…

Unutma ki köleliğin en büyük sebebi, halinden memnun kölelerdir kardeşim!

DOGMATİK BAĞLILIK

İşin uzmanları diyor ki; Dogmatik bağlılık, bağnazlığı getirir.

Bağnaz, eleştiriye açık değildir.

Bir süre sonra zorba olmaya başlar, kendi fikrini zorla kabul ettirmeyi ister.

Bağnazın yönetimi, keyfidir, adil değildir, hatadan dönmez, istişare etmez, ediyor rolü oynar.

Bağnazın kutsalı egosudur, övülmekten çok hoşlanır; egosunu tatmin için alçak gönüllü rolü oynar, çıkarı için köle bile olur, kendine köle olanı da göklere çıkarır.

Kuşkusuz bağnaz, biat kültürünün eseridir.

O biat kültürü ki, dogmatik bağlılığı besler.

Çünkü itaat ve sadakati liyakatten önde tutar.

Eleştiriden rahatsız olur, çünkü hesap vermekten hoşlanmaz.

Lideri kutsallaştırır, çünkü çoğulcu değildir.

Aklını lidere teslim eder, çünkü katılımcı değildir.

Bağnaz bencildir, çünkü özeleştiriye kapalıdır, kolaycıdır.

Çünkü bağnazın özgüveni düşüktür, kurtarıcı bekler,  aklı ve aklını küçümser.

Bağnaz, fikrine güvenmez; karizmatik lideri sever ve hemen kutsallaştırarak sorumluluktan kaçar…

Yani, bağnazlık, dogmatik bağlılığı getirir ama seni alır insanlıktan uzaklaştırır, seni yaratılış gayenden uzaklaştırır, seni bilinmeyene götürür kardeşim!

Bizi yanlış yola yönlendirenler, saf ve temiz halkımızı hep aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, tutsak eden, perişan eden fenalıklar hep bağnazlık örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk

Tüm yobazlıklar belli bir zamanın değerlerini ilahlaştırma ve bu ilahlaştırmanın uzantısı olan tabuları insana egemen kılma illetine dayanmaktadır… Yobazlık, insanın daha iyiye ve daha güzele doğru kanat açmasından rahatsız olan bir şuuraltının ürünüdür. Yobazlık ‘‘daha iyi’’nin olabileceğini asla kabul etmez. Yeni ufuklara yükselme yerine hep aynı çukurda çakılıp kalma ve o çukurun dışında kalanları yetersiz veya ‘‘zararlı’’ ilan etme tutkusu, yobazlığın bir tür ‘alâmetifarika’sıdır. Yerleştiği çukurun dışında dünya kabul etmemek, yobazlığın dini-imanıdır. Durmadan yürümek ve sürekli değişmek, varoluşun omurgası olduğu için, yobazlık, hayata ve insana kurulmuş pusuların en zararlısıdır.

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk

AKREP GİBİSİN KARDEŞİM!

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
NAZIM HİKMET