Facebook da denk geldim,  facebook kullananlarınız izlemiş olabilir. Şimdi sizinle de paylaşacağım , bir  sosyal deney vardı ki ben bir iki  kez  izledim ve hemen hepimizin bildiğini düşündüğüm bir Nasrettin hoca fıkrası  geldi aklıma;

Nasrettin hoca bir gün bir davete gitmiş. Ama en eski kıyafetlerini giymiş. Orda ona hiç kimse ilgi göstermemiş. Nasrettin hocaya kırık bir sandalye ve en kötü masa verilmiş. Nasrettin hocaya yemekte verilmemiş. Nasrettin hoca ne yapsın, evine gidip en güzel kürkünü, en güzel pantolonunu ve en güzel kazağını giymiş. Tekrar davete gitmiş. Orda onu kimse tanımamış. Ona en güzel masayı vermişler. Yemekler gelmiş.

Nasrettin hoca ‘’ye kürküm yee, ye kürküm ye’’ .demeye başlamış. Oradaki  adam sormuş hocaya, ne yapıyorsun hoca niye kürküne yediriyorsun? Demiş.

Oda ‘’ madem bu kadar ilgi kürküme eee o zaman yemekleri de o yesin... Demiş.

Sonra bir bakayım dedim,edindiğim bilgiler ve kayıtlar Nasrettin Hoca’nın 1208 Yıllarında doğduğunu gösteriyor. İleri bir dünya görüşüne sahip, imamlık, hatiplik yapmış, sayısız ahlak kuralını fıkralarında işlemiş bir halk filozofu olan Nasrettin hoca 1200 lü yıllarda yaşamış!

Yaşadığı  yüzyılı ve geçen  bu zamanı düşünürsek  fıkrada ki durumun hiç değişmediğini görüyoruz. Yıllardır süre gelen  şu ‘’ye kürküm ye ‘’devri kapanamadı gitti.

 Neyse sözünü ettiğim Sosyal deney de şöyleydi; Araç trafiğine kapalı yaya trafiği ise çok yoğun olan bir cadde de ,üstü başı perişan ve kirli bir genç  adam, bir öksürük krizine giriyor. Ardından ayakta duramayacak kadar soluksuz kalıp, o kalabalığın içerisinde çaresiz biçimde  olduğu yere  yığılıveriyor. Sözde can çekişiyor yani. Etrafında insanlar, kah bakıp uzaklaşıyor, kah bakmadan geçiyor. Yardım etmeyi düşünen, ambulans çağıran, bir yudum su vereyim diyen yok tabi. O genç adam oracıkta o insan kalabalığına rağmen kaderine ve de ölüme terk ediliyor.

Bu sosyal deneyin ikinci aşaması  ise şöyle, aynı cadde, başka bir zaman diliminde yine  aynı kurgu ama bu kez iyi giyimli, temiz, iş güç sahibi gibi görünen adam, aynı biçimde bir kriz geçiriyor ve düşüyor yere.Bu kez  etraftan yardımına koşanlar, ayağa kaldırma çabası verenler, hatta su içirmeye çalışanlar bile oluyor. Hocanın fıkrasından yola çıkara,k düşünüyorum da; kurtarmaya  çalıştıkları, yardım ederek hayatına müdahale  ettikleri bir insan değil de bir takım elbise ya da bir bond çanta mı acaba!!!

Dış görünüşü nedeniyle ölüme terk edilen bir adam, diğer tarafta yine dış görünüşü iyi olduğu için hayata döndürülen bir adam. İnsanlık diyorum…  Bu olayın neresinde şimdi,  insanlık dediğimiz şey ne için  var ve neyin, kimin hizmetinde…Ya biz hiç olmazsa  sağlık ve bir can söz konusu olduğunda arınabilsek  keşke şu kötü  önyargımızdan. Böyle durumlarda sınıflandırmadan insanları, vicdanımızla hareket edebilsek ve yardıma koşabilsek keşke. Mesela  dün ,sabah haberlerinde izledim. Sokak köpekleri ve onların öldürülmemeleri için verilen  haklı mücadeleyi. Keşke dedim, Sokakta ki bu canlılar kadar, evsiz ve sokakta yaşayan  insanlar için de aynı  mücadele verilse. Sahip çıkabilsek onlarada.

VE KEŞKE dedim; İnsanları salt dış görünüşü ile değerlendirmesek, zengin ya da yoksul diye ayırmasak mevki ve makamı ile sınıflandırmasak. Önyargılarımızdan iyi yada kötü uzaklaşıp, sağduyumuzu ve vicdanımızı devreye soksak. İşte ben, bugün böyle bir konuyu düşünüp böyle de bir keşke dedim ,ve   yazımı da  Mevlana’nın şu sözü ile bitirmek istedim.

 ‘’İnsanları kitaplar gibi düşünün, kapaklarına bakıp aldanmayın, asıl değerini okumaya başlayınca anlarsınız’’