Ebu Cehil Karpuzu

Mustafa Topkara’yı tanıtmaya gerek yok; yerel medyanın pisliğe, rezilliğe bulaşıp tam anlamda yozlaştığı bir dönemde örnek gösterilecek bir köşe yazarı…

Uzun yıllardan beri kişiliğini çeşitli sınavlarda kanıtlamış bir gazeteci…

Geçen bu köşede ‘Mustafa’ya Acıyorum’ başlıklı bir yazı çıktı.

Mustafa bozulmadı…

Neden acıyordum Mustafa’ya?

***

Mustafa, bir süredir ‘Taksim Gezi Parkı’ ve ‘Mısır’da yaşanan olaylar üzerine seri yazılar yazıyordu…

Demokrasi, özgürlükler, insan hakları, demokratik haklar konusunda hükümete eleştiri yöneltiyordu…

Vay sen misin AKP’yi eleştiren!...

Yanıt gecikmemişti…

Hayatında fiske yememiş, politika salıncağının bir o yanında bir bu yanında sallanmayı huy edinmiş, hep ekmeğin yağlı tarafını tercih etmiş Zeki Aydıntepe, Mustafa’ya köşesinden cevap yetiştirmeye çalışmıştı…

Çark Divan adına kaleme alınan yazıda, Topkara’ya şu mesaj verilmişti:

- Sende mi Brütüs!..

***

Mustafa Topkara beni dinlemedi; önceki gün ‘Devir Orgların Devri’ başlıklı yazısıyla topu sürmeye devam etti…

Bu yazıda Tolkien’in sinemaya da uyarlanan ünlü eseri ‘Yüzüklerin Efendisi’nden alıntılar yaparak insan hallerinden kesitler sundu…

Halkını yok etmeye çalışan Kral Sauron’un, büyücüsü Saruman eliyle yarattığı canavar askerler ‘org’ların, çevreye iyilik yapmaya çalışan insancıl ‘elf’lerle mücadelesini betimleyen Mustafa, günümüzde eski ‘elf’lerin nasıl ‘org’laştığını sergiledi…

Aydıntepe bu yazıyı da boş çevirmedi…

Dedi ki:

- Hayatı boyunca hiçbir işte dikiş tutturamayan, acınacak bir kişinin araya girmeye uğraşması, yanıltmasın Topkara’yı…

Kim bu araya giren acınası insan?

Aydıntepe, araya giren o acınası insanın adını vermiyor; ama, ben size söyleyeyim:

Beni, Özgür Arık’ı kastediyor.

Peki, neden?

Kuyruk acısının kaynağı ne?

Şemsiyeli Park üzerinden şeşi beş göstererek büyükşehir belediye başkanının ayakkabısına cila çekmeye kalktı, maskesini düşürerek dedik ki:

- İkile!..

İkiledi…

Milletvekili Engin Özkoç’u övüyormuş gibi yaparak yerin dibine sokmaya kalktı, rüşvet-i kelam numarasını sergiledik, makyajını dökerek dedik ki:

- Hadi uza bakalım!..

Uzadı…

Üzerime gelmeye çalıştı, röntgenini çekip boyunun ölçüsünü eline verdik ve dedik ki:

- Yaylan!..

Yaylandı…

Aydıntepe’nin hazımsızlığı bu…

***

Peki, muhatap olduğu için Mustafa’ya acıyorum da, kendime acımıyor muyum?

Acımaz olur muyum; ama, ama’sı var…

Şirazlı Şeyh Sadi’den ibretlik bir öykü:

İskenderiye’de kıtlık olmuş, öylesine kırıp geçirmiş ki ortalığı, halkın direnci kalmamış, şehirdekilerin feryadı göğe erişmiş…

İşte böyle bir dönemde ahlaksız bir şişman varmış; bu rezil, sırtında ipekli giysilerle dolaşır, başına abani bağlar, şişine şişine gerdan kırarmış…

Birisi sormuş:

- Bu herif-i naşerifi nasıl buluyorsun?

Sadi:

- Altın suyuyla yazılmış çirkin bir yazıya benziyor.

Şişman ahmak o kadar azmış ki, ‘Bir Moğol edepsizi yüzünü dağıtacak olsa kısas gerekmezmiş…”

Ebu Cehil karpuzu gibi ortalıkta dolaşan bu herif, şehri yönetecek olanları ben belirlerim, tezgâhımdan geçen şehir temsilcisi olabilir, istediğimi ihya ederim, dilediğimin yuvasını yaparım edasıyla ortalıkta dolanır, daha da kibirlenirmiş…

***

“Küçük dağları ben yarattım” diye ortalıkta dolaşan Ebu Cehil karpuzunun kabak olduğu, eşekten düşüp yarılınca ortaya çıkar; çekirdekleri sağa sola yayılır.

Kabak karpuzu kesmeden önce anlamak, ancak bu işi bilen uzmanların harcıdır.

Uzmanlık kolay iş midir?

Ayıptır söylemesi, işimizi yaparak şehre borcumuzu ödüyoruz…