Dünyaya leyleklerin getirdiğini anlattığımız, kuştüyü yataklarda büyüttüğümüz, doğar doğmaz bir duvar kenarına bıraktığımız zengin, yoksul, engelli, esmer, beyaz çocuklarımız. Ne anne babalarını, ne içine doğdukları çevreyi seçme hakkı olmayan çocuklarımız. Doğduğunda alnına yazısı yazılan, üç aşağı beş yukarı geleceği belli olan çocuklarımız.

Onlar okuyan eli kalem tutan çocuklar. Onlar küçük yaşta para getirmek zorunda olan çalışan çocuklar, Onlar çaresizlik içinde çırpınırken cezaevlerine düşen çocuklar. Onlar trafik lambalarında cam silen, mendil satan, ayakkabı boyayan çocuklar. Onlar savaş alanlarından kaçabilmiş mülteci çocuklar. Onlar gecelerini bankamatiklerde, harabelerde, sokakların kuytularında geçiren çocuklar. Bizim çocuklarımız, bizim geleceğimiz.

Çocuklarımıza biçtiğimiz değer,

Çocuklarımız en değerli varlıklarımız. Nüfusumuzun önemli bir kısmını oluşturuyor. Çocukların korunması ve haklarının güvenceye kavuşturulması için BM “Çocuk Hakları Sözleşmesi” imzalanmış. Herkesin 18 yaşına kadar çocuk olduğu, korunacağı, eğitim alacağı yasal güvenceye bağlanmış. Tabi birde teamül, gelenek, töre, inanç gibi toplumun sürdürdüğü, bazen iktidarlarca hoş görülen, teşvik edilen boyutu var ki insanlığımızdan utandırıyor. En çok çocuk yaşta evlilikler, aile içi şiddet ve taciz, istismar suçları. Şikayetçi olunmasa dahi kamu davası olarak yürümesi gerekirken çoğu zaman üstü örtülen suçlar.

Çocuk evlilikleri genellikle aile zoruyla gerçekleşiyor. Kız çocuklarının evlendirilmeleriyle ilgili yanlış ve gerçek dışı dini hükümlerin verilmesi, toplumu sarsıcı açıklamalar yapılması bir yandan çocuk evliliklerini diğer yandan da aile içi taciz ve şiddeti yaygınlaştırmakta. Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı 9 yaşındaki kız çocuğunun doğum yapabileceğini, 12 yaşında erkek çocuğun baba olabileceğini, dolayısıyla evlenebileceklerini açıklaması yasalara aykırı olduğu kadar toplumda travma yaratacak bir açıklamadır. Bu tür açıklama yapmaya kimsenin hakkı olmamalıdır.

Çocuklarımızın yalnızlaşmasının kaynağı,

Çocuklarımızı sokağa iten çok farklı nedenler var. Aileden olduğu kadar çevreden kaynaklı nedenler, medya ve sanal dünyanın çekiciliği, bölgeler arası ekonomik ve güvenlik kaynaklı göçler ve uyum sorunları, yoksulluk, arkadaş gurubu, parçalanmış aile yapısı çocukların sokağın acımasızlığına terk edilmelerinde rol oynamaktadır.

Çocuklarımızın durumuna şöyle bir bakarsak; Bakanlık verilerine göre cezaevlerinde toplam 2 bin 578 çocuk bulunuyor. 560 çocuk annesiyle birlikte cezaevlerinde kalıyor. 10 bin çocuğumuz Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun çocuk yuvası ve çocuk evlerinde kalmakta. Çocuklarımızın azımsanmayacak bir bölümünün çeşitli tehlikelerle karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Sadece İstanbul’da 625 bin çocuğun sokakta yaşama riski altında olduğu belirtilmekte. Böylesine büyük bir sayının oluşmasının elbette ki siyasi ve ekonomik nedenleri vardır. Yetiştirme yurtlarında kalan çocukları bekleyen en önemli sorun da 18 yaşına geldiklerinde sokağa salınmalarıdır. Yasa gereği iş sahibi edilmeleri gerektiği halde MEB ile Sağlık Bakanlığı dışında kamu kurumlarının kayıtsızlığı nedeniyle işsizlikle yüzyüze gelmekteler.

Sakarya ilçelerinde ve özellikle Adapazarı merkezinde de dışlanmış çocuklarımızla karşılaşabiliyoruz. Yardımseverlik adına verdiğimiz birkaç kuruş parayla belki hayata tutunmaları sağlanabilir. Aileleri tarafından çalıştırılıyor ise bilmeden büyük bir suça ortak oluyoruzdur. Bu konuda sosyal devletin anayasal sorumluluğu devreye girmelidir. Bir yandan sorunun kaynağına inerek önleyici tedbirler alınmalı, aile edinme ile nitelikli  yuva, bakımevi ve yurtlar açılmalıdır.

Sakarya Velisiyle Görüşüyor,

Sakarya Valiliği öncülüğünde “Öğrencilerin Velileriyle Görüşme” ve “Eğitimde Hamilik” adıyla eğitimde başarıyı artırma amacıyla iki proje hazırlandığı kamuoyuna açıklandı. Zaman zaman benzer çalışmalar yapılır. Bulunduğumuz yer ortada. Ülkemizde eğitim programları, öğretmen yetiştirme, okullaşma ve fiziki donanım MEB’in görevidir. Bu unsurların günümüz ihtiyaçlarına göre örgütlenmesi demokratik toplumlarda kamu, sivil toplum ve eğitim öznelerinin (okul, veli, öğrenci) işbirliğiyle gerçekleşir.  Bugüne kadar çağdaş anlamda böyle bir işbirliği bizim demokratik yaşamımızda olmadı. Hükümetler kendilerine siyaseten yakın bulduğu kesimlerle iş tutmakta, farklı düşünen, farklı önermesi olanları görmezden gelmektedir. Okullarımızda veli ile telefon görüşmesi her zaman başvurulan bir uygulama. Ayrıca velilerin kolayca ulaşabileceği ALO 147 hattı kullanılıyor. Haksız, yanlış ve ihbar için kullanılıyor olsa da bu olanak velilere sunulmuş. Eğitimde hamilik ise eğitimde ticarileşmeyle beraber adaletsizliğe yol açabilecek bir uygulama. Elbette başarıyı artırıcı çalışmalar planlamak eğitim yöneticilerinin, mülki amirlerin sorumluluğudur. Örneğin derslikteki öğrenci sayısı, rehber öğretmene düşen öğrenci sayısı, okul kütüphaneleri, sanatsal eğitim olanakları, eğitimde katılımcılık, demokratiklik (yöneticilerin seçimle gelmesi, öğrenci temsilciliğinin kurullara katılması gibi)  uygulamaları başarıyı artıracak temel faktördür. FATİH projesinin kesintiye uğradığı bir noktada bu projeler hissedilmeyecektir.