Dağ deyip geçmemek lazım…

Dağ demek iş kapısı demek; ya iş veriyorlar ya da işinizi kurmak için sermaye…

İsterseniz estetik bile yaptırıyorlar, tipinizi düzeltiyorlar…

İtibarı da cabası…

‘İniyorum’ dediğiniz de devlet erkanı tarafından davul zurna eşliğinde çekilen halaylarla karşılanıyorsunuz.

Siz zahmet etmeyin diye ayağınıza kadar getiriliyor devletin mahkemeleri…

Rahatsız olmayasınız diye Atatürk, Gençliğe Hitabe ve İstiklal Marşı tabloları gizleniyor…

Ha, biraz daha nazlansanız yerlerine PKK paçavrası bile astırabilirsiniz.

Devletin savcısı avukatlınıza soyunup ‘hadi canım öyle yapmamışsındır, kazara olmuştur’ diye ifadelerinizi yönlendirir.

Anında beraat eder, aklanır ve otobüs sırtında devlet eskortluğunda il il dolaşıp alkışlanırsınız.

Yani, dağa çıkmak iyidir…

Öğretmen olmuşsunuz da ne olmuş?

Kuru bir diploma…

Bir de yanında pedagojik formasyon sertifikası…

Yetti mi? Yetseydi çoktan atanırdınız.

Peki; ne lazım?

Bir zamanlar MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin dediği gibi ‘diplomanın yanına bir de İmralı onaylı sertifika lazım’…

Eğitimde dökülüyoruz.

İktidar partisinin alelacele kanunlaştırıp yürürlüğe soktuğu düzenlemeler, milli eğitim sistemindeki kamburları gidermek ve hafifletmek bir yana, daha da ağırlaştırıp içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Olumsuzluklardan dolayı milli eğitim yapısı; mutsuz öğretmen, umutsuz öğrenci, huzursuz veli arasına sıkışıp kaldı.

Eğitim hayatındaki sürekli oynamalar, ardı arkası kesilmeyen baştan savma düzenlemeler öğrencilerimizi, ailelerini ve tabii olarak öğretmenlerimizi şaşkına çevirdi.

Bitmek tükenmek bilmeyen vizyonsuz teklifler, stratejik bir değer ve öneme sahip milli eğitim sistemini daha da yozlaştırdı.

Bilhassa öğretmenlerimizin sorunları kalıcı olarak giderilmeli, ekonomik ve sosyal nitelikli ihtiyaçları süratle karşılanmalıdır.

Atanamayan öğretmenlerimizin çileleri, uğradıkları hak kayıpları ve her geçen gün artan mağduriyetleri insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.

Ne olursa olsun atanamayan öğretmen meselesi tümüyle bitirilmeli, öğretmenlerimiz sınıflarıyla ve öğrencileriyle birleştirilmelidir.

İktidar partisi, başka konularda, milletimizin aleyhine olduğu şüphe bulunmayan çözüm turları atacağına, atama bekleyen öğretmenlerimizin feryatlarını duymalı ve bir an önce harekete geçmelidir.

Boşuna sorulmuyor; Atanamayan 350 bin öğretmenimiz, seslerini duyurabilmek için ille de dağa mı çıkmalı, yoksa İmralı sertifikası mı almalı?

Evet, başka bir fikri olan var mı?

YOZLAŞTIK YOZLAŞTIRILDIK

Türkiye'nin korkunç bir noktaya geldiğini, artık yabancılar dahi dillendiriyorlar.

Japon bilim insanı, Antropolok Kalyo Yasuo şöyle diyor:

"Üç yıldır Türk kültürünü inceliyorum. Bir şey çok korkunç, diğeri garip. Korkunç olan, Batı bir ülkeyi savaşmadan yok ediyor. Ülkede 3-5 dizi hariç hepsi Türk din ve geleneğine ters. Garip olan ise herkes bunu biliyor ama yine de izliyor. Anne, baba ise çocuğu ile izliyor. Hayret..."

Görüyorsunuz, bir Japon "Ey Türkler, sizlere ne oldu!" diyor. "Anneler, babalar, sizler nasıl Türkler ve nasıl Müslümanlarsınız!" diyor. "İslamcı iktidar", 17 yıldır milleti dininden ve imanından etti. Namus anlayışından etti.

Faizi yedirdi, zinayı serbest etti veya suç kapsamından çıkardı. Bu da yetmedi, dizilerle milleti bozdu, bozmaya devam ediyor. "İki erkek kardeşin bir kıza âşık olduğu" veya "iki kız kardeşin bir erkeğe âşık olduğu" konulu diziler, toplumu tam bir "namussuzluğa" sürükledi.

İslam, İslam(!) ile yok edildi.

"İslam'a en büyük zararı bunlar verecek" öngörüsünü, 1994'lerde dinlemiştim ve dün gibi aklımda. "Dindar nesil" iddialarının yerini "deist" bir nesil aldı şimdi. Öyle ki, ülkenin 'ateistleri', "yapmayın domuz eti dinimize göre haram, satışını yasaklayın" dediler.

"Ateist" dedikleri, bunlardan daha Müslüman çıktı.

Toplum öyle bir hale geldi ki "bunlar Müslümansa, ben değilim" diyerek, İslam'dan soğudu. Arka bahçeleri gibi gördükleri imam hatipler, "deist" yuvalarına dönüştü.

Bunun hesabını kim nasıl verecek bakalım?