İlkokul öğretmenimin ‘garip bir milletiz, kurduğumuz devletlerle övünüyoruz da o devletlerin nasıl yıkıldığını hiç tartışmıyoruz’ derdi.

Haklıydı da… Her yeni devlet bir öncekinin yıkılması anlamına geliyordu. Ve biz işin o kısmıyla hiç ilgilenmiyorduk. Yani tarih tekerrür ediyor ve biz hiç ibret almıyorduk.

Veya Albert Einstein belirttiği gibi aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuçlar bekleyen deliler gibi davranıyorduk.

Bu girişi yapma sebebim, şu meşhur Yap İşlet Devret modeli…

Ben önce ANAP ile hayatımıza girdi sonra AKP ile zirveye ulaştı sanıyordum ama öyle değilmiş.

Biz “Yap İşlet Devret” modeli denen ve şirketlere bir sürü imtiyaz tanıyıp Osmanlıyı batıran kazığın tadını yıllar önce tatmışız meğer.

1883 de, Osmanlı Hazinesi, Fransız Vagon Lits şirketine İzmir-Aydın-Ödemiş demiryolunun yapımı karşılığında 100 yıl süreli imtiyaz vermiş.

Buna göre Vagon Lits bu yolu Osmanlıya herhangi bir bedel almadan yapacak ama karşılığında trenlerde bir veya iki adet özel vagon ekleyecekti. Bu vagonlar trenlerin diğer vagonlarına göre çok daha lüks ve dolayısıyla pahalı olacaktı.

İyi de o yıllarda bu lüks vagona kim binebilirdi ki demeyin, o önemli değil ki.

Bugün havaalanından uçmayanların, köprülerden geçmeyenlerin, otoyolları kullanmayanların, hasta olup hastaneye gitmeyenlerin yerine nasıl ödeme yapıyorsak yani nasıl müşteri garantisi veriyorsak, o anlaşmayı da öyle yapmışız.

Bakmışlar ki bu çok zevkli ve keyifli bir iş -burada ihaleyi alan mı yoksa veren mi bu keyfi alıyor bilemiyorum- bütün demiryolları ve tramvay hatlarını bu modelle yaptırmışız.

O model koskoca Osmanlı’yı yıkmış ama biz ders almamış ve tecrübe kazanmamışız.

Tecrübeyi ‘yenilen kazıkların bileşkesi’ diye tarif ederler ama biz tecrübe kazanamadığımız için olsa gerek bugün yine aynı kazıkları yemeye devam ediyoruz.

Israrla ‘Yap İşlet Devret’ modelini de geçtim biz resmen ‘Yap İşlet Kazıkla Devret’ modelini uyguluyoruz.

Göz göre göre kandırılıyor, göz göre göre soyuluyoruz.

Vatandaşın çoğu olaya öyle bakmıyor, memleketin yarısı bu modeli eleştiren bizlere ‘Allah belanızı versin, şu hastaneleri, şu havaalanlarını, şu otoyollar, şu köprüleri görmüyor musunuz’ diye küfür ediyor.

Onlar için maliyet hiç önemli değil, yediği kazığın boyutu da umurunda değil, onlar görüntüye bakıyor, mutlu oluyorlar.

Zaten iktidar ve iktidarlar da bu sığ anlayıştan beslenmiyor mu?

En yakınıma anlatamıyorum.

Bak kardeşim;

Devlet, ihaleye çıkma gereği bile duymadan bir yakınına Yap İşlet Devret modeli ile örneğin bir grosmarket yapımı teklif etse…

Bu arkadaş ‘iyide param yok efendim’ dediğinde, devlet bankalarından 1 milyon dolar kredi verse…

O torpilli vatandaş bu parayla o grosmarketi açsa...

Devlet bu arkadaşa günlük bin müşteri garantisi verse...

O arkadaş gelen müşterinin parasını alsa, gelmeyen müşterinin parasını devlet ödese...

Hadi yetmedi, bazı şirketlere yaptığı gibi vergi borçlarını da silse...

Bu kıyağa rağmen öde(ye)mediği kredisini de ötelese…

Yetmedi döviz patlayınca o vatandaşa kıyamayıp dolar borcunu düşük kur üzerinden Türk lirasına çevirse…

Buna bir de bakım onarım maliyetlerini de ekleyelim mi?

Hadi canım sende demeyin, bu işler böyle oluyor.

Şekil A’daki gibi;

Sizce garantili geçişli yol ve köprülerin bakımını, onarımını mesela kar yağdığında tuzlama ve kar küreme işlerini kim yapıyordur?

İşleten firma diyeceksiniz doğal olarak… Değil…

Bütün bu işleri bizim Karayolları yapıyor.

CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu; “Bu köprü onaylı YİD projesine göre yapıldığı için korunması, bakımı ve onarımı yüklenici şirketin görev ve sorumluluğunda bulunmaktadır. Karla mücadele, bakım işinin bir parçasıdır. Karayolları Genel Müdürlüğü karla mücadeleyi yaptıysa ki; BİMER cevabından öyle olduğu anlaşılıyor, yüklenici firmanın yapması gereken bir harcamayı Karayolları bütçeden yapmış demektir. Uygulama hem YİD Sözleşmesi'ne, hem de kamu mali mevzuatına aykırıdır. Şirketin yapacağı harcamayı devlet üstlenmiş oluyor. Nereden baksanız rezalet. Bu kadar yağma da artık çok fazla” diyor.

Diyor da kim dinliyor?

Bir vatandaşın dediği gibi; “10 dairelik apartman yönetimine ödediğimiz üç kuruşluk aidatın hesabını soruyoruz da, ödediğimiz vergilerin hesabını neden sormuyoruz?”

Sormayı geçtim, soranları lanetleyen bir toplum olduk maalesef…