Sevgili okurlarım, bu yazımda toplumumuzda 1800’lü yıllardan bu yana üzerinde durulmuş olan “yanlış batılılaşma” konusu üzerinde duracağım. Batı etkisi ile yozlaşmış ve kendi öz kültüründen kopan insanlar… Özellikle Tanzimat Dönemi aydınları toplumda gördükleri yanlışlıklardan dolayı uyarılarda bulunmuşlardır.

Nasıl ki bir tıp doktoru hastalığın tanısını koyarken belirtilerden yararlanır, yanlış Batılılaşmış karakterleri açıklarken de “belirtiler” üzerinden hareket etmek doğru olacaktır. Yanlış Batılılaşmış karakterlerin en büyük ortak özelliği kendi kültürlerinden uzaklaşmış olmalarıdır. Kendi öz kültürlerine uygun yaşamadıkları gibi, içi boş bir hayranlıkla taklit ettikleri Avrupa kültürünü de tam manası ile içselleştirememişlerdir.

Bu karakterler için, “Batılı”, “Avrupalı” veya “Modern” olmak, Batı’yı yalnızca “şekil olarak” taklit etmekten ibarettir. Bu nedenle, Batı’nın eğlenceli ve serbest gözüken bütün boyutlarını kabul etseler de, kültürel olarak hiçbir boyutuyla ilgilenmezler.

Günümüzde de boş bir batı hayranlığı devam etmektedir. Sokak jargonundan bildikleri üç beş yabancı kelime ile attıkları hava, kültürümüzde olan değerlere üstten bakma çabası göze çarpan en önemli belirtilerdir.

“Özentilik” veya “gösteriş meraklılığı” olarak tanımlanabilecek bu durum, yanlış Batılılaşmış karakterlerin bir diğer ortak özelliğidir. Dış görünüşe, kıyafetlerine, süslerine fazlasıyla dikkat eden bu karakterler, sadece gösteriş yapmak için ciddi miktarda para harcamayı göze alır. Bir anlamda, Batılılaşma ve modernleşme, onlar için yalnızca “Avrupalıymış gibi” gözükmekle alakalıdır.

Konuyu daha iyi anlatması ve anlamlandırmanız açısından sizlere iki roman önereceğim. Birisi Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi diğeri Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanları, bu konuyu daha kapsamlı olarak incelemenizi sağlayabilir.

Sözlerimi Türk medeniyeti en üst seviyeye çıkarmak için çabalayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 10.yıl Nutku’ndan bir alıntı ile bitireceğim.

“…Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür…”