Adaylar açık artırmaya çıkmış gibi çay, çorba, salep, et, but vaatleri veriyor.

Yahu bu kadar komik vaatler verilir mi diye adayları suçlamayın.

Neticede adayların vaatleri, toplumun beklentileri ve belediye hizmetlerinden ne anladıkları ile birebir örtüşüyor.

Peki, sair ülkelerde nasıl oluyor bu işler? Onların vatandaşları belediye veya yerel yönetim denilince ne anlıyor? Yerel yöneticiler halka nasıl bakıyor?

İnternette küçük bir araştırma yaptım. Yılmaz Özdil yapmasını gerekeni yapmış, sıralamış.

Doğrusu okurken ağzım açık kaldı.

Manhattan feribotu iskeleye çarptı, 60 yolcu yaralandı.129 yolcu New York Belediyesi'ni mahkemeye verdi. Omuriliği zedelenen, felç olan biri, 23 milyon dolar tazminat kazandı.

Düsseldorf belediyesi, metro inşaatının gürültüsü ve görüntü kirliliği nedeniyle çevredeki 150 esnafa bir milyon euro tazminat ödedi.

Asfalttaki çukurlar nedeniyle araçlarının zarar gördüğünü iddia eden Londralılar, Londra belediyesine dava açtılar, kazandılar.

Florida'da bir kadın Starbucks'tan kahve aldı, bardağın kapağı çıktı, kadının eli yandı, 100 bin dolar tazminat ödendi. Mahkeme “15 bin dolar tedavi masrafı için, 85 bin dolar yaşadığı acı için” dedi.

Malaga belediyesi, yoğun trafik nedeniyle kilisedeki düğününe bir saat geç kalan geline, üç bin euro manevi tazminat ödedi.

Madrid belediyesi, bir apartman inşaatının gürültüsünden rahatsız olan komşu apartmanlara, daha az gürültü çıkaran makineler kullanılmadığı ve yeterli denetim yapılmadığı için 10 bin euro tazminat ödedi.

Japonya'nın Okinawa şehrinde yaşayanlar, şehirdeki Amerikan hava üssünün gürültüsü nedeniyle dava açtı, uçakların ses seviyesi yüzünden “sabır sınırının aşıldığı” gerekçesiyle, 22 bin kişiye 268 milyon dolar tazminat ödendi.

ABD'de iki yıl içinde üç ayrı evde üç çocuğun üzerine şifonyer devrildi, çocuklar öldü, şifonyerlerin üreticisi olan İsveçli İkea firması, çocukların ailelerine 50 milyon dolar tazminat ödedi.

Stuttgart tren garının yenilenmesi projesi, protesto gösterilerine sebep oldu, polis kalabalığa müdahale etti, TOMA benzeri araçtan sıkılan tazyikli suyla gözünden yaralanan protestocu 120 bin euro tazminat aldı.

Londra'da geçen ay gökdelende yangın çıktı, 80 kişi hayatını kaybetti, mahkeme devam ediyor, belediyenin 50 milyon sterlin tazminat ödemesi bekleniyor.

ABD’de 11 Eylül'de ikiz kuleler yıkıldı. Yaklaşık 10 bin kişi “saldırı sırasında o bölgede çalışıyordum, kül, duman ve zehirli gazlar nedeniyle sağlığımı kaybettim” diyerek dava açtı. New York belediyesi toplam 657 milyon dolar tazminat ödedi.

Örnekler saymakla bitmiyor, uzatıp bir yerinizi şişirmeyeyim!

Bizde bu işler nasıl oluyor, hatırlayalım mı?

Yine usta yazar yılmaz Özdil’in arşivinden istifade ederek aktarayım;

2009'da İstanbul'a yağmur yağdı, 31 kişi boğularak can verdi, asrın liderimiz “derenin intikamı” dedi, Kadir Topbaş daha bilimsel bi izahatta bulundu, “sprey gazları ozonu deliyor, buzullar eriyor, bu yağışlar ondan” dedi.

Ankara'ya yağmur yağdı, denizi olmayan şehirde dalgıçlar insan çıkardı, Melih Gökçek vatandaşa tavsiyede bulundu, “sele uykuda yakalanmayın, üst kat komşunuzda kalın” dedi.

Boğaz köprülerindeki tamirat İstanbul trafiğini felç etti, karayolları genel müdürü çözüm önerisinde bulundu, “tatil imkanı olan İstanbullular İstanbul'u terk ederse, İstanbullular rahat eder” dedi.

“Nükleer santral patlarsa ne olacak” diye sordular, asrın liderimiz “ha nükleer santral kurmuşsun, ha evine mutfak tüpü bağlatmışsın, riski aynı” dedi.

Enerji bakanı daha şık izah etti, “ABD'de yapılan araştırmaya göre, bekarların ölüm oranı nükleer santral kazalarında ölenlerden daha yüksek, bekarlık nükleer santrallardan daha tehlikeli” dedi.

Ankara'da su sıkıntısı baş gösterdi, Melih Gökçek “Ankaralılar tatile çıksın, annelerini babalarını ziyaret etsinler, biraz rahatlarız” dedi.

İlkokullarda süt dağıttılar, onbinlerce çocuk hastanelik oldu, milli eğitim bakanı “zehirlenme değil, süte karşı hassasiyet” dedi, Bülent Arınç “çocuklar aşırı dozdan rahatsızlanmış olabilir” dedi, Diyarbakır valisi “sütten değil, psikolojik” dedi, Sivas valisi “zehirlenme değil, süt biraz bozuk” dedi, Konya valisi “zehirlenmediler, etkilendiler” dedi, Edirne valisi “açlıktan mideleri bulanmıştır” dedi.

Kilis'te 22 kişi öldü, Kilis valisi toplumu bilgilendirdi, “bu roketlerin buraya düşüyor olması eleştiriliyor, tabii ki düşecek, havada mı kalacak, yerçekimi var” dedi.

Haydarpaşa Garı meşale gibi yandı, “kaynaktan” dediler.

Karaköy iskelesi battı, “lodostan” dediler.

İstanbul'da fabrika havaya uçtu, 20 insanımız daha gitti. İşyeri ruhsatsızdı, işçiler sigortasızdı, vergi kaçaktı, elektrik araklamaydı, bina çürüktü, “neden patladı” diye sordular, İstanbul valisi “fabrikanın kazanından” dedi.

Ankara'da yılbaşı gecesi üniversite öğrencisi yedi gencimiz doğalgazdan can verdi, başkent doğalgaz şirketinin genel müdürü “biliyorsunuz bugün cuma namazı var, fazla soru almayalım, müsaadenizi isteyeceğiz” dedi.

Konya'da tarikat yurdu patladı, 17 kız çocuğumuz öldü, “tüpten” dediler.

Adana'da tarikat yurdu yandı, 11 kız çocuğumuz öldü, “kapı sıkışmış” dediler.

Girişte dediğim gibi, bütün bunlar beklentilerle alakalı, toplumun beklentileri küçük olunca, yönetici adaylarının vaatleri de çayla kekle kısıtlı kalıyor.

Ve bir millet etle, butla oyalanıyor…