AKP’nin hedefi 3Y ile mücadeleydi, yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları hasım ilan ettiler, öyle dediler…

Gerçi hepsi birbiriyle bağlantılı ve biri diğerinin olmazsa olmazı bugün konumuz; yoksulluk!

Acitasyon yapmıyorum; Bu ülkede bir anne, dışarıdan topladığı ama ıslak olduğu için yakamadığı odunlarla baş edemeyince kriz geçirdi, çocukları üşümesin diye çalışır vaziyette bir saç kurutma makinesini çocukların yorganlarının içine sokup, canına kıydı.

Çocuğuna harçlık veremediği için intihar eden babalar, işten atıldığı ve iş bulamadığı için intihar eden işsizler ve daha niceleri…

Rakamlarla konuşursak; Bu ülkede en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun aldığı pay, yüzde 47,5’a çıktı. Bu demektir ki yüzde 20 toplumun kazandıklarının yarısını alırken yüzde 80 diğer yarısını bölüşmek zorunda kalıyor.

Bu oran, bu iktidar döneminde 8 katına çıktı…

Ya çalışanlar, örneğin asgari ücretliler?

Asgari ücret 2.826 lira malumunuz ve buna karşılık açlık sınırı 3.093 lira. Ya yoksulluk sınırı? 10 bin TL’nin üzerinde.

Bu demektir ki dört kişilik bir ailenin sadece ve sadece karnını doyurabilmesi için gereken aylık geliri en az 3.093 lira.

Ve evine aylık 10 bin lira girmeyen aileler ise yoksul…

Haliyle bu ülkede 20 milyon nüfus yardıma muhtaç yaşıyorken, 30 milyon asgari ücretle geçinen yurttaş da açlık sınırının altında bir yaşam sürüyor.

İlgili Bakanlığın raporuna göre 2020 yılında 6 milyon 630 bin hane sosyal yardımlarla yaşıyordu. Bu orana belediye ve sair yardım kuruluşlarının yaptığı yardımlar dahil değil.

Yılın ilk yarısında 383 dolar olan asgari ücret şu anda 220 dolara kadar düşmüş durumda.

Hatırlarsınız, bu konuda hep Çin örnek verilirdi. İnsanlar 200-300 dolara çalıştırılıyor denilir, orası çok fakir, zulmedilen bir ülke ve kötü örnek olarak gösterilirdi.

Şu anda ülke Çin’den beter bir noktaya geldi.

Ve şu an asgari ücreti belirleme çalışmaları başladı malumunuz.

Birkaç gün içerisinde Asgari Ücret Tespit Komisyonu, bu ülkede artık ortalama ücret hâline gelen asgari ücreti belirleyecek.

Evet asgari ücret artık ortalama ücret haline geldi. Ülkemizdeki asgari ücretle çalışanların oranı nüfusa oranın yüzde 57’sine ulaştı.

Bu oran AB üyelerinde ortalama yüzde 9…

Ayrıntıya girersek; Battı denilen Yunanistan'da yüzde 4, Danimarka'da, Hollanda'da, İsveç'te yüzde 3… Ülkemizde yüzde 57…

Yani bu toplumun çalışanlarının yüzde 57’si 2.825 TL ücret alıyor. Üstelik, bu, artık vasıfsız işlere verilen bir ücret değil; artık mühendisler, artık üniversite mezunları, dört yıllık fakülte mezunları da ne yazık ki bu ücretlerle işe başlıyorlar.

Şimdi bu Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ki hükümet ve işveren ağırlıklı bir komisyon, oturdular asgari ücreti belirleyecekler.

Bunu belirlerken de ağırlıklı olarak aylık/yıllık enflasyonu baz alacaklar,

Ama Türkiye’de bu enflasyon oranı bile net değil.

Can Ataklı’nın ifadesiyle; Enflasyonda “Valla bana göre böyle işine gelirse” dönemi yaşıyoruz!

Ülkemizde enflasyon oranı belirleyen biri remi diğeri gayrı resmi iki kurum var. İlki TÜİK…

‘Siz kaç çıkmasını istersiniz efendim’ usulü enflasyon oranı açıklıyor.

İkincisi ENAG… Ekonomist bilim adamlarının oluşturduğu bir kurul…

Ha bir de hemşerimiz Ümit Dikbayır ve sevgili eşleri…

TÜİK ‘ne vereyim abime’ diye sorarak hükümet kaç çıkmasını isterse o oranı veriyor.

ENAG, aşağı yukarı gerçek rakamı…

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dikbayır ve eşi Nigâr Dikbayır, sahada çalışıyorlar.

Her ay 4 kişilik bir aile üzerinden, aynı ürünleri market/pazar alışverişiyle kıyaslıyor ve halkın gerçek enflasyonunu ortaya çıkarıyorlar.

Dikbayır çiftinin geleneksel market-pazar alışverişi birinci yılını doldururken market ve pazar alışverişine İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de katıldı.

Meral Akşener’e göre; “Bu sonuçların içinde dolardaki kıpırdama henüz yok, fiyatlara yansımamış. Ama TÜİK'e bakarsanız, Türkiye güllük gülistanlık!”

Son araştırmalarına göre ‘milletin enflasyonu’ yıllık yüzde 50,76’ya çıktı.

TÜİK’e sorarsanız; yıllık enflasyon yüzde 21,31…

Dediğim gibi TÜİK’in ki ne istenirse onu söylemek…

Bu durum artık alay konusu olmaya başladı.

Can Ataklı’dan bir fıkra ile durumu özetleyelim;

70 yaşlarındaki adam doktora gitmiş.

“Çok mutsuzum doktor” demiş.

“Hayrola” diye sormuş doktor.

Adam “Eşimle” demiş “ayda bir kere birlikte olabiliyorum.”

Doktor “Ne var bunda” demiş “Gayet sağlıklı olduğunuzu gösterir bu, sizi üzen ne?”

Adam boynunu bükmüş “İyi de doktor bey, arkadaşlarla konuşurken onlar haftada bir iki kere birlikte olduklarını söylüyorlar, bu da beni mutsuz ediyor” demiş.

Doktor basmış kahkahayı ve reçeteyi söylemiş; “Düşündüğünüz şeye bakın, siz de söyleyin.”

Bizim güya istatistik kurumumuz da “söylüyor” işte.

Emre Kongar güzel özetlemiş;

“Ekonomik ve mali olarak, bırakın refahı artırmayı, devlet çarkını işler tutabilmek için bile gerekli olan bütün kaynakları tükettiler...Tasarrufları tükettiler, yatırımı olanaksızlaştırdılar...Üretimi engellediler, piyasaları bütünüyle ithalata mahkûm ettiler...Olanaklı olduğu ölçüde, doğal zenginlikleri ve kamu hizmetlerini de sattılar...

İçerden ve dışardan alabildikleri borçların sınırına ulaştılar...Bütün bunlar yetmemiş gibi, dövizle ödemeleri önümüzdeki yıllara uzanan taahhütlerde de bulundular ve Londra mahkemelerini yetkili kıldılar…

Son çare olarak da aldıkları kararlarla, kasten bir hiperenflasyon yaratarak halkın cebindeki paraların şimdilik yarısından fazlasına el koydular...

Bu da yetmiyor, her an cebimizden daha fazla para yok oluyor.

Ve bunu gizlemek için bütün resmi sayıları da çarpıtıyorlar.

Dolayısıyla düşüşleri hızlanıyor!..”

DERT! DERT! DEVA NEREDE?

İYİ Parti, benim görüşüm gerçekten İYİ geldi. Önce yadırgadım ama gerçekten çok iyi düşünülmüş bir isim. İYİ adına ne varsa adeta ipotek koydu desem yeridir ki sevmeyenlerin bu kelimeyi günlük kullanımlarından çıkardıklarına bile şahit olduk.

Dert deyince de insanın aklına deva geliyor.

Deva deyince de yeni kurulan DEVA Partisi çağrışım yapıyor haliyle…

Ülkenin dertlerini bir aktarayım, bakalım deve bulacak mıyım düşüncesiyle çiçeği burnunda bir siyasetçiyi aradım; Ahmet Özkan, DEVA Partisi Adapazarı Merkez İlçe Başkanı…

Dediğim gibi henüz çiçeği burnunda, yeni görevlendirildi ve ilk yönetim kurulu toplantılarını geçtiğimiz hafta yaptılar.

Ne olacak bu memleketin hali diye sordum.

Abi böyle soru olur mu? Bu soru harddisk yakar, dedi.

Ne demek istediğini ancak şu tamamlayıcı fıkra ile anladım;

Bilgisayara sormuşlar; Ne var? Ne yok?

Bilgisayar varlarla yokları aramaya başlamış. Cazırt cuzurt derken elektronik aksamdan önce duman sonra alevler fışkırmaya başlamış ve bilgisayar mevta…

Demek ki soru sorma biçimi de önemli, haliyle soruyu sadeleştirmek lazım;

DEVA Partisi olarak ekonomideki sorunları dair çözümüz nedir? Nasıl çözmeyi planlıyorsunuz?

Ya soru çok kolaydı ya da Ahmet Özkan hazırlıklıydı;

“Ekonomiyle ilgili kurumların ayağa kalkması 1 aydır. Ama ondan sonra ileriye doğru, en az 3 yıllık bir ekonomik program gerekir. Para politikası, maliye politikası, makro ihtiyati tedbirler, yapısal reformlar, ondan sonra da onun icrası başlar.

İyi bir ekip geldi, güvenilir bir ekip geldi ve bu ekonomik programla bu ülke toparlar diye kanaat oluştuğu anda zaten yatırım da gelmeye başlar, piyasa canlanır.

O güven ışığını bulduğu anda yatırımcı hemen yatırım yapmaya başlar. Geleceği öngörüp bugünden doğru adım atan insanlardır yatırımcılar. Gelecekte düzelme sinyalini gördükleri anda bugün yatırım başlar, bugün istihdam başlar.

Bazıları diyor ki, şartlar çok zor. Öyle değil. Şu an dünyada likiditenin en bol olduğu bir dönemdeyiz ve eksi faiz var. Yani bu şartlarda para akar, oluk-oluk akar. Yani sermaye sorunu, finansman sorunu olmaz, parası olan, imkanı olan bile yatırım yapmıyor şu anda. Gelecekle ilgili güven şart.

Bugün tamamen yönsüz bir ekonomi yönetimi var. Böyle bir ülkeye kim niye yatırım yapsın?

Ekonomiye ilişkin temek yaklaşımınız ve ilkeleriniz nedir?

“Bizim önem verdiğimiz ekonomide ana ilkeler var; nedir? Ekonomi yönetiminde öncelikle kurumları önemsiyoruz ve kuralları önemsiyoruz ve aynı zamanda hem özel sektörün etkili olmasını, özel sektörün gerçek anlamda rekabet içerisinde işini yapması gerektiğini düşünüyoruz. Ama devletin de düzenleyici ve denetleyici rolünün, gücünün de olduğu gibi ortada olmasını önemsiyoruz.

Yani fırsat eşitliği burada çok çok önemli.

Böyle kayrılmış özel şirketler oluşturmak ya da zenginler türetmek, böyle bir şey bizim ekonomik modelimizde yok.

Şu anda dünyanın yepyeni örneklere ihtiyacı var, yepyeni modellere ihtiyacı var. Mutlaka toplum güçlü olmalı, bir ülkenin özel sektörü de güçlü olmalı, ama devleti de güçlü olmalı. Ş

Şimdi güçlü̈ devlet, güçlü̈ özel sektör, güçlü̈ toplum ve bunlar arasındaki dengeleri iyi kurabilmek son derece önemli. Yani devlet hepsinden güçlü̈ olsun ve devlet her şeyi herkes için yapsın, böyle bir şey de söz konusu değil. Yani bu özelleştirmeye karşı olanlara peki ne yapacaksınız diye sorduğunuzda, cevapları nedir? Her şeyi devlet mi yapsın?

Şimdi bu sosyal devletse eğer ve çalışanların da güçlü̈ olmasını istiyorsak, kuşkusuz sendikalaşma hakkı ve sendikalaşmanın gereği olan grev hakkı da işçilerde tabi ki olmalı,

Sendikalaşma oranı çok düşük. Bunun artması gerekir. Eğer çalışan kesim sivil yapılanmayla kendi haklarını toplu bir şekilde koruyamazsa, o zaman ezenin olduğu, ezilenin olduğu bir tablo sürer gider.

Sizce Dolar mı yükseliyor yoksa Türk Lirası değer mi kaybediyor?

Elbette ki Dolar yükseliyor algısıyla sorumluluklarının görmezden gelinmesini isteyen bir kesim var ama o iş öyle değil. Bu durum Dolar yükseliyor şeklinde izah edilemez. Yükselene değil düşene bakarsak Türk Lirasının alım gücünün düştüğünü görür. Bu düşüşün sorumlularını sorgulamaya aşlarız diye adeta korkuyorlar.

Neticede Tür lirası düşüyor, paramız alım gücünü kaybediyor, her gün biraz daha cebimizdeki para alım gücü itibariyle eksiliyor.

Peki Türk Lirasının değer kaybına Deva olabilecek misiniz? Çözüm?

Çözüm bize göre hiç zor değil. Yolu da şu;

Tutarlı, teknik kalitesi yüksek ve güven veren orta vadeli bir program katılımcı bir anlayışla hazırlanmalı ve kararlılıkla uygulanmalı.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, bağımsız ve etkin bir biçimde kullanılmalı.

Merkez Bankası rezervlerini güçlendirecek her türlü̈ dış̧ finansman imkanını değerlendirme konusunda azami çaba gösterilmeli.

Dövize yapılan, şeffaflıktan uzak, hedeflenen etkileri sağlamakta başarısız müdahaleler derhal durdurulmalı.

Tüm bankaları, fayda ve risk analizlerine dayanmadan, piyasa gerçeklerinden uzak parametrelerle kredi vermeye zorlamaktan derhal vazgeçilmeli.

Bütçe birliği, bütünlüğü ve disiplini sağlanmalı, mali kural hayata geçirilmeli.

Tasarruflara yönelik keyfi uygulamalara başvurulmamalı, Merkez Bankası yedek akçeleri harcanmamalıdır.

Kamu yatırımları ve Kamu Özel Sektör işbirliği uygulamaları şeffaflığı, katılımcılığı, yerindeliği ve etkinliği esas alan bir anlayışla yürütülmeli.

TÜİK güçlü ve bağımsızlık, yayınladığı istatistiklerin kalite ve güvenilirliği en üst düzeye çıkarılmalıdır.

Tek bir kişinin kararlarına bakılan keyfi yönetim bitmeli, kurumsal yönetim anlayışı yönetim süreçlerine hâkim olmalı.

Sorduğum için söylüyorum; Ahmet Özkan bütün bunları sadece parti programına göre söylemiyor o aynı zamanda bir iş insanı ve sözleri bir anlamda yaşadıklarından edindiği tecrübe ile sabit…

ADAM HAKLI

Uhud Savaşında Müslümanlar yenilmişler, şehitler vermişlerdi.

Moraller bozuktu…

Münafıkların “Bizi dinleselerdi na-hak yere ölmeyeceklerdi” demeleri üzerine “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar bilakis diridirler” ayeti indi.

Bir nevi “şehitler ölmez, vatan bölünmez” denilmişti.

Devamında da ayet; “Allah sizi açlıkla, korkuyla, mallarınızdan eksiltmekle... sınar” şeklindeydi.

Yani ayet bütünüyle o tarihle, konjonktürle, savaşta büyük yara almış Müslümanları teselli etmekle bağlantılıdır.

Ayetin nüzul sebebi budur.

Yoksa halkını fakru zaruret içinde bırakıp, saraylarda zevkü sefa sürenlerin kabahatlerini Allah'a havale etmeleriyle ayetin hiçbir alakası yoktur.

Sonuç: Ayetler tarihsel bağlamından koparılıp, herkesin şahsi çıkarları için kullanabileceği genel geçer birer maymuncuk değildir.

(Alıntı)

GEL DE KISKANMA?!!!

GÜNDEMİN KARİKATÜRÜ