Eski Çankaya Noteri Abdullah Gül, Ali Babacan üzerinden endirek olarak siyasete soyunup, bülbül misali ötmeye başlayınca, bize de bir Abdullah Gül yazısı yazmak farz oldu.

Ama öyle bir yazıyla anlatılacak gibi değil, dolayısıyla yazı dizisi haline gelirse sakın şaşırmayın.

Bir zamanlar Erdoğan ve Gül’ün gözdesi olan, eski başbakanlık sözcüsü ve baş müşaviri Akif Beki yazdığı kitabında -sümme haşa kıyas bile kabul etmez amma- Erdoğan’ı Hz. Musa’ya, Abdullah Gül’ü kardeşi Harun’a benzetiyordu.

Bu günlerde, biri diğerinin alternatifi gibi sunulmak istenip, Gül tekrar pohpohlanırken, birilerinin de çıkıp ‘Hayır, kavga etmeyin, siz kardeşsiniz’ demesi ve vatandaşa Osmanlı Bankası reklamında olduğu gibi ‘yok aslında birbirlerinden farkları’ gerçeğini anlatması gerekiyor.

Açıkça ifade edeyim, ki yazılarımda çokça ifade ettim; Ben Abdullah Gül’ü daha tehlikeli bulanlardan, dahası sadece ikisi kalsa Erdoğan’ı tercih ederim, diyenlerdenim.

Şuna eminim ki Türkiye’de her ne oluyorsa, 3 Kasım 2002’de Abdullah Gül’ün başbakan olması ile başladı ve 2007’de cumhurbaşkanı olmasıyla alevlendi.

Nitekim, AKP’nin şirazesi 2007’den itibaren kaymaya başladı.

Dolayısıyla bugün Abdullah Gül’ün; “Siyasal İslam çöktü.  Başkanlık sistemi bize uymaz, en iyisi parlamenter sistem” babından şirinlikleri kimseyi aldatmasın.

Ve yine; “Ben aktif siyasetin içinde olmayacağımı söylemiştim. Ancak yakıcı memleket meseleleri varken tecrübemi kendime saklayacak bir insan olmam da beklenemez. Memleketimin faydasına gördüğüm temel konularda usulüne uygun bir şekilde siyasete katkı sunmak ve görüşlerimi paylaşmak hem hakkım hem de görevim” sözlerine zinhar aldanmayın!

Abdullah Gül, AKP’nin ve iktidarın alternatifi falan değil, düpedüz muadilidir.

Ve Abdullah Gül, vatandaşın ve ülkenin değil, bizzat AKP’yi ülkenin başına bela edenlerin tercihi ve alternatifidir.

Abdullah Gül nasıl seçildi ve ben o günlerde neler yazdım, hatırlatarak 2007’de uyardığım gibi bugün de uyarayım isterim.

Takip edenler bilir, Cumhurbaşkanı adaylığı ve seçilme sürecinde, katkılarından dolayı AKP’den ziyade partim MHP ve o günkü CHP’yi çok eleştirdim.

Devlet Bahçeli’nin “Seçim yapılmış ve AKP milletin iradesiyle yeniden iktidar olmuştur. Cumhurbaşkanlığına da istediği kişiyi seçebilir, bu konudaki karar tamamen AKP’nindir. Kimi isterlerse seçerler” sözleriyle yol vermesini, CHP’nin, başörtüsü üzerinden halkı manipüle ederek, tam da Erdoğan’ın ‘oylarımız yüzde 26’ya düştü’ diye hayıflandığı bir anda ‘eşi başörtülü cumhurbaşkanı istemiyoruz’ sözleriyle, aslında AKP’ye ders vermek üzere olan seçmeni, yine AKP’ye yönlendirmesini hiç affedemedim.

2007’de şöyle yazmışım;

“Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili yanlış stratejisi sayesinde ile başlayan sürecin AKP’yi yüzde 40’lara taşıması tesadüfle izah edilemez.

Bu olsa olsa stratejik uzman kılığına bürünmüş toplum mühendislerinin, kendi yarattıkları gerilim ortamını kullanarak halkı manipüle etmesidir.

Halkın, yoktan yere nasıl gerildiğinin ve manipüle edildiğinin önemli bir göstergesi, seçim sürecinde tartışmanın ‘Cumhurbaşkanı’nın eşinin başı açık mı olsun kapalı mı’ gibi saçma bir zemine kaydırılmasıydı.

CHP’de Bu manipüleye alet olarak AKP’nin ekmeğine yağ sürdü.

İşte vatandaşı ‘AKP’ye oy vermemek için 20 sebebim var, vermek içinse bir sebep ve ben oyumu AKP’ye vereceğim’ dedirten de -sebep- buydu.

Ardından sözde muhtıra ile sürdürülen manipüle ile mağdurdan yana tavır takınmayı adet edinen vatandaşın, sözde mağdur AKP’ye yönelimi sağlandı.

AKP gerçekten mağdur mu edildi? Hayır. Aksine ihya edildi.

Halkın hiçbir beklentisine cevap veremediği için yerlerde sürünen AKP, başörtüsü ve dindar cumhurbaşkanı olur mu olmaz mı tartışmalarıyla cilalanıp parlatıldı.

CHP ve malum kesim, eğer samimi olsalardı, Erdoğan veya muhtemel adayın eşinin başörtüsünü tartışma konusu yaparak halkı galeyana getirmek yerine, geçmişteki sabıkalarını ve iktidarın 4 buçuk yıllık icraatlarını gündeme getirirlerdi.

Ne gariptir ki, Erbakan, kapatılan RP ile ilgili kayıp trilyon davasından ceza alıp cezasını çekiyor, aynı davanın sanıkları olup milletvekili dokunulmazlığı zırhına bürünen Abdullah Gül ise cumhurbaşkanı adayı olup seçilemeyince de mağdur pozisyonuna sokuluyor.

Gelelim 367 konusuna…

367 ilk kez ve sadece AKP’yi engellemek için gündeme gelmiş bir şey değil.

367’nin mucidi bugünkü AKP’lilerin ağababası Erbakan’dır.

TBMM Başkanı Arınç da o gün destekleyenlerden bir tanesi…

İşine gelince öyle, gelmeyince böyle!

Peki, 367’nin mucidi bir partinin bağrından çıkıp iktidara konanlar, milletin kendilerine bahşettiği Anayasa’yı bile değiştirecek gücü çarçur edip, yumurta şeyin ağzına gelince ‘bana cumhurbaşkanı bile seçtirmiyorlar ev halkım’ diye ağlamaya hakları var mı?

Bence organize işler bunlar…

‘Cumhurbaşkanı seçtirmediler ey halkım, bize daha çok oy ver ki dindar bir cumhurbaşkanı seçelim’ diyebilmek için, ‘başörtüsü problemini çözemedik, İmam hatip liselerini kurtaramadık ey halkım, daha çok oy lazım’ diyebilmek için beceriksizliklerini örtmek için yapılan manevralar bunlar.

Tabi yerseniz…

Yarın da şu meşhur sanal muhtırayı ele alalım, kimler tezgâhladı, sanal darbeden amaç, kendisi de darbe ürünü olan bir partinin önünü açmak amacıyla mı yapıldı bir bakalım.”

Ve ertesi gün, bu manada bir algı operasyonu olan e-muhtıra ile seçmenin nasıl manipüle edildiğini yazmışım…

Lakin dedim ya buradan bir yazı dizisi çıkar, bilahare devam edelim…