CHP’NİN KHK ANKETİ 

KHK’lılar yani 15 Temmuz bahanesiyle Kanun Hükmünde Kararnamelerle mağdur edilenler, bu ülkenin kanayan yarasıydı.

CHP’nin KHK’lılarla buluşması, onların derdiyle dertlenmesi de bu manada önemliydi.

KHK’lılar bir platform kurdular, yıllardır dertlerini anlatıyor, çözüm bekliyorlar.

KHK’lı denilince aklınıza ilk Fetö geliyor değil mi? Doğal olarak da KHK’lılar Platformunu fetöcüler kurmuştur değil mi? Öyle değil işte...

Bu platformu, Alman Papaz Mooler’in; “Önce Yahudiler için geldiler, Sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim Sonra komünistler icin geldiler, sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiler. Ses çıkaracak kimse kalmamıştı” sözünü şiar edinip, haksızlık kimden gelirse gelsin karşı çıkan, haksızlığa kim uğrarsa uğrasın yanında duran, benim bazen “Pis Komünistler!’ diye takıldığım kişiler oluşturdu...

Platformun başında Münir Korkmaz var.

Öğretmendi. KHK ile ihraç edildi. Fetö ile falan alakası da yoktu. İyi bir devrimciydi.

Adana’da yaşayan sınıf öğretmeni Münir Korkmaz, 2016 yılında 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na denk gelen 657 sayılı KHK ile öğretmenlik görevinden ihraç edildi.

Bir sabah öğretmenlik mesleği elinden alınmış olarak uyanan Korkmaz, 2019 yılının Mart ayında yapılan yerel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden Çukurova Belediye Meclis üyesi seçildi.

Önce öğretmenlik mesleği elinden alınan Korkmaz’ın, anayasal hakkı olan seçme ve seçilme hakkı da KHK’lı olması gerekçe gösterilerek elinden alındı, mazbatası da iptal edildi.

Yüksek Seçim Kurulu’na yapılan itirazlar da sonuç vermezken, Anayasa Mahkemesi’ne mazbatasının iadesi talebiyle yaptığı başvurusu ise Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği kararın nihai karar olduğunun altı çizilerek ‘yetkisizlik’ gerekçesi ile reddedildi.

Hakkında açılan davalardan beraat eden Münir Korkmaz’ın dosyası OHAL Komisyonunda 4 yıldır görüşülmeyi beklerken, evinin bahçesinde yetiştirdiği ayva ağaçlarından elde ettiği mahsulü, yine kendisi gibi KHK’lı olan bir arkadaşının semt pazarında kurduğu tezgahta satmaya başladı. Türkiye’deki en büyük dayanışma ağının KHK’lıların oluşturduğu platform olduğu belirten Korkmaz, ”Bize ağaç yemeyi layık gördüler ama biz o ağaçlardan elde ettiğimiz meyveleri satarak yaşamımızı devam ettirmeye çalışıyoruz. Bu da onlara dert olsun” diyor.

KHK’ların ‘ülkenin en büyük hak gaspı olduğunu, yalnızca Türkiye’de değil evrensel hukuk otoritelerinin de dile getirdiğini, yaşanan acıların bir gün hesabının yine hukuk önünde sorulacağı umuduyla mücadelesini sürdürüyor.

“140 bin kişiyiz. Bu arkadaşlarımızın yüzde 99’u üniversite ve yüksek lisans mezunu. Bu yetişmiş insan gücü değerlendirildiğinde ülkenin ilerlemesine ve aydınlanmasına katkı koyabilecekken, insanları açlığa, yoksulluğa, sefalete ve izolasyona mahkum ettiler. Sivil ölümü reva gördüler. Ancak KHK’lar sonsuza dek sürmeyecek. Bir gün elbet KHK’lar gidecek, biz kalacağız. Zulüm bitecek, adalet ve demokrasi gelecek” diyor.

CHP, ‘KHK Mağdurları ile Buluşuyoruz’ toplantılarının sonuncusunu geçtiğimiz gün, Ankara’daki Yılmaz Güney Sahnesi’nde gerçekleştirdi.

Toplantıda, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gülizar Biçer Karaca ve Yüksel Taşkın ile CHP Ankara Milletvekilleri Tekin Bingöl ve Yıldırım Kaya, KHK mağdurlarının sorunlarını dinlediler.

Aktardıklarını aktarayım;

Gülizar Biçer Karaca;

50 ilde KHK’liler ile toplantılarda bir araya geldik. 15 bin 843 kişiyle anket yaptık.

İhraç edilenlerin yüzde 7’si boşanmış, yüzde 83,5 ‘karnını doyuracak gelire sahip değilim’ diyor. Yüzde 95,6’sı ya ‘hiç’ ya da ‘çok az ekonomik imkana sahibim’ diyor. Yani çok ciddi bir gelir yoksunluğu ile karşı karşıya kalmış.

100’ün üzerinde KHK’lı, hak ihlallerine dayanamayarak yaşam hakkından vazgeçmiş.

800’ün üzerinde KHK’lı, yaşadığı üzüntü ve strese dayalı ya da hiç tanımadığı -hekimlik yapmış, üniversite bilim insanlığı yapmış, uzay mühendisliği yapmış, TÜBİTAK’ta çalışmış ama ailesini ve kendi karnını doyurmak için- inşaat benzeri bilmediği alanlarda ekmek parasını kazanırken geçirdiği iş kazasında vefat etmiş.

OHAL Komisyonu’nda yüzde 85,6’sı ret kararı almış. Yüzde 1,1’i iade kararı almış. Yüzde 12,6’sının da hala OHAL Komisyonu’ndaki başvurusu incelemede görünüyor.

Ret kararı alanların büyük çoğunluğu takipsizlik, beraat almış ya da hakkında herhangi bir soruşturma açılmamış. Yani yargının kararını idari makam ‘Ben kabul etmiyorum’ diyerek ikinci bir defa acımasızca bir karar ile hüküm vermiş.

Yaşadıkları süreçte ‘Etkinlik pişmanlıktan faydalan, isimler ver, seni bırakalım’ diye baskı gören, yüzde 74,72. Yani sizleri muhbir kılmaya kalkmışlar.

‘Farklı görüşteki insanlara daha saygılı ve onları daha iyi anlamaya başladım’ demiş, yüzde 76,8’i. ‘Farklı görüştekilere karşı ön yargılarım yıkıldı, adalet ve demokrasi adına ortak mücadelede var olmayı kendime hedef seçtim’ diyenlerin oranı yüzde 72,5.

Aslında bu süreçte CHP olarak bu toplantıları gerçekleştirirken bizim de temel hedeflerimizden birisi birlikte olmak.

Özel sektörden de ciddi anlamda işsiz bırakılan vatandaşlarımız var. Barış akademisyenleri var. Hak ihlaline uğradığına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı olan, ama buna rağmen görevlerine iade edilmeyen barış akademisyenleri var.

O akademisyenlerden birisi de CHP Genel Başkan Yardımcımız Sayın Yüksel Taşkın.

OHAL Komisyonu’nda iade kararı alabilmeniz için her birinizin iki ‘Süleyman’ dostunuz, arkadaşınız olması gerekiyor. Ya da AKP’nin önceki milletvekillerinin de ifade ettiği gibi kurulan FETÖ borsasına kayda değer bir para yatırmanız gerekiyor. O da mümkün görünmüyor...

Adalet sisteminde kişiye özgü bir adalet anlayışı hakim oldu. Siyasi yakını olanlar, iki Süleyman dostu olanlar, nakdi olarak güçlü kasası olanlar, siyasilerin damatları olanlar bu soruşturmalardan aklandı. Oysaki binlerce KHK’lı ile aynı sebeplerle soruşturmaları açılmıştı. Dendi ki ‘Canım onlar sempatizanmış’. Aranızda sempatizan olduğu için hüküm giyen ve ihraç edilen yok mu? Sizin tek suçunuz, siyasi yakınınız olmaması. Siyasilerin yandaşlığına göre, yakın akraba ilişkilerine göre adalet yürümez. Adalet ve adalet dağıtmakla görevli olanlar vicdan, kanun ve dosyadaki delillere görev karar verirler.

Haklarında dava açılmamış, takipsizlik kararı verilmiş, beraat edip kararları kesinleşmişse onları görevlerine bir ay içinde iade edeceğiz. Barış Akademisyenlerini Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda görevlerine iade edeceğiz.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın;

“Unutmamak ve gülümsemek direniş yollarıdır.

Buradakiler mücadele etmenin önemini kavradıkları için 30 küsurdan 60 küsura çıkan KHK platformları öz güven ile çalışıyor. Onur duyduğumu belirtmek istiyorum. Çok büyük acılar yaşandı. Her toplantıdan sonra kendimize birkaç gün gelemiyoruz. Bu hikayeleri duyan insan, taş olsa çatlar. TBMM’deki bütün siyasi partiler konuyu çok iyi biliyorlar. Yüz yüze konuşurken ‘Haklısınız’ diyenler kameralar karşısında tribünlere oynuyor,

Siyasette kangren alanlara dokunduğunuzda linç yiyeceğinizi herkes biliyor. Bu tarz linç yediğimizde doğru alanlarda olduğumuzu görüyoruz.

CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl;

 CHP vefaya önem veriyor, geçmişte yaşananları unutmuyor. Çok güçlü bir hafıza ve birikimi var. Bu parti, bu topraklarda çok önemli işlere imza attı. Cumhuriyet’i kuranların kurduğu parti. Savaş meydanlarında kazanılan başarıyı böylesine bir siyasal yapılaşma ile sonuçlandıran parti. Biz, hep haklıdan yana olduk, haksızlığa direndik. Haksızlığı yaşatanlara karşı dimdik mücadele etmesini bilen siyasi partinin mensupları olarak karşınızdayız. Hiç merak etmeyin, o gün geldiğinde adalet sizler için de tecelli edecek. Arkadaşlarımıza saldırıyorlar, ‘Ne için KHK’lılarla toplantı yapıyor, hakkını arıyorsunuz’ diye. Arayacağız. Sonuna kadar arayacağız. Haksızlıklara uğrayanların bir partisi var; CHP. Biz, o hakkı er ya da geç, haksızlığa uğrayanların hakkını teslim edeceğiz.

CHP Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya;

 12 Eylül’ün yıldıramadığı ve 20 Temmuz darbesinin ekmeğe muhtaç ettiği KHK’lılar, sizin yaşadıklarınızı bir nebze de olsa toplumun tüm kesimleriyle paylaşmak ve sizin haklılığınızı anlatmak için Türkiye’nin dört bir yanında ayak basmadık yer bırakmadık. Sizin sorunlarınız da çözülünceye kadar bu mücadele devam edecek.

Siz haklısınız, haklı olduğunuzu bugün mahkemeler sonuçlandırmayabilir. Yıllar geçse de acılar geçse de bu haklılığınız ortaya çıkacak. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, haklı olanların haklılığının ortaya çıkarıldığı tarihtir.

Bu ülkede, beraat ettiği haberini alamadan intihar eden KHK mağdurları var. Bunlar için bir an önce adaletin yerini bulması gerekiyor.

CHP Ankara İl Başkanı Ali Hikmet Akıllı;

“Hak, hukuk, adalet” sloganıyla adalet arayışını sürdürüyoruz. CHP, iktidar yolunda bu ülkedeki problemleri partnerleriyle çözmek gibi bir iradeye sahip. Sorunları paydaşları ile konuşup çözüm yolları arayacağız. Bir suç varsa ceza olacak ama yargılanma hakkı olacak, ceza adil olacak. Herkes için bu toplumda adalet istiyoruz.

KHK Platformu Sözcüsü Münir Korkmaz;

Gülmeyi unuttuk ama ben inadına gülüyorum. KHK’lar gidecek ve biz işimize geri döneceğiz.

Toplum, ihraç olanlara vebalı gibi davranıyor.

Enkaz vardı, altındaki insanlar çığlık atıyordu. Buna biz devrimciler kayıtsız kalamazdık. İnsan Hakları Derneği’ne başvurduk, ‘Bu insan hakkı ihlalidir’ dedi. Arkasından KHK Platformlarını kurduk. Ayrım yapmaksızın bütün KHK mağdurlarını bir araya getirdik.

Bin 125 arkadaşımız hastalanarak veya başka işlerde çalıştığı için yaşamını kaybetti.

100 kişi intihar etti. 136 çeşit hak ihlali ile karşı karşıyayız...

5-6 Ekim 2019’da Ankara’ya bizi sokmadılar. Teröristiz ya biz. Kusura bakmayın, siz de AKP’nin yasasına göre iltisaklı ve irtibatlısınız. Bir de yeni bir şey çıktı OHAL Komisyonu’ndan; ‘dirsek teması’. Arkadaşımız terör örgütleriyle dirsek temasındaymış!

Evet, Adalet mülkün yani devletin temeliyse eğer, asıl beka sorunu ülkemizde yaşanan hukuksuzluklardır diyor. Hukuksuzluğa uğramış ve uğramakta olan herkes için dua ediyorum,

Allah yar ve yardımcınız olsun…

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR!

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi Sad b. Ebi Vakkas, Şam’daki bir camiyi genişletmek ister. Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır.

Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler, der.

Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle.

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı?

Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.

Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.

Şam valisi bak der, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:

İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi.

Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.

Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.

Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir.

Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi.

Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.

Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor.

Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?