YALANLA İMAN BİR ARADA DURMAZ!

Aklı başında Müslümanlar istisna bu siyasal İslamcıların alayı yalancı.

Yıllardır yalan üzerine inşa ettikleri ideolojilerini din ile soslayarak yutturmaya çalışıyorlar.

Oysa, yalan ile iman bir arada durmaz diyor sevgili Peygamberimiz.

Yani yalanın olduğu bünyede iman, halis imanlı bir bünyede yalan durmaz.

Müslüman yalan söylemez, söyleyemez. Müslüman iftira atmaz, atamaz. Hele ki birini kafirlikle suçlamak o kadar büyük bir vebal ki ‘biriniz, birinizi kafirlikle suçluyorsa, içlerinden birisi gerçekten kafirdir. Ya itham edilen kafirdir ya da o ithamda bulunan o an dinden çıkar’ buyuruyor yüce Peygamber…

Bu kadar açık ve net…

Böylesine ağır bir sınavdan geçerken, açlık ve toklukla, yokluk ve varlıkla, nefsimize hoş gelen ama yasak olan onca melanetle boğuşurken, bir de imanınızı diliniz ve düşünceniz ile sakatlamak zorunda mısınız be kardeşim.

Tutun o dilinizi biraz, bilip bilmeden konuşmayın, itham ve zanda bulunmayın, dedikodu etmeyin, bu kadar zor mu?

Bugün konumuz siyasal İslamcıların Lozan yalanları…

Ve haliyle misafirimiz de siyasal İslamcıların muhterem yazarlarından hazreti Emine Şenlikoğlu…

Bugüne kadar çok yalanlarını dinledik malumunuz. Lozan hezimetmiş! Lozan’da gizli maddeler varmış (her nasıl oluyorsa sadece siyasal İslamcılara görünen maddeler), Lozan yüzünden madenlerimizi çıkaramıyormuşuz, 2023 yılında bu eziyet bitecekmiş, falan.

Siz hiç siyasal İslamcıların Sevr’i eleştirdiklerini duydunuz mu? Duyamazsınız zira onlar Sevr’i yırtıp atanı sevmedikleri için, hatta Yunan’ı denize dökene lanet ettikleri için, Sevr adını hiç anmazlar.

Varsa yoksa Lozan…

O kadar alimler ki(!) Osmanlı döneminde, yine Lozan yakınlarında yapılan bir anlaşmayla Ege Adaları’nın İnönü başkanlığındaki bir heyetle katıldığımız Lozan Anlaşması ile İtalyanlara bırakıldığını bilecek kadar yani.

Ulan dönem Osmanlı dönemi, tamam yer Lozan ama İnönü ile ne alakası var?

Ama sen yine de yalanını uydur, “Adaları İsmet İnönü Lozan’da verdi” de, nasılsa inanan çıkar!

Elbette ki İmparatorluğun düştüğü aciz durum ama biraz da gafleti nedeniyle, İmparatorluğun en çok toprak kaybeden padişahını “Büyük Sultan” ilan et, İmparatorluğun 250 bin kilometrekareye düşmüş toprağını 780 bin kilometrekareye çıkarıp, yeni bir Türk Devleti kuranları bir büyük İmparatorluğu yıkmakla suçla mesela, nasılsa inanan çıkar.

Türkiye’nin büyük bir petrol varlığına sahip olduğunu ama Lozan Anlaşması’ndaki gizli maddeler yüzünden bu zenginliği çıkaramadığını iddia et, nasılsa taraftarı oldukları iktidar doğalgaz bulduğunu iddia edince yahu hani Lozan diyecek bir akıllı çıkmaz aralarından…

Yalan, hayatımızın kaçınılmaz bir olgusu ama İslam kelimesi ve Müslüman kisvesi söz konusu olunca daha büyük bir vebal haline geliyor. Yani bir yalan var bir de siyasal İslamcı yalancılığı…

Olmayan bir şeyi uydur ya da bir gerçeği çarpıt, bu palavrayı veya çarpıtılmış gerçeği çok kez tekrarla, sonra uydurduğunu unut ve bu palavraya kendin de inan, sonra o yalan üzerine bir siyaset bina et ve gerçeği söyleyene, kendi yalanını kanıt olarak göster ve gerçeği söyleyene ajan, hain yaftası yapıştır.

Bizde bunun örnekleri çok. Son örnek İslamcıların bayan şıh versiyonu Şenlikoğlu…

Bu manada hazreti Şenlikoğlu yeni bir fitne yumurtladı ki ilk kez duyuyorum. Buyurdu ki; “Atatürk ve İnönü’nün milli eğitimimizi ABD’ye teslim ettiği anlaşma 2023’te doluyor.”

Yalanın bu kadarına pes demek bile yetmez…

Ama nasıl olsa inanan bir kitle var ki ne kitlersen kitle misali sallamış.

Türk Milli Eğitimini İngilizlere ve Amerikalı misyonerlere emanet eden Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü değil, tam aksine Osmanlı Devleti’dir.

Abdülaziz döneminde kurulan Mektebi Sultani ve birkaç modern eğitim kurumu dışında, İmparatorluğun son 50 yılında özellikle de Anadolu’da 400’den fazla Avrupa ve ABD kökenli misyoner okulu açılmıştı.

Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Güney Anadolu’da açılan bu okullar neredeyse Sevr’in öncüsü gibi hareket etmiş, etnik farklılıkların öne çıktığı bölgelerde pıtrak gibi çoğalmıştı.

Emine Şenlikoğlu’nun yalan iddialarının aksine Cumhuriyet döneminde, yani Atatürk ve İnönü dönemlerinde eğitim Türkleştirilmişti.

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte bu okulların bazıları kendi kendine kapanırken, Lozan’ın ardından 170 misyoner okulu bizzat Atatürk’ün emri ile kapatılmıştı.

Öyle ki, bu okulların kapatılması büyük rahatsızlık yaratmış, Lozan’a ABD adına gözlemci olarak da katılmış olan Joseph C. Grew, 1927 yılında ABD Büyükelçisi olarak atandığı İstanbul’da ilk icraat olarak bu okulların yeniden açılması için talepte bulundu ve kendinden önceki Amerikan Büyükelçisinin 1925’te bu okulların açılması için yaptığı başvuruya cevap verilmemesini eleştiren bir de nota verdi.

Tabii kendisinin bu talebini pek takan da olmadı.

Ortada belgeli, bilgili böyle bir tarihi gerçek dururken, kendini İslamcı mütefekkir olarak tanımlayan bir kadın, hiçbir utanma belirtisi göstermeden böyle bir yalanı alenen söylüyor.

Ama maalesef ki inananı çok!!!

SİNAN MEYDAN: LOZAN TÜRKİYE’NİN TAPUSUDUR

Gerisini Sinan Meydan’dan aktarayım;

“Lozan'da onursuz bir barış imzaladık. Bu, İngiltere'nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu, en kötüsüdür.” (İngiliz Sir Andrew Ryan)

Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusudur. Bu tapuyu yırtmak isteyenler, çokça “Lozan yalanı” üretip genç beyinleri bu yalanlarla zehirliyor.
İsmet Paşa, Kasım 1922'de Lozan'a giderken Türkiye, 1912-1922 arasındaki 10 yıllık savaştan yeni çıkmıştı. Aç, sefil, savaş yorgunu 14 milyon insan bir an önce barışa kavuşmak istiyordu.
Lozan Konferansı devam ederken İstanbul ve Çanakkale boğazları işgal altındaydı. Boğazlarda İngiliz, İzmir limanında Fransız savaş gemileri vardı.

Lozan'a İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Boğazlar konusu için Sovyet Rusya ve Bulgaristan, belirli konular için Belçika ve Portekiz ile gözlemci olarak ABD katılmıştı. Lozan'da, İngiltere'nin liderliğinde Türkiye karşıtı bir “birleşik cephe” oluşmuştu. Türkiye, neredeyse bütün bu devletlere karşı tek başınaydı.
Türkiye, Lozan'a Kurtuluş Savaşı'nın galibi olarak giderken, Müttefikler Türkiye'yi 1. Dünya Savaşı'nın mağlubu olarak görüyor; Türkiye'ye üç dört yılın değil, Atatürk'ün ifadesiyle “son 300-400 yılın hesabını sormak” istiyorlardı.
İsmet Paşa, Lozan'da kendisine TBMM tarafından verilmiş olan 14 maddelik bir talimatnameye uygun hareket etti.
Müttefikler'in sunduğu, Sevr'in biraz yumuşatılmış şekli olan antlaşma teklifini, Ankara'nın da onayını alarak reddetti. Bunun üzerine Lozan Konferansı 4 Şubat 1923'te kesildi.

Konferans dağılır dağılmaz Atatürk, Türk Ordusu'na “hazır ol” emri verdi. İzmir Limanı'nda demirli Fransız savaş gemilerini kovdu. Kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmayan Batı'ya, ekonomik bağımsızlık konusunda ne kadar kararlı olduğunu göstermek için İzmir İktisat Kongresi'ni topladı.
Sonuçta, 23 Nisan 1923'te Lozan Konferansı yeniden başladı. Aylar sonra, 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı.
Lozan'da kapitülasyonları kaldırdık, Ermeni yurduna izin vermedik. Karaağaç'ı aldık, kabotaj hakkını elde ettik, savaş esirleri konusunu çözdük. Ege adalarından Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adaların, adacıkların ve kayalıkların hepsini aldık. Ayrıca Yunanistan'a bırakılan adaların askerden, silahtan arındırılmasını sağladık.

Trakya sınırında ve boğazlarda askerden arındırılmış bölgenin yabancılar tarafından denetlenmemesi isteğinde de başarılı olduk, ancak buraların saldırıya uğraması hâlinde Müttefikler'in Türkiye'ye güvence vermesi isteğinde başarısız olduk.

Ayrıca İstanbul ve Çanakkale'yi Lozan'la kurtardık.
Lozan Antlaşması bize her şeyden önce sınırları belli bağımsız bir vatan bıraktı.

Lozan'a “hezimet” demek için ya kör cahil veya uslanmaz bir Cumhuriyet düşmanı olmak gerekir.

Adaları Lozan’da değil Osmanlı Dönemi’nde kaybettik.

12 Ada, 18 Ekim 1912'de İtalya ile imzalanan Uşi Antlaşması'yla geçici olarak İtalya'ya bırakıldı.

Yunanistan'ın işgal ettiği Ege adalarının geleceği ise savaştan sonra 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ve 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması'yla “büyük devletlere” bırakıldı.

Sevr Antlaşması'nın 84. ve 122. maddelerine göre Türkiye, Gökçeada (İmroz), Bozcaada dahil Ege adalarını Yunanistan'a, 12 Ada'yı İtalya'ya bırakacaktı. (Padişah Vahdettin'di). Türkiye Lozan'da bu oyunu bozdu; fiilen elindeki adalardan Meis dışında hiçbirini kaybetmedi. Lozan'ın adalarla ilgili maddelerinin malumun ilamından başka bir anlamı yoktur.
Musul ise Mondros'tan hemen sonra, 10-11 Kasım 1918'de İngilizler tarafından işgal edildi. (Padişah Vahdettin'di) İsmet Paşa Lozan'da Musul konusunda da büyük bir mücadele verdi. Sonuçta görüşmeler tıkandı. Lozan Antlaşması'nın 3. maddesine göre Musul sorununun 9 ay içinde Türkiye-İngiltere arasında ikili görüşmelerle çözülmesine, olmazsa Milletler Cemiyeti'ne gidilmesine karar verildi. 1918'de elimizden çıkan Musul, 1925'teki Şeyh Sait İsyanı'ndan sonra kaybedildi. (1926, Ankara Antlaşması).
Hatay ise Lozan'da değil, daha önce kaybedildi. 11 Aralık 1918'de Fransız kuvvetleri Hatay'ı işgal etti. (Padişah Vahdettin'di). Atatürk, Misakı Milli'de Hatay'a da yer verdi. 20 Ekim 1921'de Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması'yla Hatay Türkiye'ye bağlanamadı, ancak Atatürk'ün çabalarıyla 1938'de bağımsız oldu, 1939'da Türkiye'ye bağlandı.
Batum ise Lozan'da görüşme konularından biri değildi. 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması'yla Gürcistan'a bırakılmıştı.
II. Abdülhamit'ten VI. Mehmet Vahdettin'e kadar, toplam 2 milyon kilometrekareye yakın toprak kaybedildi.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı kazanıp da Sevr Antlaşması'nı yırtmasaydı elimizde kalan toprak miktarı 480 bin kilometrekareydi. Bunun da kalıcı olmayacağı kesindi. Kurtuluş Savaşı sonunda Lozan'da Türkiye topraklarını 736 bin kilometrekareye ulaştırdı. 1939'da Hatay'ın anavatana katılmasıyla 47 bin kilometrekare daha toprak kazanıldı. Böylece Türkiye'nin yüzölçümü 783 bin kilometrekare oldu.

LOZAN'DA GİZLİ MADDE VAR MI?

Lozan iki ülkenin değil, birçok ülkenin imzaladığı bir antlaşmadır. Onaylı birer örneği tüm imzacı ülkelere verilen Lozan'ın, bir veya birkaç ülke için gizli maddelerinin olması mümkün değildir. Bu iddia, Lozan'ın 143 maddesinde aradıkları açıkları bulamayanların palavrasıdır.
Gerçek şu: Lozan, emperyalizmin bölünmüş, parçalanmış, Batı'ya bağımlı Türkiye hayallerini yıkan ve şimdilik 94 yıllık barış sağlayan bir diplomasi zaferidir.

Maden ve petrol çıkaramıyoruz yalanı

Osmanlı döneminde, 19. yüzyılda Türkiye'nin petrolleri ve madenleri yabancıların kontrolündeydi. II. Abdülhamit, Türkiye'nin bor kaynaklarını, 1887'de bir İngiliz şirketine, Ereğli kömür işletmelerini de 1882'de Fransız ve İtalyan şirketlerine teslim etmişti. 1902-1911 arasında Osmanlı madenlerinin yarısından fazlası yabancıların elindeydi. Osmanlı petrolleri de İngiliz, Fransız, Alman şirketleriyle II. Abdülhamit'in kontrolündeydi. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, Birinci Kitap, İstanbul, 2001, s. 153-164)
Türkiye Cumhuriyeti, Lozan'da kapitülasyonları kaldırdıktan sonra Osmanlı'nın yabancılara verdiği tüm ayrıcalıklara son verdi. Limanları, demiryollarını, fabrikaları ve madenleri, petrolleri yabancıların elinden alıp millileştirdi.
Bu amaçla Lozan'dan sonra çok sayıda kanun çıkarıldı. Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdaresi, Maden Teknik Arama Enstitüsü (MTA), Etibank gibi kurumlar kuruldu.
MTA'nın çalışmaları sonunda ilk verimli petrol alanı 1940'ta Batman'ın Ramandağı bölgesinde bulundu. Bölgede 1948'de bir de rafineri kuruldu.
Türkiye'de 1923-1954 arasında 37 arama, 7 tespit, 13 üretim, 19 test olmak üzere toplam 76 kuyu açıldı. Toplam 76 kilometreden fazla sondaj yapıldı. Toplam 160 bin ton petrol üretildi.
1937'de temeli atılan Karabük Demir Çelik Fabrikaları 1939'da üretime başladı.
Lozan'dan sonra Türkiye'de maden üretimi arttı: 1930'da 9 bin ton olan linyit üretimi 1939'da 185 bin tona, 1946'da 460 bin tona, 1957'de 1.712 bin tona yükseldi. 1930-1940 arasında kömür üretimi 1.59 milyon tondan 3 milyon tona çıktı. Aynı dönemde krom üretimi 28 bin tondan 170 bin tona çıkarak yüzde 600 arttı.
Toplam maden üretimi, 1930 yılı 100 olarak alınırsa, 1935'te 157'ye, 1940'ta 232'ye yükseldi.
Atatürk'ün milli maden ve petrol politikası, 1950'lerde değişmeye başladı. DP hükümeti 12 Kasım 1952'de her türlü petrol faaliyetini yabancı şirketlere açtı. 1954'te ABD'li uzmanlarca hazırlanan 6326 sayılı Petrol Kanunu, milli petrol politikasına büyük darbe vurdu.
Lozan yüzünden maden ve petrol çıkaramadığımız iddiası koca bir yalandır.

Lozan 2023'te bitecek mi?

20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin 28. maddesinde antlaşmanın “20 yıl” olduğu belirtilmişti. Süre bitiminde taraflardan biri itiraz etmezse antlaşma devam edecekti. (İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, C.1, 3. Bas, Ankara, 2000, s. 507, 519 )
Oysaki 143 maddelik Lozan Antlaşması'nın hiçbir maddesine, eklerinde, protokollerinde ve sözleşmelerinde antlaşmanın süreli olduğuna ilişkin bir kayıt yoktur. Sadece Lozan'ın bazı “sözleşmeleri” ile “açıklamaları” 5 ile 7 yıllıktı. Bunlar Lozan'ın eklerinde açıkça belirtilmiştir. (Soysal, age, s. 83,84).
Lozan'ın son kullanma tarihi yoktur; Türkiye Cumhuriyeti var oldukça geçerliliğini koruyacaktır.
Lozan'ın bitmesini bekleyenler, Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden Sevr'e mahkûm etmek isteyenlerdir.