MAK Danışmanlık, Kasım ayı 3. haftası itibariyle; yoğunluklu olarak 30 büyük şehir olmak üzere yüz yüze yaptığı son çalışmasında çıkan sonuçları paylaştı.

Partiler bazında hangi partiye oy verirsiniz sorusuna; AKP- MHP- BBP-VP-HÜDA-PAR ittifakının oy oranı yüzde 41’e düşerken, CHP-İYİ PARTİ-SP-DP ittifakına yüzde 43’ yükselmiş görünüyor.

HDP-TİP-Diğerlerine çıkan oy oranı da yüzde 16 civarında…

Ancak; anket firması partiler bazında değil de “ittifaklar” bazında aynı soruyu sorduğunda, Cumhur İttifakının oy oranı yüzde 38, Millet İttifakının oy oranı yüzde 48, HDP ve diğerlerinin oy oranı ise yüzde 14 çıkıyor.

Bu durum, Millet İttifakı’nın HDP desteği olmaksızın Cumhur İttifakına yüzde 10 fark attığını gösteriyor.

30’u büyükşehir 67 ilde yapılan, 5 bin 750 seçmenin katıldığı araştırmada, "Yarın seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz" sorusuna verilen yanıtlar hayli dikkat çekici.

Ankete katılanların yüzde 43’ü farklı bir partiye, yüzde 4’i aynı partiye oy atacaklarını belirtirken yüzde 16 ise "Kararsız/Cevap yok" seçeneğini işaretlemiş.

Ankette dikkat çeken bir diğer ayrıntı ise AKP kararsızlar dağıtıldıktan sonra yüzde 31,4 oy toplarken ittifakın diğer üyesi MHP ise yüzde 8’de kalıyor.

CHP, kararsızlar dağıtıldıktan sonra yüzde 24,5 oy alırken ittifakın diğer ortağı İYİ Parti ise yüzde 14,9 oy topluyor.

Kararsızlar dağıtıldıktan sonra HDP’nin oy oranı yüzde 9,6, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi yüzde 2,6’şar oy alırken Saadet Partisi ise yüzde 1,5 oranında görünüyor.

Bu arada MetroPOLL Araştırma’nın önemli bir anketi yayınlandı.

Malumunuz ülkemizde ortalama 3 türlü seçmen var; İdeolojik seçmen, Lidere bağlı seçmen ve gidişata göre tavır belirmeyen seçmen…

Türkiye’de yapılan pek çok araştırmadan, seçmenlerin yarısından fazla bir kısmının ya ideolojik ya da lider seçmeni olduğunu biliyoruz. Geriye kalanı da gidişata yani icraata bakarak oy veriyor.

İdeolojik seçmenin tercihini değiştirmek çok zor…

Sağcıysa sağ bir partiye, milliyetçiyse milliyetçi bir partiye, solcuysa sol bir partiye oy veriyor.

Kimin ne dediği hiç umurlarında olmuyor…

Lider seçmenleri, ideolojik saiklerin ötesinde, gidişattan da biraz bağımsız olarak liderin kimliğine göre oy veriyor.

Gidişat seçmenleri dediğimiz grup ise adı üstüne oylarını ideolojiye ya da lidere göre değil gidişata göre belirliyor. Bu seçmen grubu için kimin ne dediği, ne yaptığı, nasıl davrandığı, hizmetleri yani icraat önemli…

Özellikle ekonomik kriz zamanlarındaki oy oranı kayışlarının sebebi işte bu seçmen davranışı…

Son zamanlarda, önemli bir belirleyici olarak Atatürk ön plana çıkıyor ki işte MetroPOLL Araştırma’nın anket çalışması da bunun göstergesi…

Şirketin “Türkiye'de oy kullanan yurttaşların ideolojik duruşlarını belirleyen” anketlerine bakıldığında, Atatürk’ün sarsılmaz etkisi ve yol göstericiliği önemli bir gerekçe olarak öne çıkmaya başladı.

Örneğin; CHP'ye oy veren kitlenin en az yüzde 75'inin tek gerekçesinin Atatürk olduğu artık biliyoruz.

Anket bize “tüm parti tabanlarında” Atatürk’e bağlılığın ve özlemin büyük boyutlara ulaştığını ve etkisini korumaya devam ettiğini gösteriyor...

MetroPOLL Araştırma'nın “Türkiye’nin Nabzı Kasım 2021” araştırmasında, "Mustafa Kemal Atatürk'ün bu ülkeye yaptıklarından dolayı ona şükran duyuyor musunuz" sorusuna seçmenlerin yüzde 92’si “Evet, duyuyorum” yanıtını veriyor.

Ankete katılan seçmenler; “Atatürk'ün değerinin son zamanlarda daha çok anlaşıldığını düşünüyor musunuz?” sorusuna yüzde 73 oranında “evet” karşılığını vermişler...

Yani sizin anlayacağınız özellikle yeni kuşak için Atatürk sevgisi/düşmanlığı önemli bir etken haline geldi.

Siyasi partilerimize önemle duyurulur ki; Cumhuriyetle çatışanlar, Atatürk ile savaşanlar, Laiklik başta olmak üzere Atatürk ilkelerinden taviz verenler ve rejime oynayanlar için yolun sonu pek hayırlı görünmüyor…

TARİHTE BUGÜN

2 Aralık 1956/ Fidel Castro, Grama yatıyla Küba'ya çıktı.

Hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitirdikten sonra, aralarında kardeşi Raul ve Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü.

Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı.

Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.

Castro hükûmeti, ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı. 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Önceleri Castro'ya karşı çıkan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP), Castro ile ilişkilerini geliştirince bu durumdan tedirgin olan Devlet Başkanı Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine Castro istifa etti; ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia, görevinden çekilmek zorunda kaldı.

Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.

Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükûmeti, Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı.

Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince Castro bu rafinerileri devletleştirdi.

Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı. Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkarması başarısızlıkla sonuçlandı.

1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi. Bunalım; ancak ABD'nin Küba'da hükûmeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi. Bununla birlikte Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Castro'ya yönelik suikast planları hazırlamayı sürdürdü.

1961'de Küba Sosyalist Halk Partisi ile birleşme sonucu ortaya çıkan Birleşmiş Sosyalist Devrim Partisi'nin genel sekterliğini üstlenen Castro, ülke içinde çok yönlü ve kapsamlı politikalar uygulamaya başladı. Okuma yazma seferberliği sonunda okuryazarlık oranı yüzde 90'ın üzerine çıktı. Yeni okullar açılarak eğitim olanakları yaygınlaştırıldı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. İşsizlik büyük ölçüde ortadan kaldırılırken herkese çalışma yükümlülüğü getirildi.

1976'da Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu başkanlığını üstlenen Castro, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdürdü. Devlet ve parti organlarında eski mücadele arkadaşlarına ağırlık verdi. Silahlı kuvvetlerden sorumlu devlet bakanı olan kardeşi Raul Castro, giderek ikinci adam konumu kazandı.

1989'da Fidel Castro'nun yakın çevresindeki ordu komutanlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılması yönetimi ciddi biçimde sarstı. Öte yandan SSCB'yle ticaret hacminin gitgide küçülmesi ve Sovyet yardımlarının ortadan kalkması kısa sürede Küba ekonomisi üzerindeki etkilerini göstermeye başladı.

Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro'ya devretti.

25 Kasım 2016 tarihinde Fidel Castro, çoklu organ yetmezliğine yenik düşerek 90 yaşında hayatını kaybetti.

OKUNASI KİTAPLAR

Kitabın adı; “Osmanoğulları’nın Varlıkları ve II. Abdülhamid’in Emlakı”

Kitabın yazarı; Vasfi Şensözen...

Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında avukatlık yapmış, Abdülhamit’in mirasçılarının davalarını 25 yıl takip etmiş, milletvekili seçilmiş, elinden on binlerce belge geçmiş, hem de Abdülhamit’in mirasından pay almak için ailenin getirdiği belgeler…

Osmanlı Sultanlarının, malda mülkte pek gözü yok. Saray ve hanedanın giderlerini karşılamak üzere ‘Hazine-i Hassa’, ‘Emlak-i Şahane’, ‘Emlak-i Hümayun’ gibi adlarla muhasebeleştirilen taşınmazlardan elde edilen gelirleri harcamışlar ama hiçbiri bu taşınmazları mülkiyetine almayı düşünmemiş.

Hatta II. Abdülhamit’in babası Abdülmecit, kendisine belirli bir ödenek tahsis edilmesi karşılığında hepsini hazineye devretmiş. Üstelik kendi parasıyla satın aldığı Resülayn Çiftliği’nin tapusunu bile hazineye kalsın diye üzerine almamış.

Abdülhamit’in kardeşi Vahdettin’in mülkiyetinde çok para etmediği anlaşılan bir handan başka taşınmazı yok.

Ve gelelim II. Abdülhamit’e. Tahta çıktıktan sonra babası Abdülmecit’in hazineye devrettiği Resülayn Çiftliği ve diğer taşınmazların tapusunu kendi üstüne almakla işe başlamış.

Vasfi Sarısözen bu davranışı şu sözlerle yeriyor:

‘Bu mallar, hanedanın ortak mallarındansa, tek bir kişi adına tapulanamazdı. Baba mirası sayılacaksa, kardeşlerinin de bunlarda hakkı olmalıydı.’

Ama Abdülhamit kardeş hakkı, baba vasiyeti, baba hukuku, hatırası dinlemeyip Abdülmecit’in bütün taşınmazlarının tapusunu kendi üstüne almış. Ve bu hukuksuz uygulamaya kardeşlerinin çocukları ‘Miras hakkı davası’ açınca Vasfi Şensözen tam 25 yıl uğraşmış ama pisliklerin hepsini temizleyememiş.

Abdülhamit kardeş hakkına tecavüzle de yetinmeyip sahipsiz arsaların, hanlar; hamamlar; çiftlikler, altın, civa, kurşun, çinko gibi çeşitli maden işletmelerinin tapusunu da üstüne alarak taşınmazlar servetini 11.000 (on bir bin) tapuya ulaştırmış.

Bu kadar tapu yüzünden Abdülhamit’in çocukları, yeğenleri mirasta hakkı olanlar birbirine düşmüş, tapuyu eline alan avukata koşmuştur.

Vasfi Şensözen’den öğrendiğimize göre; II. Abdülhamit’in 12 karısından 17 çocuğu olmuş. Cariye sayısı ise 50’den fazla… Ve her zaman nikâhlı 9 kadını bir arada bulundurmuş. Şeriata göre en çok 4 kadınla evlenebiliyor. Bu durumda, en azından 5 karısı yasal değil ve bunlara miras düşmemesi gerekir. Oysa kadınlarının hepsi İstanbul Kassam Mahkemesi’nden 1 Ocak 1910 tarihinde aldıkları veraset ilamıyla TC Hazinesi’nin karşısına çıkmış. Vasfi Şensözen haklı olarak şöyle yazmış:

‘Şeyhülislam efendilerin, nikâhlar kıyılırken karşı çıkmaya korkmaları anlaşılabilir ancak sukutundan 11 yıl, ölümünden iki yıl geçtikten sonra mirasa istihkak ilamı verilmesi ibret ve hayretle mütalaa edilmeli…’

Ortalık tam bir curcuna. Abdülhamit’in çocuk doğuran 12 karısının kimi Rum, kimi Ermeni, kimi Sırp, kimi Rus… Annelerin kışkırtması ile kavgalar dövüşler, tehditler, saldırılar, yaralamalar almış başını gitmiş… Osmanlı mahkemeleri bu işin altından kalkıp bir sonuca gidememiş… Dile kolay 11.000’den fazla tapu 200 kişiden fazla mirasçı var.

Derken Osmanlı yıkılmış Cumhuriyet kurulmuş. Hilafetin ilgasına dair 3 Mart 1924 günlü 431 sayılı Yasanın 8. maddesinde şöyle bir kurala yer verilmiş:

‘Osmanlı İmparatorluğunda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti içindeki tapulu malları millete intikal etmiştir.’

Tabii 11.000 tapuluk bu akıl almaz servetin bir bölümü de Türkiye sınırları dışında kalmış… Irak, Suriye, Yunanistan, Makedonya gibi… “Haram malın hayrı olmaz” derler… Mirasçılar o ülkelerde açtıkları bütün davaları kaybetmişler, ellerindeki paraları İngiliz avukatlara kaptırmışlardır.

Kitap şu sözlerle bitiyor:

‘İkinci Abdülhamid’in sonu gelmez bir ihtirasla topladığı o geniş varlık kısmen millete ve kısmen de hadiselerin şevkiyle yabancı devletlere geçmiş ve ibret verici sahneler ve safhalar halindeki hikâyesi de böylece tarihin malı olmuştur.’

Hani ‘Abdestsiz yere basmaz, evliya gibidir’ diye övülen Abdülhamit işte böyle bir götürücüdür, kardeş ve millet hakkına tecavüz eden hilekârdır. Ama Abdülhamit’in mirasçılarına kalmayan o akıl almaz servet hikâyesinden, çıkarılması gereken ilahi dersler vardır.”

Şimdi daha iyi anladım birilerinin neden bu kadar Abdülhamit’e özendiğini ve sevdiğini. Meğer tamamen duygusalmış!..

Vasfi Şensözen’in bu değerli eserini mutlaka bulup okuyun, şiddetle öneririm

KISSADAN HİSSE

Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.

Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin.

O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.

Fatır Suresi, 5/6

AH ŞU ARŞİVLERİN GÖZÜ KÖR OLSUN!

ERDOĞAN DÜN; (2002 Öncesi) “Bir de bir adet var, ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen 'dış güçler' deriz, yabancılar deriz şu deriz bu deriz, onlara bazı isimler buluruz. Ve bunlar sebebiyle biz ayağa kalkamıyoruz, kalkınamıyoruz, birliğimiz beraberliğimiz bozuluyor filan.

Yani bu doğru da olabilir ancak ben buna katılamıyorum.

Niye katılamıyorum? Eğer sizin bünyeniz güçlüyse, sağlamsa, bünyede olan virüs hiçbir zaman sizin vücudunuza zarar veremez.”

ERDOĞAN BUGÜN; “Ülkemizi eskiden hep yaptıkları gibi denklemin dışına itmek isteyenlerin, kur, faiz fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunu görüyoruz. Biz aynı oyunu vesayetle mücadelede gördük. Sabrettik ve başardık.

Biz aynı oyunu terör örgütleriyle mücadelede gördük. Karşı atağımızı yaptık başardık. Bu ekonomik kurtuluş savaşından da milletimizi zaferle çıkaracağız.”

GÜNDEMİN KARİKATÜRÜ