Sevgili okurlar,
Bugünden başlayarak, artık Bizim Sakarya Ailesi içinde görüş ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum..
Bir kere şunu söyleyeyim ki, Sakarya’da büyük hizmetlerde bulunmuş bir Sakaryalı olarak, ’yazmamaya’ karar vermiştim!
Pazar yazıları yazdığım gazeteye de, tatil öncesi bu yönde bir not ilettim..Yine de onlara teşekkür ederim. Zira bir Sakaryalı olarak, Sakarya’nın olduğu kadar, ülkenin sorunlarını da, bana irdeleme fırsatı verdiler..
Müteşekkirim!
Pirim ve paye istemiyorum!..
Zira bir Sakaryalı olarak, insanımızı bilgilendirmek, haberdar etmek, Türkçe Dili’ne olabildiğince katkı yapmak görevimiz..
Atatürk Türkiyesi’nin ve Cumhuriyet’in bir öğretmeni, bir sporcusu, bir gazetecisi, velhasıl bir vatandaşı olarak bilgilerimizi, tecrübelerimizi, yaşadıklarımızı, deneyimlerimizi ve görüşlerimizi okurlarımla paylaşmak elbette güzel..
Burada ‘tereciye, tere satmak’ gibi bir görevim yok!..Ama bilinmelidir ki, gazeteci, bir haberci olarak, bir haberi, bir kaynaktan alıp, bir kaynağa iletendir. Bunu yaparken, tarafsız, yani yansız, doğru ve gerçekleri halkla paylaşmak, etik kurallara riayet etmek esastır..
Gazeteci, toplum adına mesleğini icra eder.. Kamu adına söylenemeyenleri, yazılamayanları, kulak arkası edilenleri, göz ardına konanları alır, inceler, kamu yararına sunar..
Evet, dünden bugüne bu anlayış çok değişti..Yani, o köprünün altından çok sular geçti!..Menfaat, yandaşlık, adaşlık şimdi geçer akçe! Elbette işini yürütenlere diyeceğimiz ne ola ki?
Herkes bildiğini okumakta serbest!
İşte bu nedenlerle, bu kirlenmiş durumdan daha fazla kirlenmemek adına, yazı yazmamaya karar vermiştim!..
Herkesin taraf olduğu, menfaatlerini konuştuğu, siyasi yelpazede kendine rant aradığı bir dönemde, yazı yazmanın ne faydası olabilir ki?
Zaten herkes her şeyi maşallah biliyor diye düşündüm!
Hani derler ya’ imam bildiğini okur’ diye!
Bu hengamede, yazı yazsan, güzel söz söylesen, tecrübe ve deneyimlerini paylaşan ne faydası var ki?
Maşallah diyorum ya, nazar değmesin, herkes siyasetçi, herkes ekonomist, herkes yazar, herkes gazeteci, herkes teknik direktör, herkes futbolcu…vs..
İşte Türkiye’de ve yansıması Sakarya’da manzara bundan ibaret!
Bir kim, kime, dum, dumadır gidiyor!
Nereye kadar tabii?
Nereye kadar?
‘Atatürk Türkiyesi’ altımızdan bir kağıt gibi kayıp gidiyor!
Cumhuriyet’in değerleri’, artık kimsenin umurunda bile değil..
Varsa, yoksa, para, para, para..
Paragöz bir millet olup çıktık!..
Fırsatçılık, düzenbazlık, soygun, talan, yalan, vurgun… desen sıradan olayları anlatıyor..
Siyasi çürümüşlük, siyaset adına beceriksizlik, sanki yeni meslek ve altın bilezik olmuş!
İşte böyle bir ortamda sevgili arkadaşım, can dostum Nazım Aktürk,’ Usta senin yazılarına Sakarya’nın, Ülkenin ihtiyacı var. Mutlaka yazman gerek..Hem de  Bizim Sakarya’da yazman gerek’ diye hatırlatmada bulundu..
Ve Nazım Aktürk’ün gazetede bulunduğu bir sırada, Bizim Sakarya Ailesi’ni ziyaret ettim.
Sevgili Adnan Yüksel, yazar Oğuz Arık ve Sakarya’dan öğrencim Tuncer Kalaycı ile buluştuk..
Oradan, buradan konuşurken, onların gazetesi, yani sizin gazeteniz, bizim gazetemiz Bizim Sakarya’da yazmaya karar verdim..
Gazete çıkarmak, hazırlamak, yayınlamak öyle kolay bir iş değil..
İnanın, bu işin karı bile konuşulamaz!
İşte Türkiye şartlarında, gazete kağıdı bile bulmak zorlaştı..Euro,Dolar girdabında, kağıtta bile dışa bağımlı olmamız, Sakarya’nın yerel gazetelerine pazar günleri kepenk kapattırdı!..
Oysa Bizim Sakarya’da sizlerle şöyle çayımızı,kahvemizi içerken Pazar sohbetleri yapmak istiyorumdum..
Neyse, söz verdiğim gibi bu  ilk buluşmada, öyle derinlere girip hasbihalden ziyade bir başlangıç,yani ‘merhaba’ yazısı ile yetinelim. Ama sizin huzurunuzda, Bizim Sakarya Ailesi’ne ve beni yazı yazmaya ikna eden Nazım Aktürk kardeşime teşekkür ederim..
Eğer, bu milletin yazarları, şairleri, ozanları, sanatkarları, çiftçisi, emekçisi, memuru, gazetecisi, öğretmeni, öğrencisi.. susarsa, geçmiş olsun!
Peki yarınlarda umut var mı?
Umut mu?
Umutsuz yaşam olur mu ki?
Bu umudun kaynağı tabii ki sizlersiniz..
Aliler, Veliler, Ayşeler, Fatmalar, Nedretler, Yusuflar, Alperenler…
Atatürk Türkiyesi’nin, Cumhuriyet’in
umudu  tabii ki, sizlersiniz..
Bakışlarınız bile dağları eritir..
Ya, bir de el, ele, gönül, gönüle verirseniz!?..
Dağlar mı dayanır!..
Hele de bir türkü eşliğinde,’ Yaslı gittim, şen geldim, aç koynunu ben geldim..Bana bir yudum su ver, çok uzak yerden geldim’ diyerek işe koyulmak,o umut ateşini yakmak demektir..
Umut edebiliriz, zira sizde bu ışık, bu maya, bu cesaret var..
Unutmayınız,insanlar ve toplumlar umut ettikleri müddetçe yaşarlar..
Biliyorum kolay değil ama başka yolu da yok!
Unutmayınız, O büyük devlet adamı, askeri deha, lider Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’dan sonra Havza’ya gelir..Halkın durumunu gözetler..
Bir vatandaş sorar,’Paşam halimiz değil, memleketin hali ne olacak?’
O çaresiz, umutsuz durumda olan insanlarımızın gözlerindeki ışığı gören Mustafa Kemal Atatürk,’ İşte bu Havza’daki soru ve insanımızdaki  o ışık, kurtuluşun, bağımsızlığın ateşi oldu’ der..
Malazgirit ve 30 Ağustos zaferlerinin yaşandığı Ağustos ayında, can dostum Nazım Aktürk’ün bir sözü, beni çok üzdü..
‘ Yusuf’um, kötü bir Ağustos geçiriyoruz!’
Unutmayınız, beterin beteri vardır..
Ekonomik sıkıntılar gelir,geçer?
Asıl umutsuzluk,çaresizlik bizi bitirir..
Umudunuzu yitirmeyiniz..

Umudun adı, sizsiniz!
Yarınları, tekrar sizler inşa edebilirsiniz?
Bu beceriksiz siyasetçilerden beklentiniz, boşunadır!
Bilesiniz!
Sevgi, saygılarımla, gününüz sağlıklı güzelliklere vesile olsun!
Yusuf Cinal/Brüksel/ 5 Eylül 2018 Çarşamba