Geçtiğimiz Cumartesi günü SakaryaTV’de, üstadımız Şaban Mergül önderliğinde tarım konusunu değerlendirdik.

Tarım ve hayvancılık denince ilk akla gelen isim Sencer Solakoğlu’dur malumunuz.

Ben de bu konulara değineceğim zaman ondan çok istifade etmişimdir.

Bu programda vesilesiyle fark ettim ki meğer bizim de yerel bir Sencer Solakoğlu’muz varmış meğer; Faik TUNAY...

1981 doğumlu, ailesinin bir tarafı Boşnak, Sakaryalı olup, bir tarafı Trabzonlu.

2004 Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri Bölümü mezunu, Yerel Yönetimler üzerine yüksek lisanslı.

18 yaşında atıldığı siyasete Anavatan Partisi Gençlik Kolları’nda başladı. Beşiktaş İlçe Gençlik Kolları, İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanlığı, Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcılığı gibi birçok görev aldı.

2002-2004 yılları arasında Dünya Genç Demokratlar Birliği Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu.

Anavatan Partisi Gençlik Kolları Başkanı olarak Avrupa Gençlik Konvansiyonu’nda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil etti.

2009 Yerel Seçimlerinde Şişli Belediyesi Meclis Üyesi, Haziran 2011 Genel Seçimlerinde CHP İstanbul Milletvekili olarak seçildi. TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi olarak görev yaptı.

Son seçimde Demokrat Parti Genel Başkan yardımcısıydı. Seçim sonu görevinden ayrıldı, üyelik anlamında halen Demokrat Partili…

Bu hayat hikayesinin bizi ilgilendiren en önemli kısmı, şu an Sakarya’da yaşıyor, tarım ve uluslararası ticaret alanlarında faaliyet gösteren aile şirketini yönetiyor.

Haliyle tarım ve hayvancılık konusunu çok hakim bir kardeşimiz.

Dolayısıyla, bu çok geçmiş tanışma için çok hayıflandım ama önümüzdeki yıllar adına da çok sevindim.

Lütfen bu programı internet üzerinden SakaryaTV adresinden izleyin, çok istifade edeceğinize eminim.

Tarım meselesine gelince…

Türkiye tarımı, Atatürk’ten önce ve Atatürk’ten sonra diye ikiye ayrılır. İlki kalkınmanın ikincisi ise Türk tarımını ve çiftçisini ihmal edip başkalarının kalkındırıldığı iki farklı dönem…

Atatürk döneminde Türkiye, Almanya'ya arpa, İtalya'ya arpa ve yulaf, Almanya, Belçika, İtalya, İsviçre'ye de buğday ihraç ediyordu.

Tarımda açlık tehlikesi olmayan, dünya üzerinde kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriydi. Mevsimlerimiz düzenli, topraklarımız bereketli, ırmaklarımız sonsuzdu.

Rusya ise, yılın dokuz ayında don ve buzlanma sebebiyle tarım yapılamayan dolayısıyla tarım ürünlerine ihtiyaç duyan bir ülke…

Bu şekliyle Türkiye için bir fırsattı.

Yöntem basitti, takas yöntemi…

Biz tarım ürünleri verdik, onlar fabrikalarını…

Dikkat edin fabrikalarını aldık, fabrikalarının ürettiği ürünlerle de yetinebilirdik.

Ama o zaman bir sanayimiz olmaz, milyonlarca insan iş bulamaz, Türkiye dışarıya tek bir ürün ihraç edemezdi.

Dün bizden tahıl alan Rusya, günümüzde 130 milyon tona yaklaşan tahıl rekoltesiyle dünyanın en önemli ilk 5 üreticisi arasında, arpa ve yulaf üretiminde birinci, karabuğday üretiminde ikinci, buğday ve çavdar üretiminde ise dünya üçüncüsü.

Türk tarımının iflasının göstergeleri nedir desem, ilk akla gelen saman ithal edecek duruma düşmemizdir.

Buna bir de savaşın göbeğindeki Suriye’den patates ithal etmek eklenebilir.

Hesapta kıyamet kopsa kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydik, açlık endişemiz yoktu.

Ama şimdi, ithal etmediği takdirde açlıktan ölecek ülkeler arasındayız.

İnsanın aklı almıyor; Üç tarafı denizlerle çevrili, mevsimleri düzenli, toprakları bereketli bir ülke nasıl olur da tarım ürünleri ithal eder?

Üstelik de taş taş üstünde bırakılmayan Suriye’den?

Atatürk’ten sonra bu hale adım adım getirildik.

1947'de Truman Doktrini, 1948'de Marshall Yardımı derken 1956 Tarım Ürünleri Anlaşması ile üretmeyi bırakıp Amerikan emperyalizminin kucağına oturduk.

Artık Amerika’nın ek dediğini ekecek, bizden al dediğini alacaktık.

Dolayısıyla, üç dönem önceki tarım bakanımızın ‘paramız var ki alıyoruz’ savunması öyle bir dil sürçmesi falan değildi. Durum tespitiydi…

Yarın devam edelim…