2010 yılında Tunus’da başlayan ‘Arap Baharı’ Mısır, Libya, Yemen, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerini etkisi altına aldı.

Suriye’de de 7. yılına yaklaşan ve yoğun çatışma ortamından kaçan çocuk, kadın, genç, yaşlı pek çok Suriyeli Türkiye’ye sığındı.

Türkiye’de 3 milyonun üzerinde, Sakarya’da ise binlerce muhacir yaşamlarını idame ettirmek için mücadele veriyor.

Bilindiği gibi Sakarya’nın da şöyle bir özelliği var; geçmiş zamanlarda da farklı bölge ve etnik kökenlerden olan insanlara kapılarını açmış, adeta yurt olmuş.

Abazalara, çerkezlere, macırlara, boşnaklara, gürcülere, romanlara, arnavutlara. Farklı coğrafyalardan insanlar buraya gelmiş.

Aslında her birimiz geçmişimize dair ufak bir geri dönüş yapsak, böyle bir durumla karşılaşabiliriz. Çünkü bu topraklar zorda kalan herkese yurt olmuş!

Dedik ya 6 yılı aşkın süredir Suriye’de iç savaş var. Binlerce insan yaşamını yitirdi ve hala devam ediyor.

Bu durumda Türkiye’de dolayısıyla Sakarya’da bulunan sığınmacıların kısa vadede ülkelerine dönemeyeceklerini söylememiz gerekir. Tıpkı geçmişte de dönülemediği gibi.

Bu noktada kısa vadede geçerli olan birincil ihtiyaçların dışında farklı çalışmalara da yönelmek gerekir.

Birincil ihtiyaçlardan kastımızın gıda, barınma, giyinme, sağlık gibi konular. Ensar-Muhacir ilişkisini çok iyi bilen vatandaşlar, STK’lar bu konularda gerçekten büyük iş yapıyor.

Ancak sığınmacıların ülkeye uyumları, sosyal bütünleşmeleri ve eğitimleri gibi başlıklara karşı politikaların geliştirilmesi gerek.

Dün muhacirlerin sosyal hayata katılmaları ve eğitimleri konusunda kamuoyunda bir haber yer aldı.

İslam dünyasına dönük çalışmalarıyla tanınan Yazar Servet Kızılay, konuya çok farklı bir bakış açısı getirerek Sakarya Üniversitesi’ni göreve davet etmiş.

Kızılay, sığınmacıların toplumun bir gerçeği olduğunu ve hayalet olmaktan çıkarılması gerektiğine işaret ediyor.

Hayalet olmaktan; yani kimsenin görmediği, kimsenin temas edemediği, görünmez bireyler olmaktan çıkarmaya çalışılması gerektiğini kastediyor.

SAÜ’nün bilimsel olarak muhacirlerin neye ihtiyaç duyduğu ve ne tip zorluklarla karşılaştıklarını ortaya konulması gerektiğini belirtiyor.

Açıklamasının bir bölümünde ise üniversitenin bünyesinde bulunan bölümlerde sığınmacılara yönelik çalışmaların yapılmasının önemine değinmiş.

Sosyoloji bölümünün sığınmacılara dönük saha araştırmaları yapabileceğini, konservatuarda çocuklara yönelik müzik eğitimleri verilebileceğini, BESYO’nun sportif anlamda aktif çalışmalarda bulunabileceğini ve daha birçok alana yayılan bir politika izleyebileceğini ifade etmiş.

Servet Kızılay, aslında çok da üzerinde durulmayan ancak çocukların, gençlerin hatta kadınların yaşadıkları trajednin çözülebilmesi üzerinde farklı bir yorum getirmiş.

SAÜ’nün bu konuda yapacağı küçük çalışmalar dahi büyük bir örnek oluşturabilir.

Yapılacak çalışmayla da Türkiye’de yürütülen sığınmacı politikasına yeni bir bakış açısı ve süreç kazandırabilir.

Kızılay, farklı bir öneri getirerek fitilin ucunu ateşledi, bakarsınız bir hayra vesile olur. Niye olmasın ki?