“ 2018 Yılında Yabancılar Karadeniz şehirlerinde şu kadar mülk aldı! Yaylalar büyük ilgi görüyor!” manşetleri tüylerimi ürpertir.

    Açık söyleyeyim. Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını Araplar tam da sanki böyle satmıştı?

     Yüzlerce yıl koruması-himayesi altında yaşadıkları İmparatorluğa nasıl bir kinle ihanet ettiklerini unutmam.

    Acıdır ki; altın karşılığında sattıkları O topraklarda yüz yıldır kan ve göz yaşı içinde yaşıyorlar. Şimdi O ihanetin sancıları ülkemize kadar da uzanıyor.

                                                                 ***

    Gündemde;” Türkiye’den İngiltere’ye gidenlerin sayısı çığ gibi büyüdü. Bir yıl içinde Londra’da ev alan Türk sayısında büyük artış oldu!” haberleri de var.                 

    Ama, İngiliz İngiliz’dir… Şunu iyi bilen dostumla anlatırken öğrendim:

    “ Paran varsa Londra’da ev alabilirsin! Tapu senin, Ev senindir…Ama, İngiliz evin altındaki toprağın tapusunu sana vermez!

    İngiltere’nin Anayasası gibidir; İngiltere toprakları Birleşik Krallığındır. İngiltere Kralı da O toprakların sembolik sahibidir. İngiltere toprağı yabancıya verilemez!”

    Bunu öğrenince buz gibi oldum. Zaten yabancıya mülk satmak, parayı basana vatandaşlık vermek asla anlayabildiğim İş’ler olamadı.    

                                                               ***

    İki kızım 20 yıldır yurt dışına eğitime, çalışmaya giderler. Yabancı dil özürlüyüm; en büyük falsomdur; Onlar 3 dili yazar, konuşur…Ama;

    “ Baba, şunu biliyoruz, yabancı ülkeler ağzınla kuş tutsan bile, seni asla kendinden saymaz…Sana bu her şekilde hissettirilir, hissedersin!” derler;                                                      

     Ben şimdi ülkemde parayı basarak vatandaşlık, ev, toprak alan, yere kadar uzanan eteklerini sallandıra sallandıra tafra atan yabancıya saygı mı duyarım!

     Ne ülkemi satarım; ne de ülkemi terk ederim; Anam-Babam gibi…

                              YATAY ŞEHİRLEŞMEYİ SAPTIRMAYALIM !

    “ Yatay Şehirleşme; Yatay Büyüme; Yatay Gelişme !” demenin arkası hiçbir sinsi tuzağa açılmamalı…

     Sinsi değilim; doğa koruma doğrularımı açıkça şöyledir. Çağımız dünyayı yaşanamaz hale getiren kirlilikler çağı. Hatta, doğayı yok edecek çağ…

     Bilim; şehirlerde sağlıklı yaşayabilmek için kişi başına düşen açık alanların metrekaresini hesaplıyor…Yerküredeki oksijen miktarını da açıklıyor…

    Çağdaş şehirlerin yüzölçümlerine göre orada ne kadar nüfusun yaşayacağı da söyleniyor.

     İnsanların, bulundukları şehirlerde uzun ömürlü, sağlıklı yaşamaları için gerekli her şey artık bilimle ortaya konuluyor.

     Sadede geleyim:

                                                                    ***   

   Dünya nüfusu da, Türkiye nüfusu da çığ gibi büyüdü. Ülkelerinde, o nedenle bu nedenle hayat bulamayanlar, başka ülkelerde hayatı tehdit eder hale geldi.

   Bütün kıtalarda savaşa dönüşecek dünya görüntüsü ortaya çıktı. Ki., savaş da çok. Korku bacayı sardı; Savaş bile yoksa, Sığınmacılık var!  

                                                                    ***

    Şehirler insan yığınları ile dolunca inşaat-istismar patlaması da geldi. İnşaat sektörü her ülke ekonomisi için hayattır. Ama, kimi durumlarda yıkım da olur.

    Sakarya merkezde yaşayan nüfusu düşünün? Bu nüfusu barındıracak ne kadar konuta ihtiyaç vardır? Bilen varsa açıklasın!

   Asıl dert bu! İhtiyaçtan fazla konut varsa; “ Yatay Büyüyen Şehir!” istemem!

  Sakarya’da,“ Yatay Büyüme!” denir; ben, “ Az katlı Konut! Denetimli nüfus artışı!” derim. Deprem bölgesinde yaşıyoruz… Şimdi birileri hoplayacak!

    Yatay Büyüme derken  son 10-15 yılda; Arifiye, Serdivan, Yazlık, Hanlıköy ve Pancar Yolunun kuzeyindeki köy-tarım arazilerini yutanları unutmayın.

     Söğütlü’de 1000 dönüm tarım arazisi imara açılabilir mi? Bu ve benzeri İŞ’ler Yatay Kentleşme kılıfına sokulur mu?

   “ Yatay Şehirleşme !” diye diye yatacak yerimiz kalmayacak; hatta kalmadı.