Yıllardır kamu hizmetlerindeki yetersizlikler kamu çalışanlarının isteksiz ve düzensiz çalışmalarına bağlanır. Hatta her hükümet gereği yapılacaktır diyerek başlar ve bir denetim, değerlendirme mekanizması kurmaya çalışır. Çalışanları devlet memurluğundan çıkarıp hükümet memuru yapma hesabı temel yaklaşımdır. Bunun üzerinden kadrolaşmaya gider, yandaşların işe alımını kolaylaştırır, yasalara, yönetmeliklere ve anayasada ifade edilen güvencelere aykırı iş yapmayacak memur ve bürokrasi üzerinde etkili bir baskı kurarlar.

Kamu hizmetlerinin aksama, yetersiz kalma ve verimsizlik nedenleri üzerinde doğru bir analiz ve çözüm aramazlar. Bilinir ki sosyal devlet yükümlülüklerinden vazgeçilen liberal bir program ile iktidara gelirler. Buna bağlı olarak kamu yatırımlarını kısarlar. Özelleştirme programları ile çalışanlar güvencesizliğe mahkum edilir. Rekabetin yararlarından dem vurularak kamu hizmetleri piyasaya açılır. Kamu çalışanlarının iş yükü ve çalışma koşulları ağırlaşır, ücretlerinin alım gücü düşürülür, güvencesiz ve esnek çalışma biçimi yaygınlaşır. İtiraz kanalları yandaş örgütlerle kamufle edilir, hak arama yolları anti demokratik uygulamalarla kapatılır. Bütün bunlar yetmez performans değerlendirmesi adı verilen ucube bir not verme sistemiyle çalışanlara gözdağı verilir.

Son günlerde Milli Eğitim Bakanlığının dayatma bir biçimde öğretmenleri öğrenci, veli ve idare tarafından verilecek notlar ile değerlendirmeye alma projesi son derece yanlıştır. Bu uygulama verimliliği artırmayacağı gibi çalışanları daha fazla isteksizleştirecek, gönül ve uzmanlık mesleği olan öğretmenliğin saygınlığını ortadan kaldıracaktır. Performans sistemi öğretmenleri karşı karşıya getirecek, mesleki dayanışma ve işbirliği yerine çalışanları gayri insani ve anlamsız bir rekabet yarışına itecektir. Öğretmen odalarını kariyer basamaklarının yarattığı sonuç gibi ayrıştıracaktır. Bakanlıktaki siyasi kadrolar dışında kalan kurum yöneticilerinin öğrenci, veli ve öğretmen iradesi olmadan göreve getirildiği bir sistemde sadece öğretmenlerin verimliliğini notla değerlendirmek olsa olsa kapıkulu yapma zihniyetinin dışavurumudur.

Kamu hizmetleri ve bu hizmetleri üretenler hiçbir şekilde değerlendirilmesin diyemeyiz. Özellikle öğretmenlik mesleğine alınma sürecinden, yetiştirilmesine, atanmasından çalışma koşullarına, eğitimin içeriğinden hayattaki karşılığına kadar çok kapsamlı, detaylı, uzmanlık alanı olduğu unutulmamalıdır. Eğitimin neden, nasıl, kimin için yapılacağı ve toplumsal yararları ve gerekliliği konusunda bir mutabakat oluşmalıdır. Toplumsal ihtiyaçları gidermeye yönelik, toplumsal adalet ve eşitlik içinde sunulabilen, yüksekokul bitirmekle sınırlandırılmayarak bilimsel metotlarla mesleğe girmeden niteliklerini kazanmış öğretmen yetiştirme ile verimlilik elde edilecektir. Denetim süreçlerinde elbette ki eğitimin özneleri veli ve öğrenci katılımı esas olmalıdır. Ancak bilimsel ve pedagojik kazanımları olmayan unsurların öğretmeni ve mesleğini değerlendirmesi popülist yaklaşımla hizmetkar yaratma, öğretmeni öğrenci ve velinin oyuncağına dönüştürmektir. Bilimi, sanatı, emeği değersizleştirme anlamına gelecek bu uygulama ile eğitimin de içi boşaltılmış olacaktır.

Eğitimde niteliği artırmak isteyen Bakanlık öncelikle eğitime ayrılan bütçeyi büyütmelidir. Öğretmenlerin özgürce örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırmalıdır. Okul ve kurumlarda öğretmenlerin karar alma gücü artırılmalıdır. Yönetici atama işlemlerinde öğretmen, veli iradesi olmalı, demokratik bir eğitim yönetimi kurulmalıdır. Son yıllarda sözleşmeli olarak göreve alınan öğretmenler eş ve çocuklarından ayrı iken verimli olabileceklerini düşünmek ham hayaldir. Farklı statülerde öğretmen çalıştırma son bulmalıdır. Yer değiştirme, ödül, ceza hükümleri demokratik olmalıdır. Kayırmacılık, yandaşlık eğitimde verimliliğin önündeki temel sorunlardan biridir. Verimlilik kriteri sınava endeksli bir sistemde daha fazla soru çözdürme olarak algılandığı gibi gerçek verimlilik öğrencinin bilimsel, sanatsal, sportif, becerileri yanında yaratıcı ve sorgulayıcı bir düşünce sistemine kavuşması olmalıdır. Bu da ancak eğitimin üretime dönük ve tüketen değil üreten bir toplum olma bilincinden geçmektedir.