İnsanlar içine doğdukları ve yaşamlarını ürettikleri tarihsel ve toplumsal koşulların altında kişiliklerini yapılandırırlar. Söz konusu koşullar altında hem kendi yaratıcı kapasitelerini keşfederler hem de toplumun varoluşuna etki ederler, kişisel fikirlerinin toplum tarafından ne kadar benimsendiğini kavramaya çalışırlar. Fakat bu kişiliği edinme süreci basit bir şekilde gerçekleşmez. Toplum; aile, kimlik, okul, kasaba, din, hukuk, ahlak, devlet, tarih, dil, statü, cinsiyet vs. gibi öğeleriyle bireylere ne yapması gerektiğini rıza ya da zor yolu ile öğretir/ öğrenmesini sağlar/ sürekli normları hatırlatır... Eğer bu hatırlatmaları birey kabullenemezse ya da değişik bir öneriyle dönüştürmeye kalkarsa, sürekli olarak bu kez dışlanma/ ötekileştirme/ hainleştirme/ günah keçisine çevirme/cezalandırma/ tecrit etme gibi bir yığın pratikle ıslah etmeye/ terbiyeye maruz bırakır... Eğer birey zamanla geri adım atarsa ya da karşıt tutumunu muhataplarına kanıksatırsa çatışmalar belirli düzeyde ötelenir/ sümen altına sürülür, asla çözülmüş sayılmaz... Velhasıl insan olmak için toplumsal hayat şart ama, kişilik kazanmak için toplumsal mücadeleyi göze almak ise gerek şart...

İşte gerek şart içinde olan insanlar, son tahlilde başarılı olurlarsa genelde kahraman ilan edilir. Oysa kahraman toplumun vasatlığını da ortaya koyar. Bu yüzden sadece başarısız ayrık otları değil başarılı olan kahramanlar da yapayalnız kalır... Toplumlar eğer izole ettiği ya da izole edilen bireylerden oluşmak istemiyorsa, ne kahramanlar ne de hainler yaratmayı marifet saymalıdır...

İnsan gençliğinde, soru sorduğunda, dertlendiğinde, yoldan çıktığında kendisini anlamak için toplumun sürgit değerleriyle kendisi gibi o ya da bu şekilde çatışmış ya da çatışan birilerini arar... O insanlar çözümden çok, yaraya bakmayı ve onları sağaltmayı bilen insanlardır. Kendi adıma böyle birini tanıyorum: Yusuf Çınal.

Çınal hoca içine doğduğu toplumun ve tarihsel koşulların sınırlarını ve normlarını zorlamış biridir. Akyazı ilçesinin bir köyünden çıkıp öğretmen, gazeteci, uluslararası camiada muhabir olmuştur. Kendisiyle 80’li yılların Akyazısı’nda başlayan öğretmen-öğrenci ilişkimiz, son yıllarda edebi, felsefi ve insana dair sohbetler yapabilen abi-kardeş aynı zamanda dostluk ilişkisine dönüştü. Çınal hoca ile sohbet ederken bazı anılarımızın ortaklaştığını da fark ettik. İkimiz de şimdilerde Dilsiz Deresi denen, eskiden su taşkınlarından dolayı Dinsiz Deresi olarak anılan derede ilkbahardan sonbahara değin çobanlık yapmışız... Farklı zamanlarda da olsa aynı derede yüzüp aynı derenin balığını tatmışız..

Sen tut Akyazı’nın Alaağaç köyünden Belçika’nın Brüksel’ine uzanan yolda bütün virajları kaza yapmadan, bütün kasisleri hasar almadan atlat.. Ayrıca Türkiye’nin dört bir yanından çiftçisinden esnafına, şairinden sanatçısına, bilim insanından iş insanına bir ağ oluşturmak da sana yakışırdı Yusuf öğretmenim..

Çınal hocamın da kabul edeceği üzere, insan nereden nereye dememeli. Hayatta belirleyici olan nereden başladığımız değildir, kendi kişiliğimizi her daim yeniden nasıl kurduğumuzdur...

Yolun açık olsun Yusuf Çınal hocam ve kendisini toplum içinde kişiliği ile var etmeyi başaranlar...