Yıllar sonra gelmiştin bana. İçimde bulunan kuru toprağı canlandırmış, üzerinde birbirinden güzel çiçekler açtırmıştın. Toplumdan, insanlardan kendini soyutlamış olan ben senin sayende tekrar insan içine çıkmaya başlamıştım, ümidimi kestiğim bu topluma karşı tekrar kendimi sorumlu hissetmiştim. Kalbimin toprakları, bir atom bombası sonrasında yıllar geçmiş ve tekrar hayat başlamış gibi hissetti kendini senin ve sevginin sayesinde. En azından ben öyle zannediyordum.

    O kadar mutluydum ki, tekrar hayata dönmüş olmanın heyecanı, çoşkusu ve en önemlisi de sevgisi vardı içimde. Tekrar sosyalleşmek, arkadaşlarla görüşmek, seninle beraber olmak ve tekrar senin sevginin sayesinde herkesi ve her şeyi sevmek. Sana bir sürpriz yapmak, seninle görüşecek olmanın heyecanı. Sevginin çok farklı bir duygu olduğunu o zaman daha da iyi anlamıştım. Dünüme yarın olmuştun. Geleceği daha umutla bakmamın sebebi, sürekli gülmemin sebebi olmuştun. Sen en güzel duyguların sebebi olmuştun, ne güzel bir sebepti bu.

    Beraberken mutlu, neşeli bir çift olmuştuk. Bu kadarını düşünmüştüm de daha fazlasını beklemiyordum. Hani bütün ummadığın güzel şeyler bir anda başına gelir ya işte başıma gelen bütün mutlulukların ismiydi senin adın. Sadece sevgi paylaşmıyorduk, aynı zamanı, anları da paylaşıyorduk. Anlattığın stresli, üzücü olaylarda bile el ele, gönül gönüleydik. Belirli zorlukları beraber aşıyorduk. Geleceği konuşmadan yolumuza bakıyorduk.

    Bir gün kalktığımda havada kara bulutlar vardı, çok yağmur yağıyordu. Bir pazar günüydü kitaplarda geçen kasvetli pazar günü. Telefonda konuştuk. Bu sefer mutlu değildim içimde bir sıkıntı vardı. İlk defa seninle olduğum dönemde bir sıkıntı vardı içimde ve ben bunun ne olduğunu bilmiyordum. Her şeyi ama her detayı düşünüyordum ama bulamıyordum. Çünkü ortada beni mutsuz edebilecek herhangi bir şey, en ufak detay bile yoktu. Pazar gününün verdiği rehavet ve kapalı havanın getirdiği sıkıntıdandır dedim. Hatta bununla da kalmayıp beni hep bu kapalı havalar üzer diye de bir şiir yazdım. Halbuki ben kapalı havayı da çok severdim. Hele seninleysem havanın açık kapalı olmasının da bir önemi yoktu çünkü sen en güzel havaydın bana.

    İçimdeki sıkıntıyı geçirmek için kendimce bir şeyler yaptım ama olmadı. Geçmedi. Seni arayıp tekrar sesini duymak istedim. Biliyordum o gün işin vardı ve çok görüşemeyeceğimizi söylemiştin fakat içimden seni aramak gelmişti. Açılmamıştı telefonun. Bir süre sonra tekrar aradım, mesaj attım ama nafile çabalardı. Cevap yoktu. Şaşkınlık içerisindeydim. Bir çırpıda evden çıktım ve sana doğru geldim ama evin kapı duvardı. Komşun vardı Pamuk Teyze derdik ona, onun kapısını çaldım. Ona sordum seni ‘’Bilmiyorum evladım, haberim yok.’’ dedi.

    Nereye gitmiştin, nereye kaybolmuştun. Arkadaşlarını aradım, mesaj attım. Nasıl ulaşırım diye ama hiçbiri ne telefonumu açtı ne de mesajlarıma cevap verdi. Olduğum yerde kalakaldım. Getirdiğin bahar mevsimi artık kışa dönmeye başladı. Çaresizce eve döndüm ve senden haber gelmesini bekledim. Beklediğim haber akşam saatlerinde geldi. Senden gelen mesajı açtığımda bir adamla fotoğrafını yollamıştın ve altında da ‘’Her şey için teşekkürler, ben sözlendim. Her şey bitti, zaten benim için bir oyundu.’’ yazmıştın.

    Olduğum yerde kalakaldım. Fotoğrafına baktım, şaka olmalıydı bu diye düşündüm. Cevap veremedim, cevap versem ne diyecektim. Sustum, içime çekildim. Bereketlendirdiğin topraklarım bir anda çöle döndü, daha önce atom bombası yemiş topraklarıma tekrardan atom bombası düştü. Tekrardan döndüm kendime ve o gün anladım ki kendime kendimden başka fayda ve mutluluk yoktu.