Merhum Başbuğumuz Türk İslam Ülküsü mücadelesi başlattığında yeryüzünde iki sömürgeci blok vardı.

Arvasi’nin ifadesiyle; “Biri kara renkli kapitalist emperyalizm diğeri ise bütün fraksiyonu ile kızıl emperyalizm. Yani ABD ve Sovyetler Birliği.”

ABD, çok uluslu şirketlerin paravanasında, az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek maskesi altında çıkardığı iç savaşlara müdahale ederek kendine bağlı yöneticilerle varlığını sürdürürken, Sovyetler Birliği ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek maskesi altında, sınıfsal savaş sloganı ile iç savaşlar çıkartıyor ve dünya proleterlerinin dayanışması adı altında işgalini gerçekleştiriyordu.

İşin bizi ilgilendiren ve canımızı yakan tarafı sömürülen üçüncü dünya ülkelerinin çoğunlukla Türk ve Müslüman olmasıydı.

Yine Arvasi’nin ifadesiyle “Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri ebedi sömürge statüsüne mahkum etmişti.”

Sovyetlerin ki bırakın ebediyen sürmeyi günümüze kadar bile devam edemedi ve 1990’lı yılların başında parçalanıp tarih mezarlığına gömüldüler.

Sıra ABD’ye gelecekti ve bugün yaşananlara bakılırsa gelmiş gibi görünüyor.

Bunu ilk kez söylemiyorum, ilk kez de söylenmiyor.

En son geçtiğimiz yıl dillendirildi, hem de ortada bir iç kargaşa ve iç savaş ihtimali dahi yokken…

ABD üzerinde yapılan araştırmalara göre, Amerikan halkının üçte ikisi ABD’nin iç savaşa sürüklendiğini düşünüyordu.

Örneğin ABD’de faaliyet gösteren Georgetown Siyaset ve Kamu Hizmeti Enstitüsü…

Geçtiğimiz yıl, 6-10 Ekim tarihleri arasında bin kayıtlı seçmenle ABD’nin geleceğine ilişkin beklentileri üzerine anket yaptılar.

Ülkede olası bir iç savaş ihtimalinin sorulduğu ankette, katılımcıların yüzde 67’si ABD'nin iç savaşın eşiğinde olduğu yönünde görüş bildirdi.

Amerikalıların büyük çoğunluğu, sebep olarak da ülke genelinde siyasi, etnik ve sınıf ayrılıklarının daha da gittikçe derinleştiğini gösterdiler.

Ankete göre, katılımcıların yüzde 90’ı, ABD’li siyasetçileri kaba ve rencide edici olarak tanımlamış ve siyasi ayrışmanın temel sebebi olarak da mevcut siyasetçileri göstermişti.

Anlaşamadıkları nokta, herkes karşı tarafı suçluyor, safında siyaset yaptığı partiye ve siyasetçiye toz kondurmuyordu.

Ama şurası siyasetin değişmez kanunu ki, bu tür bir tartışmadan zararlı çıkacak olan parti mevcut iktidar partisi olacaktı ve oldu.

Yani sorumluluk noktasına Trump’u oturtanların sayısı gittikçe artıyor.

Şurasını hatırlatmadan geçmeyelim mi her iki emperyalist blok da birer ulus devlet değildi.

Haliyle Sovyetler Birliği’nin dağılışında, peyk ülkelerin çok milletli ve çok dinli olmaları etkili oldu.

Tamam, ABD’nin parası ve ordusu çok güçlü ama neticede o da bir ulus devlet değil, çok uluslu 51 eyaletten oluşuyor ve etnik, siyasi, sınıf ayrışımları ABD için potansiyel tehdit oluşturuyor.

Nitekim işte ABD bugün bu kaderi yaşıyor.

Bir istatistiki ayrıntı daha verelim;

ABD halkının ABD’li siyasetçileri ne kadar sevdiğinin ve ne kadar güvendiğinin işareti olan bir anket…

Her yıl Amerikan halkına sorarak dünya liderini belirleyen Amerikan Forbes dergisinin 2014, 2015, 2016, 2017 yıllarının dünya lideri Rusya Devlet Başkanı Putin seçildi.

2018 ve 2019 yıllarının dünya lideri ise Çin Devlet Başkanı Şi Cinping seçilirken ABD Başkanları ve son olarak Trump kendi halkının gözünde bile zirveyi hiç göremedi.

ABD halkı bu değerlendirmeyi yaparken ülkelerinin iç ve dış politikalarına göre karar veriyor. Görünen o ki ABD halkı, dış politikada ABD’nin, yıllardır dünyaya sözüm ona demokrasi ve insan hakları dersi verme bahanesiyle Irak'ı, Afganistan'ı, Libya'yı ve birçok ülkeyi işgal etmesini, Suriye, Yemen gibi ülkeleri kan gölüne çevirmesini, milyonlarca masumun canına kıyılmasını tasvip etmiyor.

İç politikaya gelince, gelir dağılımdaki adaletsizliği, işsizliğin zirve yapması gibi ekonomik gerekçelerin yanı sıra etnik ayrımcılık, bazı etnik gruplara yapılan baskılar ABD halkını patlama noktasına getirmişti zaten.

Görünen o ki ABD polisinin son ırkçı tutumu ve buna karşılık ABD başkanının tavrı bardağı taşıran son damla olmuş.

Kapitalist sistemin gücünü ve dolar hakimiyetini kaybeden ABD’de üzeri örtülen iç meseleler gün yüzüne çıktı.

George Floyd’un beyaz ve ırkçı bir polis tarafından vahşice katledilmesi turnusol oldu.

Protesto gösterileri hemen hemen ABD’nin tamamına yayıldı. Beyaz Saray’ın kapısına kadar geldi ve ABD Başkanı Trump sığınağa alınmak zorunda kaldı.

Eylemciler ciddi; “Bu sadece siyahi insanlar için değil, herkes için. Artık böyle yaşayamayız. Barışı elde edene kadar savaşacağız. Adalet yoksa barış yok” sloganıyla ABD halkının da dünya kamuoyunu da arkalarına almış görünüyorlar.

Eylemleri, yansımalarını ve Türkiye kıyaslamasını bilahare yaparız.