Fakir bir mahallenin yokuşlu, merdivenli sokaklarında büyümüşlerdi. Çocukluk hatta bebeklik arkadaşıydılar. Omuz omuza verip imkânsızlıkların içinde mutlu ve neşeli bir çocukluk geçirdiler. Can ciğer dost olmayı, büyüdükçe de kardeş olmayı öğrendiler. Biri yere düşse diğeri ona el uzatırdı. Bileklerine ufak çizikler atıp kanlarını akıttılar. Kan kardeşi bile oldular.

İmkânsızlıklar onlara gençlik çağlarında birçok şey öğretti. Parasızlık yüzünden olmayacak işler, küçük bedenlerinin altından kalkamayacağı zorlukları yapmak zorunda kaldılar. Artık büyüdüklerinde bütün dünyanın yükünü omuzlarında hissediyorlardı. Aile bireyleri birer birer göçmüştü bu hayattan. Bir başlarına hayat mücadelesi vermişlerdi. Terk edilmiş bir evin içerisinde yaşıyorlardı. Yaşamaya çalışıyorlardı demek daha doğru olurdu. İkisi de bir yerlerde çalışıyor fakat kazandıkları para hiçbir şeye yetmiyordu. Ancak karınlarını en asgari şekilde doyuruyorlardı. Bu durum artık canlarına tak etmişti. En azından kazandıkları paranın bir ev tutmalarına, karınlarını iyi bir şekilde doyurmalarına hatta birkaç kıyafet alabilecek kadar yetmesini istiyorlardı. Fakat ne deneyip nasıl düşünüyorlarsa hiçbir yol onların beklentilerine çıkmıyordu. Bir çıkmaz sokağın içerisine girmiş ve orada sıkışıp kalmış gibiydiler.

Bir sabah içlerinden biri daha erken kalkmış penceresiz evin penceresinden hiçbir yeri görmeyen dışarıya doğru boş boş bakıyordu. Biraz bu şekilde düşündükten sonra hâlâ mışıl mışıl uyuyan kan kardeşini aceleyle kaldırdı. ‘’Kalk. Artık zengin olacağız.’’ dedi. Hızlıca evden çıktılar. Yaşadıkları mahallenin biraz ilerisinde bir binanın önünde durdular. Diğeri burada ne yaptıklarını ne işleri olduğunu sorsa da bir cevap alamadı. Sadece ‘’Sus ve bekle’’ emriyle tekrar susmaya devam etti. Bu talimattan sonra ellerini yırtık ceplerine soktu ve sağa sola bakmaya devam etti.

Kısa bir süre sonra etrafı izleyen kan kardeşi bir anda başka bir emir verdi. ‘’Beni takip et ve ben sana koş dediğimde de sen sağ tarafa ben de sol tarafa koşacağım. Tamam mı?’’ diyerek iç cebinden birazca büyük paket çıkardı ve diğerinin eline tutuşturdu. Ne olduğunu anlamadan paketi aldı ve ‘’Tamam’’ dedi.

Binanın önünde duran arabaya doğru yaklaştılar. Arabanın kapısı açıldı ve içinden elinde bir paket olan bir adam indi. O sırada kan kardeşlerden eli boş olan adamın elindeki paketi kaptı. Sanki değiş tokuş yapmışlar gibi arkadaşının elindeki paketle oynadı ve bağırarak ‘’Koş’’ diye uzatarak bağırdı. Kan kardeşlerden biri sağ tarafa biri de sol tarafa ellerinde paketlerle koşmaya başladı ve adam hangisinin peşinden koşacağını şaşırdı.

Nereye kadar koşacağını bilemeden kan kardeşinin sözünü dinledi ve nefesi bitene kadar elinde paketle koştu da koştu. En sonunda bir yerde durdu ve derin derin nefes aldı. Daha doğrusu nefes almaya çalıştı. O kadar yorulmuş ve nefessiz kalmıştı ki daha önce hiç böyle hissetmemişti. Elindeki boş pakete baktı ve sinirlenip çöpe attı. Şimdi ne olacak diye düşünürken, eve gitme fikri geldi aklına. Herhalde evde buluşup çaldığı şey her neyse onu paylaşacağız diye düşünerek son bir gücüyle evin yolunu tutmaya başladı.

Eve geldiğinde daha hava kararmamıştı. Yerde yatak dediği örtünün üstünde oturdu ve beklemeye başladı. Dünden kalan ufak tefek bir şeyleri ağzına attı. Karnı çok acıktığından yedikleri onun için bir anlam ifade etmedi. Kan kardeşini beklemeye başladı. Artık hava kararmıştı. Gözleri kapanıyordu o ayakta durmaya çalışıyordu. Uyuyakaldı. Ertesi sabah kalktığından kan kardeşi hâlâ gelmemişti ve o da durumu gayet net bir şekilde anladı. İnsanlar ve hayat ona yine en acı oyunu oynamıştı. Artık bu hayatta yapayalnızdı.