Yaşadığı köy çok ufaktı. Köyün nüfusu fazla kalabalık değildi. Köyün arkasında koca bir yanardağ hemen önünde ise bir dere vardı. Turistler buraya geldiğinde bu doğa harikasının fotoğraflarını çekerlerdi. Hatta bazı ressamlar çizimleriyle bu doğal güzelliği ölümsüzleştirmişti.

   Sıradan sakin, güneşli bir güne uyandı. Tarlaya gitmek, hayvanları kontrol etmek gibi rutin görevlerini yerine getirdi. Bugün içinde bir huzur ve mutluluk vardı. Etrafına gülücükler saçarak yürüyordu. Köyü ziyaret eden turistlere şakalar yapıyor, onlara bilgi veriyor ve bazen de onlarla fotoğraf çektiriyordu. Bugün artık çocukluğunun bittiğine inanıyordu. Köyde beraber büyüdüğü ilk aşkı olan kızı bu akşam isteyeceklerdi. İlk aşkı son aşkı olacaktı.

   İşlerini bitirdikten sonra eve geldi. Hızlıca üstünü başını temizledi. Bu akşam için şehirden aldığı kıyafeti dolabından çıkardı, yatağının üstüne koyup, inceledi. O takım elbiseyi almak için iki saat uzakta bulunan şehre gitmişti. Biriktirdiği tüm parasını vermişti ama onun için her şeye değer diye düşündü. Annesinin ve babasının hızlıca hazırlanması için baskı yaptı. Her ne kadar babası ‘’Daha çok vakit var. Hem iki adımlık yola gideceğiz, ne bu acelen?’’ dese de ikna olmadı.

   Kız evine vardılar. Herkes birbirini tanıdığından günlük sohbetler ediliyordu. Kalbi güm güm atıyor, gözlerini kaçırarak arada sevdiği kıza bakıyordu. Kahveler geldi, içtiği kahvenin tadı berbattı ama olsun o her şeye değerdi. Tam aile büyükleri hayırlı bir iş için geldik diye sözlerine başlayacakken, dışarıda çok büyük bir gürültü koptu. Camdan baktılar ama etrafta göz gözü görmüyordu. Evin dışına çıktıklarında ise diğer köylülerinin de gürültünün geldiği yöne doğru baktığını gördüler. Tam o esnada yer büyük bir şiddetle sallanmaya başladı. Öyle ki köyün meydanında büyük bir yarık oluşturan bu sarsıntı uzun bir süre devam etti. Kısa bir süre sonra birkaç helikopter dağın tepesinde uçmaya başladı ve hemen arkasından da askeri bir konvoy köye girdi. ‘’Bu bir tahliye anonsudur. Acilen evlerinizi tahliye edip, araçlara bininiz.’’

    O an gelmişti. Yanardağ patlamıştı. Zamana karşı bir yarış başladı. Kızgın alevler köyün üzerini aydınlatmış, dağdan aşağıya doğru inen lavlar ise kötü bir başlangıcın habercisiydi. Bir telaş hâkimdi. Evlerden ne bulurlarsa alıp, askeri araçlara doğru gidiyorlardı. Lavlar çok hızlı aşağıya iniyordu fakat asıl tehlike daha başlamamıştı.

   Yer bir kez daha var gücüyle sallandı, etraf kıpkırmızı oldu ve ikinci büyük patlama gerçekleşti. Ailesini askeri araca bindirmişti. Sevdiği kızı ve onun ailesini almak üzere geriye döndüğünde sadece gökyüzünde oluşan o eşsiz kırmızılığa bakakaldı. Yapabileceği çok bir şey yoktu. Ölüm her zaman siyah gelmiyordu. Bu seferde gökten kırmızı şekilde gelmişti. Yanardağının bütün alevleri patlamayla birlikte o doğal güzelliği olan köyü, dereyi ve umutları olan insanları yutmuştu. Geriye sadece ilk aşklar, anılar, söylentiler ve hayaller kaldı