Aslında insan, zaman dışında hiç bir kaynağa eşit oranda sahip değildir. Zaman kıt bir kaynaktır. Bir kez tüketildi mi, tekrar tüketilme şansı yoktur. İçerisinde olduğumuz anı bile tükettiğimiz de geri dönüşü yoktur.

Ben kesinlikle üretmeyi seviyorum; üretmeden tüketmektense hiç hoşlanmıyorum. İlişkilerimizde, arkadaşlıklarımızda ve iş hayatımızda da emek vermeden yemek yeme isteği ile köreliyor; bir bir tükeniyoruz.

Üretmeden tüketen toplumlar bile bir çöküşün kaçınılmazlığı ile karşı karşıya kalmaya mahkum iken; duygularımızda bu şekilde bitip tükenecektir.

Hiç bir etiketin iddiasını taşımıyorum ben. Sadece etiketlerin zevkini yaşıyorum. İnsanlar benim felsefe yaptığımı sanıyorlar, oysa ki öyle bir gayem hiçbir zaman olmadı. Toplumun üretmesini, üretimden sonra zevkle tüketmesini istiyorum.

Yarının bile bir garantisi olmadığı bu dünyada kişisel menfaatlerimiz için har vurup harman savuruyoruz, tükettikçe; tükeniyoruz… Farkında değiliz.

Sevgi eylemi bile karşılıklı olduğunda anlam buluyor, sevmeden sevilmeyi beklemek, iyi bir kalbe sahip olmadan iyilik beklemek… Körelmiş zihinlerimizin insanoğluna verdiği en ağır zarar bu olsa gerek.

Öldükten sonra arkamdan belki de küfredecekler. İşte o zaman vicdanıma soracağım. Bu dünyada yararlı bir şeyler bıraktın mı? Cevap evet ise çok rahat bir şekilde dünyada kalanları unutabilirim. Ürettiğim sürece kendimi huzurlu hissediyorum. Şu satırları yazarken huzurluyum. Bu bana yetiyor.

Emperyalizme, sömürgeciliğe karşı koymak adına ülkelerin milli olarak yapması zaruri olan yegâne savunmadır üretme eylemi ve her bireyin mutlaka gerçekleştirmesi gereken eylemdir.

Özellikle birey açısından gerçekleştirilmesi dahilinde insanda yarattığı o haz paha biçilemez. Hele ki ürettiği ürün başka insanların da beğenisini kazanınca daha bir harikulade hissediyor insan.

Duygular üzerinde ki tüketim çok daha fazla ilgimi çekiyor, duyguların sebepsiz körelmesi ve tüketimi, gereksiz ilişkiler, dünyevi işler zarar veriyor insanoğluna. Nefsimizi doyurmak için hoyratça savrulmak zorunda değiliz.

Eğer üretmiyorsa insan, yaşamaya alışamaz. Zihninde, ruhunda bir yerden patlak verir bir depresyon. ‘Ben ne için yaşıyorum’ sorusu gelir akla, sorgular insan kendini ve aklındaki soruların cevabını.

Sonra bireylerin hoyratlığı karşısında topluma izole olan tüketim duygusuna bakıyorum; içler acısı bir durum görüyorum.

Giderek üretmekten uzaklaşıyoruz, daha çok insanımız arapvari yaşamaya başlıyor. Tüketime kapılmış gidiyoruz ve hizmet üretimi dışında bir şeyler üretmekte olan insan sayımız giderek azalıyor.

Üretmeden bu topraklar hiç bir zaman istediğimiz günlere erişecek güce gelemeyecek. Ekonomik olarak ağır savaşlar verdiğimiz ve savaşların bile artık biyolojik hale geldiği dünya sistemi üzerinde üretmek kaçınılmaz tedbir planıdır.

Bir pandemi ile karşı karşıya kaldığımızda içgüdüsel olarak bireyler hayatta kalma arzusu içerisinde bahçelerine ekin ekti, üretime başladı.

Bu bir korunma mekanizması değil; yaşam biçimi olmalıdır. Türkiye’nin ve çağımızın en büyük sorunudur. Artan nüfusla birlikte tarımdan sanayiye her ürünün sayısı yetersiz kalıyor. Ürettiğimiz tükettiğimizi karşılamıyor.

Sonra karşımıza çıkan her türlü ekonomik sorunda; ‘dış güçlerin işi bu’ diyerek sıyrılıyoruz işin içinden. Dış ülkelerin ürettiğine muhtaçsan; onların para değeriyle baş etmeye de muktedirsin.

Velhasıl kelam; üretmeden tüketmeye devam ettikçe, siyasi politikalarımızı gözden geçirmedikçe; bireylerin ikili ilişkilerinde ki yozlaşmaları, değersizlikleri ortadan kaldırmadıkça bu ülkeye huzur zor gelir.

Gerçekler acıdır ve can yakar. Neyse ki hutbeye kılıçla çıkarak dış güçlere mesaj verecek kadarda yiğit bir milletiz.

Sevgilerimle, hoşçakalın.