Bugün burada, bu sayfada asrın felaketini yaşayanların duygularına tercüman olabilmeyi ne çok isterdim. Ne yazık ki kelimeler bir kez daha kifayetsiz. Bugün yaşanan o felaketi anlatmak çok zor, bugün burada yazıyor olmak da öyle…O yılı takiben takvimlerin On yedi Ağustos’u gösterdiği her yıl, saatlerde akrep ve yelkovanın 03.05 ‘i gösterdiği her an, o gece tüm efektleriyle canlanır belleğinizde. İçinizde ki kor alevlenir. Her on yedi Ağustos da beyniniz enkaz, yüreğiniz yangın yeri oluverir. Güçlü kalmayı başarırsanız ve sizi hayata bağlayacak nedenleriniz varsa eğer, küllerinizden doğar, bir biçimde devam edersiniz yaşamaya.

Yıllar önce tam da bu gün yaşanan felaketi, deprem şehitlerimizi, kayıp olan, haber alınamamış ve bulunamamış canlarımızı, felaketin ardından yıkılan umutları, dağılan yuvaları, yeniden inşasına çalışılan hayatları, yitirdiği canlara rağmen yaşama tutunmaya çalışanları unutmadığımızı, unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı bir kez daha dile getirmek istedim. Bu çoğul cümleyi acılara saygısı olan, empati kurabilen, felaketi kendisi yaşamamışsa da yaşayanların acısını paylaşarak hafifletme gayretinde olan tüm güzel insanlar adına kuruyorum.

UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ VE UNUTTURMAYACAĞIZ.

AYLİN YÜKSEL

SEN YOKSUN…

Bir On yedi Ağustos daha geldi.

Bilmem kaç gün, kaç hafta, kaç yıl sonra…

Biliyor musun?

Yüreklerimiz yedi şiddetinde sallanmakta hala.

Ya kaldırılamayan enkazlarız , ya da bilemedim ki,

Belki de biz, enkazdayız daha…

O geceden bu geceye,

Bilmem ki kaç yıldız göründü, ya da kaç yıldız kaydı gökyüzünde.

Peki kimler için ve kaç kez doğdu bu güneş?

Bilmem ki…

Bilmem ki, kaç kişi hiç unutmadı 17 Ağustos’u.

Kaç kişi yanıyor hala, o günün acısıyla?

Kaç kişinin yüreği yaralı ve kaç kişinin ki kanıyor hala?

Bilmem ki,kimler beyaz bir sayfa açtı yeniden yaşamında…

Sahi, şimdilerde kaçıncı yaşlarını kutluyor arkadaşların?

Yaş aldıklarına sevinerek, kaçıncı mumlarını üfledi onlar?

Kaç bahar, kaç yaz gördüler ?

Hatırlıyorlar mı seni?

Şimdilerde kaç yaşında olacağını , düşündüler mi acaba?

Bilmem ki bebeğim, sensizliğin acısında, hiç hissettiler mi ki benim sana dair özlemleri mi?

Yaşananlarda kelimelerin nasıl da kifayetsiz kaldığını,

Küçücük mutlulukların ardına nasıl ve neden takıldığımı bilebildiler mi acaba?

İşte, bir On yedi Ağustos daha bebeğim,

Ortalık toz duman, yürekler yangın yeri.

Bilmem ki , kaç kez ezanlar okundu?

Senin için okunan sela o günden bugüne kulaklarımda ama…

Bilmem ki, senden sonra buralarda kaç sela duyuldu…

Biz hayatın içinde savrula savrula,

Öyle minicik mutlulukların peşine takıla takıla,

Bir On yedi Ağustos daha geldi bebeğim.

Kendi ateşimizde piştik, acımızla sessizce kavrulduk

Bir Onyedi Ağustos sabahına daha uyandık bugün de.

Sana dair ne varsa, sardık sarmaladık, yüreğimize sakladık.

Hiçbir şey değişmedi, hiçbir şey eksilmedi.

Senli bütün anılarımız hafızamızda.

Sana dair her şey, bugün burada sol yanımızda.

Ama sen yoksun…

Aylin yüksel

HİKAYESİYLE BİR KADIN

HER KADININ BİR HİKAYESİ VAR…KADIN ANLAŞILMAYI BEKLİYOR ACISIYLA,SEVİNÇLERİ,MUTLULUKLARI,HEYECANLARIYLA….KAH ANLAŞILACAK KAH HEMCİNSLERİNE IŞIK TUTACAK İÇİMİZDEN HERHANGİ BİR KADININ PAYLAŞIMLARI ,YAŞAMINDAN, KENDİ ANLATISIYLA BİR KESİT BUGÜN VE ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE SAYFAMIZDA OLACAK.SİZDE İŞTE BU DA BENİM HİKAYEM DEMEK VE BİZİMLE PAYLAŞMAK İSTERSENİZ adamozaik @gmail.com adresimize gönderebilirsiniz.

Bir fotoğraf, bir resimdi sanki gördüklerim. Benimle hiç ilgisi olmayan bir zaman ve mekândaymışım gibi. Önce etrafta hiç kimse ve hiçbir ses, hiç bir yaşam belirtisi yok… Sadece bir fotoğraf bu, içinde benim olduğum…

Her zaman, her şey bir şekilde yorumlanabilir, her an bir şey düşünülür, her daim söylenecek bir söz bulunabilir. O gün, o an bunların hiçbiri yok…

Kocaman bir boşluk var, gittikçe büyüyen kocaman bir boşluk…

O kocaman belirsiz boşlukta bir tek ben varım sanki, birde diğer eşi olmayan, yirmi yedi numara olduğunu bildiğim, sarı bir sandalet. Orada bir yerde, yalnız, öylece duruyor… Benim gibi.

Oysa, dün akşam ben, bahçede oynayan kızımı eve aldığımda, ayakkabılarını da içeri alıp, her zamanki yerine bırakmıştım. Bırakmamış mıydım yoksa?

O sandalet neden dışarıda? Ve neden tek başına?

Kızım… Benim kızım nerede?

Bu ne biçim rüya? Bu bir kabus mu yoksa? Peki Ne zaman uyanırım ben?

Her zaman ki gibi, kızım ‘’anneee’’ diye seslenince mi?

Hep benden önce uyanır o. Evet evet o seslenecek ve ben uyanacağım. Bu kâbus son bulacak burada. O ‘’anne’’ diyecek, ben gözlerimi aralayıp bir ‘’öpücük ver’’ deyip, minicik ellerine uzanıp, ‘’hadi kaldır beni ‘’ diyeceğim.

Kahvaltı hazırlanacak daha, ama ben önce onun saçlarını öreceğim. O bana soracak her zaman ki gibi ‘’sen saçlarını örecek misin anne?’’

‘’Hayır ‘’diyeceğim. O zaman da, ‘’sen saçına ne yapacaksan, bana da aynısını yap’’ diyecek, bende istemesem de, önce kendi saçlarımı öreceğim.

Evet evet,az sonra gelir kızım, ‘’anneee’’ der ve biter bu kabus.

Menemen yapayım bu sabahta. Kızım masayı kurarken, ben birde peynirli börek atayım fırına..,

Havada çok sıcak. O ‘’bahçeye çıkayım’’ der şimdi bana,

‘’Güneş geçer başına, saat dörtten sonra’’ derim, bende ona,

O da ‘’komik olma anne, güneş nasıl geçecek ki kafama’’ der ve biz güleriz yine…

Of yine sesler duyuyorum ben uzaktan. Birileri sesleniyor bana, kızımın sesi değil bu…

Biri ya da birilerimi geldi evimize? Uyuyor muyum ben hala? Sesler yaklaşıp uzaklaşıyor, çığlık mı atıyor birileri, feryatlar mı yükseliyor bir yerlerden… Bitmedi mi kabus? Her yer toz duman, kalabalıklar, korkulu kalabalıklar, şaşkın kalabalıklar yaklaşmakta bana. Yangın yeri burası, kızım yok , peki oğlum nerede?

İlk baharda almıştık kızımın sarı sandaletlerini. Sandaletin teki ve ben dışarıdayız şimdi. Öylece sokakta, yalnız ve Per perişan. Nasıl çıktık sokağa biz? Nasıl ve neden?

Ayakkabı uzak bana, uzansam alabilir miyim? Yok alamam. Taş, toprak, öyle betonlar falan, ağırlıklar var üzerinde ve üzerimde…

Sesler yükseliyor, sahi kim bunlar ve bu telaş niye? Neden bağırıyor bu insanlar? Burası oturduğumuz apartmanın önümü? Peki apartman nerede? Koşuşturuyor mu bu insanlar? İyi de neden? Niye? Bir şeyler söylüyor sanki birileri bana…

Bu betonlar, bu demirler, bu cam kırıkları da ne!!!

‘’Kızımı bul getir’’ diyor tanıdık bir ses, yerde toprağı yumruklarken, bana mı söylüyor?

Kızımın ayakkabısının teki burada yanı başımda, iyi de kızım nerede? Kahvaltı edecektik biz daha, börek atacaktım fırına, saçlarımızı da örecektik biz… SAHİ BENİM KIZIM NEREDE!!!

Ağlıyor mu bu insanlar? Bu yükselen çığlıklarda neyin nesi? Ya bu enkaz? Bu un ufak olmuş betonlar ne böyle? Bu kıyamet ,bu kıyamet kimin eseri?

Deprem mi dedi birisi? Of ben kimim? Benim kızım nerede? Peki bu sandalet , ya bu sandaletin teki nerede…Gitti mi diyorlar? Ama nereye? Ölmüş diyor birileri? Yok gitmez, o hiçbir yere gitmez, hem neden nereye gidecek ki !Ölmez, ölmez o! Ölmekmi neden? Kimin uğruna ve niye?

…………………………………………….

GÖZ AÇIP KAPATINCAYA KADAR MUTLULUKLAR…

Aylar sonra uyandım. Bir kadın konuşuyordu. O gece reçel kavanozlarının, nasıl kırıldığını anlatıyordu. Bana değilse de benim yanımda birilerine söylüyordu. Dertli görünüyordu kadın, tanıdığım biriyse de artık bana çok yabancıydı. Reçel kavanozları kırılmıştı, o gece 7.8 şiddetinde ki Marmara depreminde, Kışlık hazırladığı konserveleri de heba olmuştu. Deprem olmuştu o gece, 17 ağustos 1999 da. Bilseymiş kavanozlarını dizer miymiş öyle üst raflara… Kadının reçelleri gitmiş, o kadın çok üzülmüş çoook…

O gece ,o gece benim ve nicesinin de canı gitmişti. onun reçelleri, bizim hayatlarımız heba olmuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar yapılırdı reçeller konserveler…

Oysa bizim mutluluklarımız göz açıp kapayıncaya kadardı artık…

Evet ben o kabustan o gün de öyle uyandım. O geceden sonra saçlarımı örmedim, saçını ören anne kız gördüğümde ise görmezden geldim. O geceden sonra ‘’annee’’ diyen kızımın sesini rüyalarım dışında hiç duymadım. Ben o geceden sonra, hiç uyanmak için sabah olmasını beklemedim ve o geceden sonra hiç, benim kızım nerede demedim…

………………………..

Acıları paylaşın, her şeye rağmen hayata sarılan, yaşama tutunan insanlara sahip çıkın, onların yaraları derin…

Ayrıca aslında hepimiz için göz açıp kapayıncaya kadar mutluluklar bilin ve böyle yaşayın…!

17.agustos.1999 da kaybettiğim 8 yaşında ki kızıma ve depremde yitirdiğimiz tüm canlarımıza rahmet ve özlemle…

AYLİN YÜKSEL

BİLİRMİSİNİZ?

Bir gece ansızın karanlığa uyanıp, içinde kaybolmayı,

Bir tek mum ışığına, o anda dünyaları verir olmayı,

Yüreğinizde yangınlarla enkazda kalmayı,

Yaşarken ölümle tanışmayı bilir misiniz?

Sonuna dek süren o çaresizlik dualarından,

Adı enkaz olan o yuvalardan,

Enkazın kendisi olarak çıkmayı bilir misiniz?

Nefes alıp verirken bile soluyamamayı,

Uykularınızdan ‘’anne’’ diye seslenildiğini sanıp da uyanmayı,

‘’Efendim’’ diyememeyi bilir misiniz?

Yıkık duvarlara bakıp hayallere dalmayı,

Tek bir resme sarılıp çıkmayı, bilir misiniz?

Dost sanıp düşman omzunda ağlamayı,

Ölüme ısınıp da randevulaşmayı,

Kalanları anımsadığınızda,

Yaşarmış gibi yapmayı, bilir misiniz?

Tanrıyla konuşmayı, hiçbir şey istemeden ondan,

Hep keşke demeyi,

Keşke diye diye, o son günle gömülmeyi bilir misiniz?

YAŞAYANA DEK

Hüzünlü şiir dizelerinde kaybolur,

Şarkı notalarında, dram yakalar ağlardık.

Aç kalana ,yoksula, yolsuza ağıtlar yakar,

Gelen bir derdi dert sanır, dermansız yapardık.

Toprağa gömülmek törenle,

Tabuta girmek ölümle olur,

Ecel şimdi bize gelmez sanırdık.

Yaşayana dek…

Şehirler ağlamaz, binalar yıkılmaz,

Yuvalar dağılmaz,

İnsanlar kaybolmaz sanırdık.

Acılar bir şekilde sarılır,

Dostlar her zaman her şeyi paylaşır,

Gidenin ardından, kalanlar yaşar sanırdık.

Yürek nasıl kanar, insanın ciğeri nasıl yanar,

Enkaz nasıl kalkar,

İnsan acısıyla nasıl yaşar,

Nasıl sürer yıllarca isyanlar,

Bilmezdik.

Yaşayana dek…

Minicik yürekler bir gün büyüyecek gelinlik giyecek,

Annelere kefenini kızları giydirecek,

Tabutları mezarlara oğullar indirecek sanırdık.

17 Ağustos’u yaşayana dek.

GİDESİM GELİR

Her gün, her gece bir sesleniş, bir çığlık var içimde,

17 ağustosların ilkine.

Hemen her gece bölünür uykularım,

Bölünür saatler, her gece yarısı, tam üçü beş geçe.

Yerler değil, yüreğim sarsılır bu kez.

Fay hattı geçer en derinlerimden.

Taşın toprağın, tozun dumanın kokusu,

Enkazın ağırlığı üzerimde, bölünür uykularım.

Her gün ,her gece o seslerle giderim doksan dokuz yılına,

En bildik dualar donar dudaklarımda,

Kalbim buz, bir tek gözlerimden süzülen yaşlar sıcaktır,

Nedendir bilmem, şimdi onlar eritir ayetleri,

Sureler öylece dökülür dilimden.

Bölünür her gece uykularım,

Gökyüzünden düşmüş yıldızlar,

Her yer her şey karanlık.

Yangınlar çıkmış en bildik ve en güzel yerlerde,

O alevlerin içine giresim gelir.

Bakarım, bir gaflet çökmüş bu şehrin üzerine.

Enkazda kalmış insanlık.

Taş olmuş haset olmuş kalpler,

Kar zarar hesabına dönmüş taziyeler.

Acırım şimdi geçmişten çok, bugünlere gelişimize ve

gidesim gelir.

Her gün, her gece bir çığlık bir sesleniş içimde,

O Onyedi Ağustosların ilkine.

Saatler tam üçü beş geçe yangınlar çıkar,

Evime ,enkaz olan o yangın yeri yuvamıza gidesim gelir,

Kızıma ,orada verilen son soluğa,

Yaşanan acıların oncasına sarılıp

Yine orada kaybolasım gelir.

Yerler değil, yüreğim sarsılır 7.8 şiddetinde,

En bildik insanlar, en bildik sokaklar donar içimde,

Bir ben yanarım ve hayatımı söndürüp gidesim gelir…

BARIŞMAM BİR DAHA

Ağaçlar olmazsa yamaçlarında, yeşillikler bitmezse toprağında, çiçekleri yoksa bahçelerinin, birde susuz kalmışsa dere yatakları, evler bahçesizse, çiçeksizse pencere önleri, mahallelerin çayır çimenleri asfalta ya da kaldırıma dönüşmüşse, barışmam bir daha ben küserim memleketime…

Yüksek yüksek binalar, gölgelediyse çocukların yüzüne vuran gün ışığını, kaçak yapının adı olmuşsa çatı katı, küserim ben.

Nisan yağmurları yağmaz, yağsa da ıslatmazsa kızların saçlarını , şehir teslimse suya sele, gökyüzü bıraktıysa mavi rengini griye, bir ağacın gölgesinde değil de bir binanın gölgesinde soluklanıyorsa yaşlılar, uçmuyorsa kuşlar, onların neşeli cıvıltılarını bastırmışsa şehrin gürültüsü, küserim ben.

Artık sincaplar gezmiyorsa ceviz ağaçlarında, derelerinde ölüyorsa balıkları, kirletiliyorsa denizi ve gölü, ranta teslimse güzelim kıyıları, çocuklar su içemiyorsa kana kana musluklarından, yalınayak toprağa basacak bebeklerin minik adımları çalınmışsa, onlar da Avm denen yerlere tutsak bırakılmışlarsa , mahallesinde top koşturan çocukların, çocuk mutluluklarını almışlar, onları mahkum etmişlerse dört duvar arasında masa başı bilgisayarlara küserim ben memleketime.

Domates fidanlarının yerinde parke taşlar bitmişse, patates tarlalarında taş binalar yükselmişse, küserim ben memleketime, barışmam bir daha…

Kırılmışsa umutlar, yok yere yitip gitmişse canlar, heba olmuşsa nice hayatlar ,gözyaşlarında boğulmuşsa insanlar ve hiçbir şey öğretmemişse bu yaşananlar küserim ben.

Hırsızlığın, arsızlığın, yolsuzluğun sebebi olan felaketlere, doğal afet deniyorsa memleketim de, küserim ben barışmam bir daha…

AYLİN YÜKSEL